DTÖ, IMF, Dünya Bankası ve BIS; egemen Batı’nın dünya üzerindeki kontrollerini genişletmek için inşa edildi.

Gezegeni yönetmek için kurulan düzen

Dan SMITH

Uluslararası ekonomik kurumlar egemen devletlere müdahale etmeyi nasıl meşrulaştırıyor? Jamie Martin'in "The Meddlers: Sovereignty, Empire, and the Birth of Global Economic Governance" (Müdahaleciler: Egemenlik, İmparatorluk ve Küresel Ekonomik Yönetişimin Doğuşu) adlı yeni kitabında savunduğu gibi, bu, "zorlama" diliyle değil "işbirliği" diliyle oluyor.

Kitapta, Batı'nın Batılı olmayan egemen devletlerin ekonomilerine yönelik ihlallerinin tarihi ve bugün küresel ekonomiyi yöneten kurumların kökenleri inceleniyor. Çoğunlukla Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası gibi kurumlarla ilişkilendirilse de, Martin'in iddia ettiği gibi Batı, İkinci Dünya Savaşı'ndan çok önce kendi çıkarlarına göre yapılandırılmış bir küresel ekonomi yaratmaya başlamıştır.

YÖNETİMİN DOĞUŞU

1944 yılında IMF ve Dünya Bankası da dâhil olmak üzere Bretton Woods kurumları doğdu. Tantanaya rağmen, bu kurumlar ve savaş sonrası diğer ekonomik yapılar, küresel ekonomik kontrol için eski bir hırsın yeni bir versiyonunu temsil ediyordu. Gerçekten de Martin'in yazdığı gibi, Birinci Dünya Savaşı'ndan önce bile Avrupa imparatorlukları "resmen sömürgeleştirmeye gerek kalmadan başkalarının işlerine karışma sanatını mükemmelleştirmişlerdi." Savaştan sonra Milletler Cemiyeti, eski Habsburg ve Osmanlı imparatorluklarının ekonomilerini uluslararası sömürüye açmada aktif bir rol üstlendi. Büyük Buhran gibi diğer ekonomik krizler, diğer ulus-devletlerin yardım için Cemiyet'e başvurmalarına, egemenliklerini kredi ve diğer yardımlarla takas etmelerine neden oldu. Savaş sonrası diğer ekonomik kurumlar ya 1930'larda kuruldu ya da kurulmuş olanlardan esinlenildi. Örneğin, Uluslararası Kalay Komisyonu (ITC), Büyük Buhran'ın ardından kuruldu ve Martin'e göre bu küresel ekonomik yönetişimin ilk deneylerinden biriydi. Bununla birlikte Büyük Britanya, Büyük Buhran sırasında talepte yaşanan çöküşün ardından kalay fiyatlarını istikrara kavuşturmak için imparatorluk egemenliğinin bir kısmını ITC'ye devretmeyi kabul etti. ITC başarılı oldu ve Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) gibi diğer uluslararası grupların yanı sıra buğday, çay ve kahve için küresel piyasaları organize eden kartellere de ilham kaynağı oldu. Martin, bu örgütlerin önemli emtia ticaretini yönetmeye başladığını, piyasa rekabetinin yerine gizli anlaşmayı koyduklarını ve emtia fiyatlarını yükseltmek için arzı kestiklerini açıklıyor. Bu karteller, genellikle emtiaların üretildiği ulusların yoksulluğu pahasına, daha zengin Batılı uluslar ve onların şirketleri için ekonomik istikrar ve kârlılığı bu şekilde garanti altına almaktadır. Kitapta Uluslararası Ödemeler Bankası (BIS) ile ilgili tartışmalar özellikle ilgi çekicidir. 1930 baharında kurulan BIS, daha sonraki kurumlar için bir şablon haline geldi. İkinci Dünya Savaşı'nın ardından aynı büyük güçler, kredi vermek de dâhil olmak üzere BIS'in görev alanı dışında kalan işlevleri yerine getirmek için IMF ve Dünya Bankası'nı kurdular. Martin'in işaret ettiği nokta, bu programların her zaman Batı'nın ekonomik gücünün uzantıları olarak tasarlandığıdır. BIS, dünyanın dört bir yanındaki merkez bankalarının para politikalarını Batı'nın tercih ettiği politikalarla uyumlu hale getirmelerini sağlarken, IMF ve Dünya Bankası da eşitsiz küresel kalkınmayı garanti altına alacak koşullarla kredi verdi. Bu arada, emtia piyasalarına hâkim olan karteller, işçilerin ya da yoksul ulusların çıkarlarını gözetmeksizin fiyatları belirledi. IMF ve Dünya Bankası ağır koşullarla borç verme sanatını mükemmelleştirmiş olsa da, bu uygulama İkinci Dünya Savaşı'ndan önce de vardı. Ancak değişen şey, zaman içinde bu kredilere eklenen koşulların daha ağır hale gelmesidir. Kredilere eklenen ve yalnızca borç alan ülkeler için geçerli olan "yapısal uyum" koşulları, gelişmekte olan ülkeleri piyasaları serbestleştirmeye, faiz oranlarını yükseltmeye, kemer sıkma politikaları uygulamaya ve kamu iktisadi teşebbüslerini özelleştirmeye zorlamıştır.

Sovyetler Birliği'nin çöküşünün ve 1990'lardaki Asya mali krizinin ardından IMF yeni bir dizi yapısal uyum kredisi vererek neoliberalizmi Rusya ve Meksika gibi ülkelere yaydı. Ve pandemi sırasında IMF kredilere koşullar eklemeye devam etti ki Martin'e göre bu uygulamadan vazgeçmesi pek olası değil.

Mesele şu ki, dünya pazarı hiçbir zaman serbest olmadı. Hatta aksine, her ikisi de Batı'nın jeopolitik ve ekonomik hâkimiyetine dayanan ve bu hâkimiyeti koruyan bu ekonomik kurumlar eliyle idame ettirildi.

GÜNÜMÜZ İÇİN ÇIKARIMLAR

Martin'e göre çözüm ne ekonomik milliyetçiliğe geri dönmek ne de küresel ekonomik sistemi kökten dönüştürmektir. Kendisinin de belirttiği gibi, "Milliyetçi politikalara geri dönüş, yirmi birinci yüzyılın küresel sorunları için tehlikeli bir şekilde uygunsuzdur. Ancak dünya ekonomisinin yönetilme biçiminin; ilk kez gerçek anlamda kendi ekonomik kaderini tayin hakkı ve demokratik özyönetim ile tam uyumlu hale getirilmesi adına - ve egemenlik geçmişlerine ve hiyerarşik bir küresel düzendeki hayali konumlarına bakılmaksızın tüm devletler için-dramatik bir şekilde yeniden düşünülmesi gerektiği de açıktır."

Martin, dünya çapında bir güvenlik ağı ve borçlu ülkelere likidite ve güvenlik sağlayacak Özel Çekme Haklarının (SDR'ler) koşulsuz olarak genişletilmesini savunuyor. Ayrıca dünya ekonomisini yöneten kurumların daha fazla ABD dışı temsilci içermesi gerektiğini, aksi takdirde sistemik çöküşle karşı karşıya kalınacağını belirtiyor.

Ancak Martin'in tarihsel anlatısının açıkça ortaya koyduğu gibi, egemen Batı ekonomilerinin kapitalist sınıfları; Dünya Ticaret Örgütü, IMF, Dünya Bankası ve BIS'i dünya üzerindeki kontrollerini genişletmek için inşa ettiler. İşte bu nedenle, neoliberalizme yerel düzeyde etkili bir şekilde karşı koyabilmek adına, yeni ve gerçekten demokratik bir uluslararası sistem için mücadele etmek gerekecektir.

Jacobin’den BirGün Çeviri Kolektifi tarafından kısaltılarak çevrilmiştir.