Başkanlık hesaplarına “dur” demek, sandıktan bu yönde çıkacak pozitif bir sonuç elbette her şeyin çözümü anlamına gelmeyecektir; ama zorlu bir dönemeçte toplumsal muhalefetin tarihsel rolünü oynaması bağlamında önemli olacaktır. Devamında ayın 25’ine sarkan kesintisiz mücadele görevleri olacaktır

Gezi’nin yıldönümünde Haziran seçimleri

Mehmet Yeşiltepe - Yazar

Siyasal tekelleşme ve başkanlık
İsrail’in 60’ı aşkın insanı katlederek ve binlercesini yaralayarak yaptığı saldırıyı, “itidalli davranmak” olarak tanımlayıp tebrik eden, İran’la yapılan nükleer anlaşmadan ve Paris İklim Anlaşması’ndan çekilen bir emperyalist güç olarak ABD, dünya ölçeğinde devam eden hegemonya ve paylaşım savaşının üzerine oturduğu hesaplara ve muhtemel gelişme seyrine dair ipucu veriyor. Bu, aynı zamanda dünya ölçeğinde tekellerin nasıl bir yeni düzen amaçladıklarının da habercisidir. İşte siyasal tekelleşme olarak da tanımlanabilecek başkanlık veya o işlevdeki rejimler, sermayenin bu yönelimi ile doğrudan ilintilidir.

Burjuva siyaset tarzının bir döneminin sonunu işaret eden gelişmelerle, insan haklarından çevre haklarına, emek adına kazanılmış tüm haklardan nispi/şeklî de olsa demokratik öğeler taşıyan tüm kurum, işleyiş ve düzenlemelere kadar hemen her alanda bir çeşit “sıfırlamayla”, tekellerin doğrudan hâkimiyetini işaret eden yeni düzen arayışlarıyla karşı karşıyayız.

Rekabet ve tasfiye eşliğinde yaşanan tekelleşme ve merkezileşme, siyasal gericiliğin yanında siyasette doğrudan müdahaleleri koşulluyor. Tekellerin en büyüklerinin oluşturduğu oligarşi ile siyasal mekanizmalar arasındaki görece fark/mesafe giderek kapanıyor. Hızlı karar alan, gecikmesiz biçimde uygulayan bir işleyiş amaçlanıyor. Artık egemen sınıfların, halkın taleplerinin/eğilimlerinin şu veya bu oranda yansıdığı parlamentolara, biçimsel de olsa işleyen kuvvetler ayrılığına tahammülü kalmamıştır; tüm muhalif seslerin susturulduğu, tüm itiraz potansiyellerinin etkisiz hale getirildiği, emek-sermaye çelişmesinin sermaye lehine yeniden düzenlendiği bir darbe iklimidir; OHAL’in norm olarak dayatılmasıdır söz konusu olan.

16 Nisan’daki anayasal kapsam da onun devamı niteliğindeki 24 Haziran adımı da bu bağlam içinde ele alınmalıdır. Erken-baskın seçim kararı, bir yanıyla ekonominin sürdürülemez hale gelen gidişatı ile ilintili ise de diğer yanıyla, sıkışan ve yeni saflaşmalar eşliğinde süreci zorlayan ABD’nin bölge politikaları konusundaki acelesiyle doğrudan ilintilidir. Gerçekte acelesi olan, 2019’a kadar bekleyemeyen emperyalizm ve işbirlikçi sermayedir. Erdoğan, onlar adına muhtemel politikaları hayata geçirmek üzere adaydır.

Anımsanacak olursa, KHK ile Savunma Sanayi İcra Komitesi ve Savunma Sanayi Müsteşarlığı Erdoğan’a bağlanmıştı. Yürütmede tekleşme ve ekonominin askerileştirilmesi yönünde atılan adımlar, silahlı İHA, güdümlü mermiler, savaş gemisi, tank vb. üretiminin hızlanması, yalnızca yandaş sermayenin desteklenmesiyle değil, aynı zamanda emperyalizmin Ortadoğu’dan Afrika’ya ve Balkanlar’a kadar uzanan politikalarıyla ilişki içinde değerlendirilmelidir. Bu da başkanlık rejimine karşı durmanın, emperyalizmin ve işbirlikçi sermayenin politikalarına karşı durmak anlamına geleceğini gösteriyor.

Hâlâ hafızalardadır; Süleyman Demirel, SEKA arazisini Ford-Koç ortaklığına bedelsiz olarak verdiğinde itiraz edenler olmuş, o da “Vermişsem ben vermişim gerekirse Çankaya Köşkü’nün bahçesini bile veririm” demişti. İşte bugün gelinen nokta, gerçekte tüm ülkenin tekellere peşkeş çekilmek üzere Saray’ın bahçesi olarak görülmesidir. Amaçlanan ise, AKP eliyle 16 yıldır adım adım örgütlenmekte olan açık faşist rejimin finalidir.

24 Haziran’ın farkı/önemi
24 Haziran seçimlerinin, birbirinin muadili burjuva partilerden birinin yerini diğerine bıraktığı, nöbet devri niteliğindeki süreçlerden farkı, bir rejim değişikliğini ifade etmesidir. Bu, aynı zamanda süreçte geliştirilecek direncin tarihsel önemini de artırmaktadır. Bu türden süreçler, devrimcilerin ve halkın omuzlarına darbe dönemlerinde, açık faşizme geçiş anlarında olduğu gibi özel sorumluluklar yükler.

Sandık, böylesi dönemlerde gündeme gelecek dirençler ve geliştirilecek dalgakıranlar içinde, başvurulacak araçlardan sadece biridir. Üstelik yapılacak çalışma basitçe bir “oy toplama” çalışması olarak görülmezse ve halkın mevcut sorunları üzerinden politik yaşama katılımı sağlanabilirse, görülecektir ki bunun sandığı kazanma anlamında da olumlu sonucu/yansımaları olacaktır. Böyle bir çalışmanın, sandığı temel alan parlamentarist duruşla bir ilgisi yoktur. Örneğin Emma Goldman’ın “Oy vermek bir şeyleri değiştirseydi yasaklanırdı” biçimindeki değerlendirmesi veya parlamentonun “sistemin ayıbını örten asma yaprağı”, “domuzlar ahırı” vb. olarak görülmesi, oya/sandığa dair farklı bağlamlar içinde geliştirilmiş eleştirilerdir.

Bugün söz konusu olan, 16 Nisan’ın devamı bir çeşit referandumdur. Aynı zamanda Meclis seçimleri yapılacak olsa da süreç, bir rejim değişikliği yönünde tasarlanmıştır. Dikkat edilirse, Bakanlar Kurulu‘na KHK çıkarma yetkisi verildi. Yani Meclis‘e dönük hesaplarla başkanlık hesapları iç içe geçmiş durumda. Bu tarihsel kesitte, dönemsel olanın stratejik olanla, sandığın sokakla, itirazın alternatifle ilişkisini kuran, Haziranca “Tamam” deyip geleceği Haziranca yeniden kurmayı amaçlayan bir duruşa/harekete ihtiyaç vardır.

25 Haziran ufkuyla birleşik mücadele
Başkanlık hesaplarına “dur” demek, sandıktan bu yönde çıkacak pozitif bir sonuç elbette her şeyin çözümü anlamına gelmeyecektir; ama zorlu bir dönemeçte toplumsal muhalefetin tarihsel rolünü oynaması bağlamında önemli olacaktır. Devamında ayın 25’ine sarkan kesintisiz mücadele görevleri olacaktır. Özellikle o noktada yönelimler, duruş ve ittifaklar uzun vadeli mücadele perspektifiyle biçimlenecektir.

Sürece bütünlüklü bakanlar, sürprizler dahil hemen her olasılığa hazır olmalıdır. Bugünden başlayarak hiç vakit kaybetmeden halkın öz örgütlenmelerinin geliştirilmesi, her koşulda ihtiyaç haline gelecek olan kalıcı araçların tesisi için olmazsa olmaz önemdedir.

Devrimciler, başkanlığa geçişi önlerken alternatif olarak eskiye dönüşü savunmaz; emeğe, laikliğe, antiemperyalizme, halkların kardeşliğine dayanan bir programın hayata geçmesi için gerekli araç ve yöntemleri geliştirir.


gezi-nin-yildonumunde-haziran-secimleri-465621-1.
Gezi sürecinde sokakta oluşan fiili ittifak, öne çıkarılan talepler, itirazın çap ve niteliği, bugün için “ne yapmalı?” sorusunun yanıtına dair bir ipucudur. 16 Nisan’da olduğu gibi bugün de “Hayır” bağlamında oluşan toplamın fiziki bileşimi yanıltmamalıdır. Eğer “Tamam”dan sonra “mücadeleye devam” ihtiyacı doğacaksa, bilinmelidir ki bunun zemini, ufku, araç ve yöntemleri “sol” olacaktır.


İnsanların gündelik hayatlarında karşılaştıkları sorunların gerekleri ile köklü çözümlerin gereklerinin aynı mücadele hattında ortaklaştırılması da devrimcilerin yol göstericiliğini gerektirir. Ülkemizde toplumsal muhalefet, sosyoekonomik nedenlerle parçalıdır. Bu parçalılık, birleşik mücadelenin önemini artırırken aynı zamanda farklı zeminlerden yükselen taleplerin ortaklaştırılması kadar politikleştirilmesini de gerektirir ve bu politikleşme oranında gündelik sorun, stratejik sorunun bir parçası/basamağı haline gelir.

Bugün sistemin halk/emek karşıtı niteliklerini ve ezilenlerin potansiyel gücünü görünür kılmak, halk kesimlerinin mücadelede daha etkili rol alabilmesinin ön koşuludur. Başkanlığa içkin haldeki hesapların emperyalizmin dönemsel politikalarıyla dolayısıyla da Türkiye’ye yüklenen taşeronluk işleviyle ilintisi anlaşılabildiği, bu gerçeklik görünür kılınabildiği ölçüde, 24 Haziran’da önü kesilenin gerçekte emperyalist politikalar olduğu daha net biçimde görülecektir. Bu alanda da kolektif bir çabaya ihtiyaç vardır. Bu çaba, sandığı küçümsemeyen ama sandığa da sığmayan bir perspektifle örgütlenmelidir.

Gezi’den Haziran seçimlerine ve geleceğe...
Bu süreçte başarı öncelikle, bir özgüven gerektiriyor. Çünkü iktidar eliyle halka yönelik olarak yıllara yayılan biçimde bir yıpratma ve içeriksizleştirme söz konusu oldu. 16 yıllık AKP iktidarında halkta bir özgüven yıpranması yaşandı. “AKP devletleşti, artık istediği her sonucu elde eder, biz süreci değiştiremeyiz” kanaati güçlendi. Amin Maalouf’un bir sözünden esinle söylersek, her şeye üzülen, mutsuz ama değiştirebileceğine inanmadığı için bir şey yapmayan bir toplumsal kesim oluştu. Özellikle erken seçim kararı verildiğinde bu eğilime bir de şaşkınlık eklendi. Bugün, gerek bu kesim gerekse gidişattan rahatsız olmasına rağmen benzer edilgenliklerin etkisi altında olan herkes, bu kanaatin/yönlendirmenin etki alanının dışına çıkmalıdır.

Gezi sürecinde sokakta oluşan fiili ittifak, öne çıkarılan talepler, itirazın çap ve niteliği, bugün için “Ne yapmalı?” sorusunun yanıtına dair bir ipucudur. 16 Nisan’da olduğu gibi bugün de “Hayır” bağlamında oluşan toplamın fiziki bileşimi yanıltmamalıdır. Eğer “Tamam”dan sonra “mücadeleye devam” ihtiyacı doğacaksa, bilinmelidir ki bunun zemini, ufku, araç ve yöntemleri “sol” olacaktır.

Sınıflar mücadelesinde üretilen ve özgürleşme yürüyüşünde basamak oluşturan değerler de yöntemler de ilerici insanlık adına bir birikimi ifade eder. Örneğin Gezi’de olduğu gibi komün kurmak ve bu komünü barikatlarla tahkim edip forumlarla geliştirmek, katılımcıların aidiyet ilişkisinden bağımsız olarak “sol”du; sol değerlerin somutlanmasıydı.
Gezi’nin bir özelliği de uzun bir aradan sonra alternatifi soyuttan somuta indirmesi, mücadelede de alternatifte de birleşik mücadelenin önemini, ihtiyaca uygun olarak güncellemesiydi.

Devrimciler için temel olan, özgürlük ufkuyla örülmüş alternatif çalışmalardır. Ancak bunun konjonktürel olarak başarılamadığı durumlarda, mevcuttan çok daha karanlık bir gidişata “dur” demek de güncel bağlamda öncelikli bir görev haline gelebilir. Tabii o aşamada da tutarlılık, ilkelilik, doğru bulunmayan bir programa yedeklenmemek, bir özne olmaktan çıkıp bir “yedek” haline düşmemek önemlidir.

Sürecin sıradan bir seçimden çok öte anlamlar taşıdığı kavranabildiği ve hem sandıkta kazanmanın önemi hem de devamında halkın alternatifsiz olmadığı anlatılabildiği ölçüde, kalıcı ve yarının mücadele ihtiyaçlarını karşılayacak türden örgütlenmelere dikkat çekmek daha da önemli/anlamlı hale gelecektir.

Zemin, çeşitli açılardan umudu politikleştirmeye ve geleceği kazanmaya uygun dinamikler taşıyor. Süreç, bu bilinçle ve bugünden mücadelenin tüm gereklerini bağrında taşıyan bir nitelikle karşılanabildiğinde ve sandığın kazanılması halinde dahi “bu daha başlangıç mücadeleye devam” denilebildiğinde, daha ileri ve kalıcı kazanımlar barındıran stratejik ufuklu kulvara girilmiş olacaktır.