Geçtiğimiz Cuma kimilerine göre efsaneydi, kimilerine göre kara... Ekonominin bütünü de benzer kelime oyunlarıyla idare edilen bir işe dönüştü.

Bunu enflasyon meselesinde de görmek mümkün. Herkesin enflasyonu farklı. İktidar yıldan yıla enflasyonu anlatıyor, ücretleri belirlerken gerçekleşen değil kendisinin hayalini gördüğü enflasyonu göz önüne alacağını ifade ediyor. Halk ise ortalama enflasyonu hissediyor, geliri azaldıkça hayat pahalılığını çok daha yoğun hissediyor.

Yıldan yıla hesaplanan enflasyonun baz etkisiyle düşüşü geçen ay hükümette büyük heyecan yaratmıştı. Ve bilenlerin beklediği üzere, dün açıklanan veri ile yıldan yıla hesaplanan enflasyon yeniden çift haneye yükseldi. Üstelik, iktidarın gerçeklerin üzerine örtme aracına dönüştürdüğü bu enflasyon uluslararası karşılaştırmalarda hala çok yüksek düzeyde.

Dar ve orta gelirli halk kesimleri ise son bir yılda elektriğin yüzde 19, doğalgazın yüzde 23, ilaçların yüzde 48, dolmuş ücretlerinin yüzde 17, cep telefonu görüşme ücretlerinin yüzde 34, çocuklar için kabanların yüzde 22 daha pahalı hale gelmesinin sonucunda çok daha yüksek bir enflasyon gerçeğini yaşıyor.

Bu hafta itibariyle Asgari Ücret Tespit Komisyonu işte bu gerçeklerin merceğinde toplanıyor.

Üstelik sadece enflasyon gerçeğinin merceğinde değil, asgari ücretle çalışanların yıllardır kişi başına milli gelirden almaları gereken payı alamadıkları bir gerçeğin de merceğinde toplanıyor.

DİSK-AR araştırma raporları bu gerçekleri bütün somutluğuyla masaya koyuyor. Son 20 yılda reel asgari ücret, kişi başına reel milli gelire göre yüzde 20 oranında geriledi. AKP döneminde reel asgari ücretin reel milli gelire oranı 94’ten 80’e indi. Asgari ücretliler göreli olarak yoksullaştılar.

Üstelik Türkiye’de asgari ücret “asgari” değil, milyonlarca çalışan için hayatın gerçeği ve ta kendisi. DİSK-AR raporu Türkiye’de 10 milyon çalışanın 1,8 milyonu asgari ücret altında, 6,5 milyonu asgari ücretli, kalanı da asgari ücrete çok yakın ücretle, yani komşu ücretle çalıştığının altını çiziyor. Yaşıyor olduğumuz bu gerçeğin ne derece sıra dışı olduğu bu oranı uluslararası olarak karşılaştırdığımızda çok net ortaya çıkıyor.

2019 yılında asgari ücret brüt 2 bin 558 TL, net olarak da 2 bin 20 TL uygulandı. 2020 yılı için müzakereler başlarken bizim merceğimize almamız gereken en önemli konu iktidarın hangi enflasyon oranını göz önüne alacağı. Ekonomi yönetiminin 2019 sonu için enflasyon beklentisi yüzde 12, 2020 için ise yüzde 8,5. Asgari ücreti belirlerken IMF raporu ve IMF’siz IMF programı olan Yeni Ekonomi Programı’nda vurgulandığı gibi ‘beklenen enflasyon” mu dikkate alınacak? Yoksa çalışanlar açısından gerçekleşen enflasyon mu? Bu tercih iktidarın siyasi tercihlerinin sınıfsal niteliğini bir kez daha somutlaştıracağı için mutlaka siyasi merceğimizin merkezine almamalıyız.

Şurası açık ki, milyonlarca çalışan asgari yaşam koşullarını sağlayacak ücretlere erişemiyor. Bu durum merdiven altına itilenler, fabrikada üretim bandında çalışanlar, AVM’lerdeki kasiyer ve güvenlik görevlileri, öğretmenler, avukatlar için de geçerli. Mavi yakalısı da beyaz yakalısı da bu durumdan payını alıyor. Bugünün ekonomi düzeninde yakaların renginden bağımsız yeni sınıflar olduğu gerçeğinden hareketle yeni mücadele ortaklıkları işte bu gerçekle ortaya çıkıyor.

Etnik kimlikleri farklı, inançları farklı, yaşadıkları coğrafyalar farklı olan milyonlar, düzen tarafından asgari ücretle veya asgari ücrete çok yakın ücretlerle açlık sınırının altında bir karanlığa mahkûm ediliyorlar.

Bu, iktidarın siyasi ve sınıfsal tercihleriyle, yanlış yönettiği için değil, bilerek ve isteyerek kurduğu düzen sonucunda ortaya çıkıyor.

Bize düşen ortaklaştığımız dertlerin ortak çaresi için siyasi mücadelemizi ortaklaştırmak olmalı.

Bizi kimliklerimiz üzerinden ayrıştırarak mücadeleyi dağıtmaya çalışan iktidarın karşısına tüm kimliklerin özgürce kendileri olabildikleri, eşitlik mücadelesinde ortaklaştıkları bir sosyal demokrat siyaseti, halkçı bir ekonomi programı ve onun halkçı mücadelesini tanımlamak ve büyütmek zorundayız.