ANA PAULA AGUIAR / ODIRILWE SELOMANE/ PERNILLA MALMER Kısa süre önce yayınlanan ve Birleşmiş Milletler’in de onay verdiği bir rapor, insanlığın doğal yaşama verdiği zararı bir kez daha ortaya koydu. Sebep olduğumuz zararı geriye döndürmek için ekonomik modellerimizi ve gıda sistemimizi kökten değiştirmeliyiz, okyanuslara çok daha iyi bakmalıyız ve iklim değişikliğiyle en etkin nasıl mücadele […]

Gezegeni yok etmeden nasıl yaşarız?

ANA PAULA AGUIAR / ODIRILWE SELOMANE/ PERNILLA MALMER

Kısa süre önce yayınlanan ve Birleşmiş Milletler’in de onay verdiği bir rapor, insanlığın doğal yaşama verdiği zararı bir kez daha ortaya koydu. Sebep olduğumuz zararı geriye döndürmek için ekonomik modellerimizi ve gıda sistemimizi kökten değiştirmeliyiz, okyanuslara çok daha iyi bakmalıyız ve iklim değişikliğiyle en etkin nasıl mücadele edebileceğimize kafa yormalıyız.

Mayıs ayı başında yayınlanan küresel bir değerlendirme dünyadaki yaşamın geldiği korkunç noktayı gözler önüne serdi ve manşetlerde yer buldu. Uluslararası Biyoçeşitlilik ve Ekosistem Hizmetleri Bilim-Politika Platformu (IPBES) tarafından yayınlanan rapora göre, Dünyadaki bitki ve hayvan türlerinin yüzde 12’si tükenme tehlikesiyle karşı karşıya. Daha da kötüsü, insanlık doğal yaşam alanlarını topyekûn yok ediyor ve bununla birlikte toplumları ve ekonomileri ayakta tutan yaşam ağı da tahrip ediliyor. Tabii bu bulgular umutsuzluk uyandırdı.

IPBES’in bilimsel danışmanları ve yazarlar olarak biz bu bulgularla her gün karşılaşıyoruz. İnsanların doğal yaşama verdikleri hasarın boyutu karşısında duygusal tepki vermemek mümkün değil. Fakat rapor, yarattığımız hasarı geriye döndürmenin yollarını da uzun uzadıya tarif ediyor – tabii bu kısım haberlerde pek yer bulmadı. Hasarı kontrol altına almakta başarılı olmak istiyorsak, insanlık olarak dört köklü değişimi gerçekleştirmeliyiz.

İlk olarak yasal, ekonomik ve teknolojik sistemlerimizi baştan tasarlamalıyız. Raporun da vurguladığı gibi, belli bölgeleri koruma altına alarak ve ilgili yönetmelikleri yürürlüğe koyarak panda gibi birçok hayvan türünün soyunun tükenmesini önledik. Daha fazla koruma faaliyetini yürürlüğe koymak zorunda olduğumuz açık. Fakat insanlık olarak çok daha köklü değişiklikler yaratmamız gerek.

Bu yüzden IPBES raporu 2050 dünyası için çeşitli olası ekonomik kalkınma yolları çiziyor ve insan refahını arttırırken doğayı koruma yöntemlerini ortaya koyuyor. Raporun ortaya koyduğu önlemler ‘ağaç dikmek’ ya da ‘hayvan türlerini korumaya almak’ gibi alışık olduğumuz türden değil; bu problemlerin kökenine inen önlemler.

Raporun bu konuda ortaya koyduğu sonuç, dünyanın yaşamsal sistemlerini korumak için ‘yaşam kalitesi’ tanımını yeniden yapmamız gerektiği. Toplumlar, ‘iyi ve anlamlı’ yaşamların ancak daha fazla maddi tüketimle mümkün olabileceği anlayışından uzaklaşmak zorundalar. Bu anlayışın saçma olduğu açık. Birçok gelişmiş ülkenin maddi tüketimi artıyor fakat refah düzeyi düşüyor.

Bunun yerine çözümlerin yeni sosyal ve siyasi söylemler üzerine inşa edilmesi, mutluluğun tüketimi azaltmak ve atıkları kontrol altına almakla doğrudan bağıntılı olduğunun ortaya konması gerekiyor. Kuzey ülkelerinde gördüğümüz üzere, cinsiyet ve gelir adaletsizliklerini azaltmak da toplumların refahını arttırıyor. IPBES raporunun da ortaya koyduğu gibi, yerli ve yerel bilgilere kulak verirsek, ekosistemleri sürdürülebilir yönetmenin yeni yollarını bulabiliriz.

Bu değişimi yürürlüğe koymak kolay olmayacak. Dünya acilen ‘milli gelir’ üzerine kurulu olmayan yeni bir ekonomik paradigma geliştirmeli. Bunun başlangıcını görüyoruz. Örneğin Yeni Zelanda ilk ‘refah bütçesini’ duyurdu ve Çin ‘Yeşil Milli Gelir’ gibi yeni ölçütler geliştirmeye devam ediyor.

İkincisi, dünyada gıda sistemini değiştirmeliyiz. Şu an kullandığımız gıda üretim ve tüketim sistemleri büyük ekolojik yıkıma sebep oluyor. Fakat büyüyen dünya nüfusunu sağlıklı bir biçimde beslerken dünyaya hasar vermemek hem mümkün, hem de insanlığın yaşam kalitesine de olumlu etki yapacaktır. IPBES raporu haşere ve besin yönetimi, organik tarım, toprak ve su koruma, hayvan refahını iyileştirme gibi bazı sürdürülebilir tarım uygulamalarını ön plana çıkarıyor.

IPBES raporunun 2050’ye yönelik kalkınma yol haritalarından biri EAT-Lancet Komisyonu’nun sürdürülebilir gıda sistemleri üzerine yazdığı başka bir rapora dayanıyor. Bu yılın başında yayınlanan rapor, daha fazla tarımsal alana ihtiyaç duymaksızın dünyanın 10 milyar insanı sağlıklı bir biçimde besleyebileceğini söylüyor – daha az et ve süt ürünü, daha fazla kuru yemiş ve sebze ile. Fakat bu önlemler de tek başlarına yeterli olmayacaktır. Ürettiğimiz gıdanın üçte biri tabağımıza gelmeden çöpe gidiyor. 2030’a kadar gıda israfının yarı yarıya azaltılması hedefini destekliyoruz. Fransa, Almanya ve İtalya gibi ülkeler süpermarketlerin satılmayan gıdaları çöpe atmalarını yasaklayarak yüreklendirici önlemler aldılar.

Endüstriyel balıkçılık yapılıyor

Üçüncüsü, dünyanın okyanuslarına çok daha iyi bakmalıyız. Endüstriyel balıkçılık dünya okyanuslarının yüzde 55’ine yayılmış durumda ve okyanusların yalnızca yüzde 3’ü insan etkisinden azade. Okyanuslar gitgide kanalizasyon, plastik, tarım ilacı ve diğer toksik kirleticilerin atıldığı çöplükler haline geliyor. Fakat okyanuslara yönelik sürdürülebilir uygulamalar benimsersek hem balık nüfusunu, hem okyanusların ekonomik değerini arttırabileceğimiz bulgularla sabit. Son olarak, iklim değişikliğini yenmenin yollarını hep birlikte tasarlamalıyız. Odunculuk ve tarım endüstrileri, soya, palm yağı ve et üretimi ormanları hızla yok ediyor; bunların Amazon yağmur ormanları, dünya iklimi ve birçok hayvan türü açısından felaket niteliğinde sonuçları oluyor. İklim değişikliğiyle mücadele etmek için biyoenerji ekinleri ekerken, ağaçlandırma yaparken biyolojik çeşitliliğe ve hassas ekosistemlere zarar veriyoruz. Fakat alacağımız önlemleri iyi tasarlarsak biyolojik çeşitliliği destekleyebilir, toprak kalitesini iyileştirebilir, karbondioksiti yakalayıp depolayabiliriz.

Yaşayan dünyayı korumak için biyolojik çeşitliliğe ve iklime ‘at gözlüğüyle’ bakan indirgemeci yaklaşımların ötesine geçmeliyiz. Yoksulluk ve adaletsizlikle mücadele de bu çözümün bir parçası olmak zorunda. Fakat İsviçreli iklim aktivisti Greta Thunber’in de söylediği gibi, bu kökten değişiklikler ancak içinde bulunduğumuz durumu bir ‘kriz’ olarak tanımlarsak mümkün olabilir.

Geçen haftalarda İngiltere ve İrlanda parlamentoları iklim ve doğa başlıklarında ‘acil durum’ ilan etti, diğer ülkelerin de aynısını yapmalarını destekliyoruz. 2020 yılı uluslararası çevre politikası açısından bir ‘süper yıl’ olacak – biyolojik çeşitlilik, iklim ve okyanuslar konularında birçok önemli zirve yapılacak. Birleşmiş Milletler 75. Yılına girerken gezegen için acil durum ilan etmeli ve uzun vadeli sürdürülebilirliği güvenceye almak için yapılanlara hız vermeli.

Çeviren: Fatih Kıyman

Kaynak: Project Syndicate