Gezi davası tutukluları cezaevinde bir yılı geride bıraktı. Verilen mesajlarda 14 Mayıs seçiminin bir milat olacağı belirtilerek toplumsal dayanışma ile seçim sonrası ülkede adaletin yeniden tesis edileceğinin umut edildiği vurgulandı.

Gezi 1 yıldır tutsak
Çizim: Murat Başol

Kayhan AYHAN

Gezi Davası kapsamında haklarında 18'er yıl hapis cezası verilen Tayfun Kahraman, Hakan Altınay, Can Atalay, Mücella Yapıcı, Mine Özerden ve Çiğdem Mater cezaevinde bir yılı geride bıraktı. Gezi tutukluları cezaevlerinde geçirdikleri bir yılı ve yaklaşan seçim ile ilgili düşüncelerini BirGün’e değerlendirdi. Verilen mesajlarda 14 Mayıs seçiminin önemi vurgulandı.

Gezi tutuklularının sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:

-Bir yıldır haksız ve hukuksuz olarak cezaevinde tutuluyorsunuz. Bu zaman diliminde iktidar partisi ve yandaşları hala Gezi’yi kriminalize etmeye çalışıyor. Geçen bu bir yılı nasıl değerlendirirsiniz?

-Bu dava ilerleyen dönemlerde hukuksuzluğun sembolü olarak yıllarca anılacak. Peki 14 Mayıs seçimlerinden sonra şu an güdümlü olan yargının bağımsızlığına kavuşup, kararını değiştireceğini düşünüyor musunuz?

-Gezi Direnişi’ndeki talepler aslında hala güncel… Toplum Haziran günlerindeki gibi dayanışmaya ve aydınlığa kavuşmak istiyor. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Can Atalay: Siyasal iktidarın Gezi Direnişi'ni karalama, onu bir komplo olarak izah ederek kriminal bir hadise gibi takdim etme çabası, çok sınırlı bir çevre dışında halkımız nezdinde bir kere daha başarısız oldu. Ben bizim tutuklanmamızla hiçbir faydayı elde edemedikleri kanısındayım. Yurttaş taleplerini dillendirmek için tereddüt yaşıyor mu? Sokağa çıkmaya çekiniyor mu? Bu sorulara olumlu yanıt verilse bile ben bu geri çekilmenin asıl nedeninin karşı karşıya bulunulan tehlikenin farkında olunması ve yurttaşın seçimleri beklemesi olduğu kanısındayım. Memleket bir karanlığın içinde ve daha da koyusunun içine yuvarlanmamak için 14 Mayıs, özellikle de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turda kazanılması çok kritik. İktidar değişimi ile birlikte 'olağanüstü devlet' işleyişi aşıldığında, hukukun gereklerinin önündeki engeller kalkınca Gezi davasında hukukun gereğinin olacağını düşünüyorum. Öte yandan Gezi davası hukuken o kadar olmayacak işlerin olduğu bir dosya ki mevcut koşullarda dahi gerek Yargıtay'ın gerekse de Anayasa Mahkemesi'nin bu hukuksuzluk yükünü daha fazla taşımayacağını düşünüyorum. Deprem dayanışmasındaki toplumsal seferberlik biziz, hepimiziz. 'Gezi bu memleketin eşitlik, özgürlük, adalet ve demokrasisi için sönmeyen umududur' demiştik. Zora düştüğümüz her anda o umut beliriyor. Memlekette adaletin kazanılması açısından da bu toplumsal dayanışma, sahiplenme önemli olacaktır.

Mücella Yapıcı: Zulme ve adaletsizliğe karşı toplumsal uyanış ve dayanışmanın, iktidarlarının sonunu getireceğinin bilincinde olan bütün otoriter iktidarların en önemli silahı; her türlü toplumsal uyanış, dayanışma belirtisini baskı, korkutma, terörize etme gibi yöntemlerle bastırmak ve bireyleri atomize ederek birbirine düşman etmektir. O nedenledir ki “Gezi Direnişi” AKP iktidarı için gerçek bir karabasan olmuştur. Ve bu korkusunda da haklı çıkmıştır. Bugün henüz sol-sosyalist çevrelerde (Gezinin asli unsurlarından olmalarına rağmen) henüz algılanmamış görünse de beş benzemez muhalif çevrelerin her türlü olumsuzluğa rağmen bir araya gelişleri her ne kadar yeni seçim yasasına bağlansa da, biraz da yeni siyasal Gezilerin inşasını andırmaktadır. Dolayısı ile iktidarın korkutma, sindirme ve kriminalizasyon politikası pek işe yaramamıştır. Bir senenin nasıl geçtiğine gelirsek: duruşmalarımızın birinde jandarmalar eşliğinde soykırım anıtlarını andıran mimarisiyle adeta yer altından çıkarılarak tüm duruşma esnasında bile bizden ayrı tutulan sevgili Osman Kavala’ya gizli saklı sormuştum. Nasıl geçiyor diye… Verdiği yanıtı hiç unutmam. “Vallahi bir yıl kolay geçiyor, gerisi biraz zor” demişti. Haklıymış… İşte bir yıl geçti... En zor zamanlar Mine’nin babasını kaybettiğini öğrendiğimiz, bu haberi ona nasıl vereceğimizi bilemediğimiz akşam ve deprem günleri oldu… Yani bir sene geçti işte. Gerisine bakacağız… Haklılığın verdiği huzur, siz dostlarımızın, avukatlarımızın ve vekillerimizin merhabaları bize güç veriyor. Sağolun. Bizi merak etmeyin. Asıl biz sizleri merak ediyoruz. Kendinize ve birbirinize iyi bakın. Bol bol kucaklaşın ve Gezi’yi unutmayın…

Ülkemizde hukuksuzluğun sembolü olacak o kadar çok olay ve dava var ki… Gezi Davası onlardan sadece birisi. Umarım tümünün hesabı sorulur. Naçizane, tüm bu hukuksuzluk ve yolsuzlukların hesabının sorulmasındaki esas itici gücün seçimlerden daha çok halkın ısrarlı ve örgütlü talebinden geçtiğini düşünüyorum. Zira asıl mesele sistem, zihniyet ve etik. Yargının bağımsızlığının iktidar değişimlerine bağlı olmasını düşünmek dahi evrensel yargı bağımsızlığına aykırı ve hakaret gibi geliyor. Bana göre asıl gerekli olan, toplumda yaratılan değerler sisteminin dönüşümü… Bu da öyle kısa sürede ve kolayca olacak gibi görünmüyor. Zira neoliberal ideoloji hepimizi dejenere etmiş gibi görünüyor. Ama umut da, direniş de tükenmez. Mesele imkânsız gibi görüneni başarmakta. Önce kendimizden başlayarak…Bu sorunuzu olumlu bir yanıt veremeyeceğim, zira tutsaklık koşullarında toplumsal gözlemlerimizin çok isabetli olabileceğini düşünmüyorum…Ancak seçin döneminde umudumu örseleyen bazı gelişmeler oldu. Öncelikle Gezi sürecinde bir sui-generis yaratan sol sosyalist, yurtsever, devrimci, demokrat çevrelerin tüm topluma örnek olmaları gereken böylesine zorlu ve önemli bir demokratik dönemeçte dahi bir araya gelemeyişleri gibi…Aynı ittifak için bile tek liste çıkaramamaları gibi. Anlayamıyorum. Affedemiyorum. Gezi ruhu incinmiş gibi geliyor. Yine de ayaklarına taş değmesin. Yolları açık olsun. Kolay gelsin. Ve de Aşk olsun.

Tayfun Kahraman: Geçen bir yıl elbette kolay olmadı. Bu bir yılda ülkemizde birçok acı gelişme yaşandı. Özellikle 6 Şubat depremleri ile iktidarın tüm beceriksizliği ve bilim tanımazlığı, halkın dert ve acılarını umursamadığı, kendi saltanatını ne pahasına sürdürmek dışında gündemi olmadığı gün yüzüne çıkarken, on binlerce insanımız enkaz altında yardım çığlıkları atarak, bazıları soğuktan donarak canlarını kaybetti, yüzbinler zihnen ve bedenen yaralandı, milyonlar evinden, işinden oldu. Organizasyonsuzluk ve iş bilmezlik sonucu deprem bölgesine zamanında müdahale edilemezken, ülkece tecrübe ettiğimiz çaresizliği cezaevinde yaşamak ve bir şey yapamamak çok zor geldi. Şehircilik ve afetler konusunda çalışan bir uzman ve akademisyen olarak bugüne kadar söylediğimiz gerçekleri ve uyardığımız tehlikeleri acı bir şekilde burada tecrübe etmek kolay olmadı. Bu hukuksuz tutukluluk olmasaydı, deprem bölgesinde en azından yaraların sarılmasında aktif görev almak isterdim. İktidar her toplumsal hak talebine karşı olduğu gibi deprem sonrasında da, Gezi’yi kriminalize ederek sopa göstermeye çalışıyor ama bu çabaları nafile. Kamuoyu araştırmalarının gösterdiği gibi ülkenin 2/3’ü bizim hukuksuz biçimde cezaevinde tutulduğumuzu düşünüyor. İlk cezaevine girdiğimizde söylediğim gibi, bizim tutsaklığımız ülkemizin demokratikleşmesine ve adaletin gelmesine vesile olacaksa biz bu bedeli öderiz. Bu irademizde değişen bir şey olmadı. Kişisel olarak en zoru ise kızıma, eşime, aileme sadece ayda bir kez sarılabilmek ve hasretimi sürekli içime gömmek oldu. Evet bu dava ve bizlerin hukuksuz bir şekilde tutsak edilmemiz bir sembol olarak yıllarca anılacak. Umarım bu sembol davadan gereken dersleri çıkaracağız ve bir daha hiç kimse böyle bir adaletsizlik ile karşı karşıya kalmayacak. 14 Mayıs seçimlerinin ülkemiz için bir milat olacağını ve bu seçimle birlikte Türkiye’nin demokratik, adil, özgür ve kardeşçe yaşanan bir ülke olma yolunda önemli bir eşiği geçeceğini düşünüyorum. 10 yıl önce Gezi Direnişi sırasında dile getirilen talepler ülkemizde hakim olmaya başlayacak. Bugün Millet İttifakı’nın ve Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun ülkenin tüm renkleri ile helalleşerek gönül köprüleri kurması ve onları bir şemsiye altında toplaması hepimize umut veriyor. Bu umudun iktidara gelmesi ve 14 Mayıs seçimleri sonrasında yargı üzerindeki iktidar baskısının kalkması ile birlikte, hakimlerin de hukuka, akla ve vicdana uygun kararlar vermeye başlayacağını, adaletin yeniden tesis edileceğini biliyorum. Böylece bizim hakkımızda verilen hukuksuz ve toplum vicdanının kabul etmediği karar da kaldırılacak, özgürlüğümüze kavuşmamız sağlanacaktır. Gezi Direnişi’nde dile getirilen talepler, dayanışma ve kardeşçe yaşama mücadelesi; ülkemiz aydınlığa kavuşuncaya kadar her zaman güncel olmaya devam edecek. Bu ülkede yaşayan milyonlar Gezi ile birlikte bu taleplerinde ne kadar haklı olduklarını, kardeşçe yan yana olmanın ne kadar güzel olduğunu gördüler bir kere. Bu nedenle iktidar varlığını sürdürmek üzere Gezi’yi kriminalleştirmeye çabalasa da, bizleri kutuplaştırarak ayırmaya çalışsa da; bu girişim artık bu toplumda maya tutmayacak. İktidar aslında bizler nezdinde Gezi’yi, eşitlik, özgürlük ve kardeşlik talebini tutsak etmeye çabalasa da bu çabası toplumda karşılık bulmuyor. Bu gerçeğin de 14 Mayıs seçimleri ile beraber görmek istemeyen gözlere bile gösterileceğini düşünüyorum.

Çiğdem Mater: Herkes için, hepimiz için zor bir yıl oldu. Ama sanırım en çok iktidar partisi ve medyası için zor oldu.  Ne kriminalize etme çabaları karşılık buldu ne de özelde bizim Gezi Davası’nda tutuklu yedi kişinin “gerçekten” suçlu olduğuna kimseyi inandırabildiler. Yazık, üzülüyorum. Hoş, insanın kendisinin inanmadığı bir şeye başkasını ikna edebilmesi çok zor tabii. Memlekette, ne yazık ki hukuksuzluğun sembolü olarak anılabilecek onlarca, yüzlerce dava var. Gezi Davası’yla neredeyse eş zamanlı yürüyen Kobanê Davası’nın mesela, saçmalık ve tuhaflık manâsında, bizimkinden eksik kalır yanı yok. Yargıda ve bürokraside bir “kıpırdanma” ve “ne olur, ne olmaz” hareketlenmesi olduğunu biz buradan bile görebiliyoruz, sanırım vaziyet dışarıda daha nettir. Kobanê Davası’nın Temmuz’a, Çarşı Grubu’nun yargılandığı Gezi Davası’nın Eylül’e ertelenmesi “tesadüf” değil herhalde. Herkes beklemede anlaşılan. Tutuklandığımızdan beri aynı şeyi söylüyorum, hukuksuzca tutuklandık. Sonrasında da umuyorum beraatimiz hukuk çerçevesinde olacak; bu günlerin, ayların, yılların hesabını da yargıda soracağız. Teknik olarak hep birlikte beklediğimiz bir Yargıtay kararı ve Hakan Altınay, Osman Kavala ve benim için “henüz” açıklanmamış Anayasa Mahkemesi kararları var. Gezi Direnişi’ndeki talepler Gezi’yle birlikte ortaya çıkmamıştı, öncesinde de vardı, hâlâ da var. Talepler net, basit. “Baba”ya ihtiyacımız yok, bize parmak sallayan adamlardan yıldık. Kadın Hareketi ve LGBTİ+ hareketi on yıllardır yılmadan, bir adım geri basmadan mücadele ediyor. Cumartesi Anneleri/İnsanları neredeyse 30 yıldır dünyanın en kıymetli sivil itaatsizlik eylemlerinden birini sürdürüyor. Bu insanların hepsi, 2013 Haziranı’nda Gezi’de çocuklarını, canlarını kaybeden ailelerle birlikte adaletin ve ardından gelecek huzurun peşinde. Türkiye’de ne yazık ki adalet arayışı tuhaf bir bayrak yarışı. Kuşaktan kuşağa adliye koridorlarında, hapishane kapılarında büyüdük, büyüyoruz. Bunu sona erdirecek, artık yeter/êdî bes e diyecek gücümüz umarım bu kez, gerçekten vardır. Kimsenin hayatına kimsenin karışmadığı, insanların eşit ve özgür olduğu, adaletin hüküm sürdüğü bir memlekette yaşayalım istiyoruz, çok şey mi istiyoruz?

Hakan Altınay: Ben toplumun gayet iyi bir sınav verdiği kanısındayım. Türkiye Raporu’nun araştırması çoğunluğun Gezi yargılamasının hukuki değil siyasi olduğunu düşündüğünü gösterdi. AK Parti’nin Ceza Kanunu’nun taslağını yazdırdığı, İstanbul Hukuk’un dekanlığını yapmış Adem Sözüer yapılan yargılamayı “ikinci Yassıada yargılaması” olarak nitelendirdi; Türkiye Barolar Birliği Başkanı “Türkiye’nın Dreyfus Davası” dedi. Her celseyi bizzat izleyen İstanbul Barosu eski Başkanı Durakoğlu “son kırk yılın en kötü yargılaması” dedi. Daha ne olsun? Bir rezaleti daha kaç kişinin tescillemesi lazım? Kararın bozulacağından eminim. Tersi Türkiye’deki çürümeyi bambaşka boyuta taşır. Bizim ile ilgili kararın ivedilikle düzeltilmesinden öte ülkedeki ahlaki, hukuki, toplumsal çürümeyi, çöküşü sağaltma işine hep birlikte girişmek gerekecek. O yüzden seçimlere kazanacak asgari ittifak değil mümkün olan en geniş insanlık ittifakı olarak bakmaktan yanayım. Bu kadar büyük bir sağaltma işi ancak herkes katılırsa meşru ve mümkün olur. Türkiye’de kardeşlik çok hırpalandı… Öncelikli iş yeniden kardeşleşme olmalı. Ben 2013’e, 1968’e ya da herhangi başka bir ana çok büyük anlam atfetmekten yana değilim. Hayat akıyor. İyi/Güzel/Doğru her sabah yeniden ve hepimiz tarafından tarif ediliyor. 2013 Mayıs’ında hayatta olan 4 milyon insan şu anda hayatta değil, ama aramıza 12 milyon yeni insan katıldı. “Biz” değişti. Dayanışma refleksimizin, kasımızın güçlü olduğunu Maraş depremleri sırasında gördük. Kardeşleşme, birbirimizi dinleme, anlama irademizin ne durumda olduğunu da yakında göreceğiz. Müştereklerimizi iştiraken yürütme becerimizi önemsememizi öneren bir kitap yazdım Silivri’de. : )

Mine Özerden: Gezi’de hak arayan özneleri görmek yerine, suçlu kitleler yaratmaya çalışanlara inat, kendimi “sanık“ hissetmedim hiç. Asılsız trajikomik iddialar, niyet okumalar ve kötücül kurgulardan oluşan, gerçeklerden kopuk şuursuz bir orta oyununun “tanık”ı yani izleyicisiydim duruşmalar süresince. Tutuklanınca tanıklık halimden yerini “rehine” hissetme hali aldı… 7.8 Lik deprem ve artçılarıyla yaşanan on binlerce can kaybı ile bayağı ürktüm, acı çektim ve daha çok “ kurban“ hissetmeye başladım kendimi, sevdiklerimi, milyonları Seçimlerden sonra tekrar “tanık” ve “hak arayan özne” halime geri dönmeyi umuyorum.

Evet. Hapishanenin tanımlanmış koşulları içinde dört mevsimlik bir döngü tamamlandı. Bazı idrak ve saptamalar için fena olmayan bir süre sanırım. Tercih edilecek bir durum olmasa da; farklı yaş ve kesimlerden çok sayıda insanın yaşamak zorunda kaldığı ilginç bir deneyim bu. İlk iki ayını bir hücrede tek başıma geçirmeme rağmen tam bir tecrit hali değildi açıkçası. Bir nev-i zorunlu inziva denilebilir. Dışarıdaki hayat ile görüşçüleriniz ve sınırlı sayıda “sakıncasız” gazete, TV ve radyo kanalı içinden seçtikleriniz sayesinde, kendi deneyimlerinize tutunarak ve etkileşerek, ciddi ödünler vermeden yaşayabiliyorsunuz içeride… Daraltılmak istenen ufkunuzu sistematik düşünerek ve hayal ederek genişletebiliyor, size dayatılan dar alanların yarattığı ataleti, düzenli yürüyerek ve sadece kulaklıkla çalışan el radyosundan müzik dinleyerek üzerinizden atabiliyorsunuz. Türümüzün olumsuz durumlar karşısında kendisini kollama ve uyum sağlama kapasitesine şaşırıyorsunuz, ihtiyaçlarınız ise yaşanmışlıklarınıza ve doygunluğunuza göre yaş aldıkça minimize oluyor galiba. Haklısınız tarihteki benzerlerinin yanında yer olacak ders niteliğinde ibretlik bir dava olmaya devam ediyor “Gezi davası”… Yargıtay’a giden dava dosyası tutanaklarında 127 klasör, 4 karton dosya, 19 çuval evrak olduğu yazıyor. Düşünün kapladığı alanı ve harcanan enerjiyi… İçerik ise cesametiyle ters orantılı, “hukuk” kılıfına uydurulmaya çalışılan yalan dolan iddialar. Mantıken, mevcut iklimde bunca saçmalık içinden “doğru“ bir karar çıkması zor sanki. Siyasi hesaplaşma derdi olan bu davada olması gereken sonuca da ancak siyasi erkin değişmesi ile gidilebilir gibi görünüyor. Bu da ayrı acıklı bir durum zannımca. Şu anda acil ve önemli olan taleplerin karşılanması adresinin öncelikle sandık ve güvenli bir seçim ortamı olduğunu düşünüyorum. Anadolu ve Rumeli halklarının ferasetine güveniyorum. Umarım son çıkışı daha öncesinde kaçırmamışızdır.