Gericilik sanatın içini boşaltmak ister

MELTEM YILMAZ

Tiyatro ve sinema oyuncusu Orhan Aydın, kültür ve sanat alanında son dönemde yaşanan gelişmeleri BirGün’e değerlendirdi. “Bugün Türkiye’de sanat alanındaki baskı, muhalif basın üstündeki baskının iki katıdır” diyen Aydın, şöyle devam ediyor:

“Öte yandan iktidarın, kendi eliyle yaptırdığı işlerin hiçbiri talep görmedi. Çünkü onlar sanatsal estetiği diplerde olan işler. Benzeri şeyleri daha önce Fethullah Gülen’e yapıyorlardı, şimdi Erdoğan’a yapıyorlar.”

» Kültür ve sanat alanında son bir ayda son derece olumsuz gelişmeler yaşandı. Haluk Bilginer’in rol aldığı filmin sansürlenmesi, Müjdat Gezen Sanat Okulu’nun kundaklanması, Dengin Ceyhan’ın tutuklanması ilk anda akla gelenler. Siz bu gelişmeleri nasıl yorumluyorsunuz?
Tolstoy’un güzel bir sözü vardır, zalimlere katlanırsanız zalimlikleri artar. Tolstoy bunu yalnızca yaşadığı çağ ve ülke için değil, insanlık için söylemiş. Ben, bundan 15 yıl önce, AKP iş başına geldiğinde, önce kendi medya ordusunu yaratacağını, ardından kültür ve sanat alanlarını susturarak kendine yeni bir alan açmak için herkesi düşman ilan eden bir sürece gireceğini saptamıştım. Nitekim öyle de oldu.

» Bu saptamayı neye göre yapmıştınız?
AKP’nin parti tüzüğüne baktığınızda, kültür ve sanatla ilgili yalnızca iki cümle var ve o iki cümle de olduğu gibi Osmanlı’ya göndermeden ibaret, ne olduğu belirsiz. AKP önce kültür bakanlığı, sonra devlet tiyatroları, sonra opera bale ve senfoni aracılığıyla bir gedik açmanın peşine düşmüştü. En büyük silahları devlet mekanizması ve paraydı. Bunu daha sonra yerel yönetimlere yaymaya başladılar. İstanbul, Ankara ve Anadolu’nun hemen her yerinde yerel yönetimler, çağdaş uygar ve akıl zenginliği yaratan sanatsal etkinliklere salon bile vermediler. 2007-2008 sürecinde ise parasını verdiğimiz, kiraladığımız halde, dolu salonlardaki gösterilerimiz bile iptal edilmeye başlandı.

» Kültür sanat alanında AKP eliyle gerçekleştirilen dönüşümün kırılmalarını nasıl tarihlersiniz?
Önce AKM. AKM, yalnızca bu ülkenin değil, Balkanlar'ın ve Ortadoğu’nun en büyük sanat fabrikalarından biridir. Bugün geldiğimiz yerde ise AKM içindeki tüm aksamları sökülmüş, koltuklarından ışık malzemelerine kadar her şey piyasaya satılmış, hayalet bir bina halinde. Bu AKM’nin ölüme terk edildiğinin resmidir. Sonrasında ise İnsanlık Anıtı’nın yıkılması. Bütün dünya insanlığını konu alan bir anıtı mahkeme kararlarına rağmen yıktırmak çok vahşi ve faşist bir saldırıdır. Arkasından da Muammer Karaca Tiyatrosu. Muammer Karaca, Türkiye tiyatrosu için temel taşlardan biridir. O salon Muammer Karaca’nın eliyle yapılmış bir mimari dokudur. Salonun önce kiraları artırıldı, sonra oyun saatleri düşürüldü, sonra da depreme dayanıksızdır diye sözde tadilata başlandı bundan 5 yıl önce. Ama bugün görüyoruz ki tiyatro bir ahır alanına dönüştürülmüş.

» Ve sonuç?
Bakın, bugün Türkiye’de sanat alanındaki baskı, muhalif basın üstündeki baskının iki katıdır. Ve gelinen noktada, devlet tiyatrosunun başındaki adam, dünya tiyatrosunda ne olduğunu bilmeyen biri, oyunlar da keza müsamere boyutunda. Seyredilebilecek oyun sayısı 3’ü geçmez. Aynı şey operada, balede ve diğer alanlarda da geçerli.

» Bir başka deyişle bugün Türkiye’deki sanatsal üretim, sanatın içini boşaltmaya dönük bir üretim mi?
Gericilik dünyanın her yerinde aynı yöntemi izler: Sanatın içi boş olsun, bir şey anlatmasın, insanın yüreğine kul olma ve tapınma sevdası düşürsün. Bir de tabii, ırkçılığı kışkırtsın. Bu, bir arada yaşama kültürünün üstüne kezzap atmaktır. Örneğin tiyatro… Tiyatronun paçasından aşağı çeken, onu sıradan müsamereler haline getiren oyunlara oyun demek büyük bir çirkinlik. Seyircinin o müsamereyi tiyatro olarak algılamaması gerekir. Biz izlemeyin dedik, diyoruz. Akıl zenginliği yaratmıyor çünkü bugün Türkiye’de tiyatro.

Recep İvedik sinemasını tartışmayacağım. Ancak burada merak ettiğim konu, iktidarın hedeflediği kültür sanat alıcısını bir türlü yakalayamaması. İktidar, tüm kaynaklarını, örneğin “Reis” filmi seyirci profili yaratmak için seferber ederken, ortaya Recep İvedik seyircisi çıktı.

İktidarın, kendi eliyle yaptırdığı işlerin hiçbiri talep görmedi. Çünkü onlar sanatsal estetiği diplerde olan işler. Benzeri şeyleri daha önce Fethullah Gülen’e yapıyorlardı, şimdi Erdoğan’a yapıyorlar. Öte yandan dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir seyircinin seyredemeyeceği cehaleti öven bir iş yaptı Şahan. Bu sonuç zaten halkın kültür ve sanat algısının nasıl dönüştüğünü gösteren bir örnek. Bu film kendi rekorunu kırmış durumda. Hayatları boyunca hiç sinemaya gitmemiş insanlar, gidip bu filmi seyrediyorlar.

» Yani Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık fonlarından yapılan işler boşa mı gidiyor yoksa Recep İvedik seyircisi hedeflenen profilin çok da dışında değil mi?
O fonlarla hedeflenen kitle oluşmadı, yani ruhani, dini referanslara önem veren sanatsal üretime de bir talep yok. Tutturamadılar çünkü altyapısı yok, boş. Ankara sanat tiyatrosu ya da ortaoyuncular örneğin, Türkiye tiyatrosunun dünden bugüne gelen geleneler kendi seyircilerini oluşturmak için yıllarca emek vermişler ve sanatsal ürünleriyle seyircilerini buluşturmak için büyük acılar çekmişler. Ama bunlar tefeci, her şeyin parayla yapamayacağını düşünüyorlar. Her yeri nasıl talan ettilerse sanatta da paranın gücüyle yok etmenin kendilerinden kılmanın peşindeler. Ama sanat öyle bir şey değil, olmuyor.

» Bu gidişle olmayacak gibi görünüyor.
Gidişat öyle, çünkü sanat camiası içinde devşirmeyi başardıkları insan sayısı o kadar az ki. Para musluklarını sonuna kadar açsalar da…

» Referandum yaklaşıyor. Sonuç ne çıkardan öte, bir sanatçı gözüyle, nasıl bir süreçten geçiyoruz?
Ben 12 Mart’ta da, 12 Eylül’de de sahnedeydim. Son 3.5, 4 yılda yaşadıklarımızın hiçbirini o dönemlerde yaşamadık. Askeri cezaevine alınırdınız, iddianameniz hazırlanırdı, duruşmaya çıkardınız ya ceza alırdınız ya da serbest bırakılırdınız. Şimdi 150 gazeteci var içerde haklarında iddianame bile hazır değil. Bu nasıl bir dayatmayla karşı karşıya olduğumuzun göstergesi. Dahası, OHAL sürecindeyiz, başvuracağımız bir yargı da yok, her şey uzaktan kumandayla idare ediliyor. Bir savaşın içinde bu ülke, her yerde kan var. Referandum konusunda da, faşizmin hiçbir zaman kaybedeceği bir savaşa girmeyeceğini düşünüyorum. ben Gezi gibi halk hareketlerine inanıyorum. Zira var olan siyasi partiler ve seçim sistemi ile demokrasinin çıkması mümkün değildir.