Soma’da işçileri, sokaklarda kadınları, Roboski’de gariban köylüleri, Reyhanlı’da insanlarımızı, Gezi’de gençlerimizi, Kobane’de Kürtleri, Madımak’ta Alevileri katleden şiddetin aklı ve argümanları hep aynı.

Gezi ve Kobane niçin benziyor?

EMRAH ALTINDİŞ - @Emrah_Altindis

Eğer canımız Berkin Elvan, Ali İsmail Korkmaz ve Gezi’de yitirdiğimiz tüm o güzel çocuklar katledildiğinde, diğerleri gözlerini yitirdiğinde, yaralandığında çok üzülenlerdenseniz bu yazı sizin için yazıldı. Basit ve doğrudan bir soru ile başlamak istiyorum. Berkin ve Ali İsmail’i devlet aynı zalimlikle Gezi protestolarında değil de Kobane eylemlerinde katletse bu acıyı, aynı şekilde hissedecek miydiniz? Eğer Kobane eylemlerinde katledilen insanlara aynı şekilde üzülmedim diyorsanız, bu çarpıklığa daha yakından bakmamızda yarar var. İnsan Hakları Derneği’nin geçtiğimiz gün yayınladığı  rapora göre Kobane eylemleri sırasında 46 insanımız öldürüldü, 682 kişi yaralandı, 1974 kişi gözaltına alındı, 323 kişi tutuklandı, 38 kişi gözaltında işkence gördü. Türkiye iki gün içerisinde 90’lı yılların karanlığına döndü, sokağa çıkma yasakları ilan edildi, tanklar şehirlere indi, faşist güruhlar sokaklara çıkartıldı ve siyasetçiler yine nefret saçmaya başladılar. Ne yazık ki katledilen bu kırk altı canın değil hikâyeleri, birer resimleri dahi yayınlanmadı, sanki arkalarından kimse ağlamamış, hiç yaşamamışlar gibi, birer rakam olarak temsil edildiler haberlerde; tıpkı 90’lı yıllarda öldürülen insanlarımız ya da her gün süren işçi katliamlarında olduğu gibi. Rapora göre ölümlerin çoğu Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı şehirlerde, aşırı dinci-faşist güruhlar ya da kolluk güçlerince gerçekleştirildi. Katillerin sırtları sıvazlandı, gerekli soruşturmalar halen başlatılmadı.

Erdoğan’ın Gezi ve Kobane konuşması

Kobane direnişini destekleyen eylemler sırasında iktidar çevreleri Gezi sırasında kullandıkları argümanlara sarıldılar. İşin en garip yanı ise zamanında Gezi’yi savunmuş, hatta katılmış pek çok bireyin iktidarla aynı dilde konuşmaya başlamasaydı. Sosyal medyada en çok şunları duyduk, Kobane ve Gezi protestoları benzemiyor çünkü onlar kamu malına zarar vermiş, arabaları, otobüsleri yakmış, dükkanları yıkmış, yağmalamış, ortalığa molotof kokteylleri atmışlar, aralarında PKK üyeleri çoğunluktaymış, bu bölücüler Türk bayrağı yakmışlar, Atatürk büstlerine saldırmışlar…  Şimdi bu çokça duyduğumuz söylemleri akılda tutalım ve Erdoğan’ın 12 Haziran 2013’de Meclis’te Gezi’ye dair yaptığı konuşmayı hatırlayalım:

“…Kamu malları zarar görmüş, halka hizmet veren otobüs durakları, belediye otobüsleri ağır şekilde tahrip edilmiştir. Esnafın dükkanları yağmalanmış, yakılmış, yıkılmış… Şiddet sarmalına dönüşen bu olayları masum bir direniş, demokratik bir hak arama mücadelesi olarak görmek mümkün değildir… Ankara’da yapılan vandallıklar Taksim Gezi Parkı’ndan güç almış, ilham almıştır. Taksim Gezi Parkı eylemlerini bahane edenler, Türk Bayrağını yakacak, Taksim Meydanı’na illegal paçavraları devletin kurumuna aşacak kadar, o bölücü posterleri asacak kadar alçalmışlardır… İşte bu sabah bakıyoruz bir eylemci elinde molotof kokteyliyle TOMA araçlarına molotof kokteylini atıyor ve o arada da yine bir başka yerde atılan molotof kokteylleriyle iki tane TOMA aracımız yanıyor…”

Erdoğan bu kez Cumhurbaşkanı olarak Kobane eylemlerine dair yaptığı yazılı açıklamada yine aynı şeyleri söylüyor:

“…Kobani kasabasına yönelik terör saldırıları bahane edilerek, Türkiye’nin çeşitli şehirlerinde sahnelenen şiddet eylemleri ve yaşanan can kayıpları en büyük üzüntü kaynağımızdır. Can kayıplarının yanı sıra, mülke de zarar verilmesi, kamu binalarının, özellikle okulların, esnafın, sivil ve resmi araçların, Kızılay yardım araçlarının, belediye otobüslerinin hedef alınmış olması, şehirlerimizdeki huzur ortamının hedef alınması, elbette kabul edilebilir bir durum değildir…”

Peki Erdoğan ve devlet hem Gezi’de, hem Kobane dayanışma eylemleri karşısında aynı söyleme ve dehşetli devlet şiddetine tutunmuşken, Gezi’yi destekleyen insanlarımızın bir kısmı neden bu argümanlara inanmayı, dahası aynı dili konuşmayı tercih ettiler? Aydınlık, Sözcü, Halk TV gibi Gezi’yi destekleyen yayınlar, neden sokakta TOMA’ya, gaza, devlet şiddetine karşı direnen insanlara karşı bu kez AKP’nin dili ile, Yeni Şafak’ın, Sabah’ın dili ile konuşmaya başladılar? Sanıyorum tüm bu soruların cevabı yıllardır topluma uygulanan zehirli ırkçı politikalarda ve yayınlarda gizli. Yıllardır Kürt sorunu konusunda Penguen medya tarafından bilgilendirilen insanlar, aynı alışkanlıkla ne duydularsa inanmayı tercih ettiler, Gezi’de kendilerine ülkenin orta yerinde yapılanları unutup, belki çok da düşünmeden AKP’nin söylemi arkasında sıralanıverdiler. Savaşın Tanıkları belgeseli basının hepimizi Kürt sorunu konusunda nasıl manipüle ettiğini ve aslında halen işlenen suçlarda ne kadar büyük sorumluluğu olduğu çok güzel anlatıyor. Aynı manipülasyon bu kez sol yayın organları dışında tüm yayınlar tarafından Kobane eylemlerine karşı dile getirildi. Bu noktada ırkçı olmayan herkes bir özeleştiri yapmakla yükümlü zira insan hakları Türk için de, Kürt için de, PKK üyesi için de, polis için de aynıdır, değişmez.

Peki şimdi ikinci soruya geçelim, Gezi’yi savunan bir insan neden Kobane’yi de savunma sorumluluğu taşıyor? Çünkü Kobane ve Gezi benziyor, hem de çok benziyor. Kimi farklılıkları saymak mümkün olsa da, Kobane’nin karşı karşıya kaldığı kitlesel katliam tehlikesini göz ardı etmesem de, Kürt sorununun uluslararası boyutunun ve karmaşıklığının farkında olsam da bu böyle, bu iki yeni yaşam pratiği iki kardeşin benzerliği kadar hakiki.  Neden bilmem, bu benzerliği düşündükçe aklıma iki ismin benzerliği geliyor, Ahmet Kaya ve Hrant Dink. Belki de onların o samimi sesleri hem Gezi’yi, hem Kobane’yi yıllar evvelden müjdelediği, her ikisinde yitirdiklerimizin yasını yıllar evvelden tuttuğu için. Keşke 2013 yazının görkemli İstanbul’unu ve şimdi kahraman Kobane direnişini, ona destek için memleketin dört bir yanında sokaklara çıkıp, ölümü göze alan cesur gençleri görebilseydiler. Eminim her ikisi de Kobane’de, Gezi’de ne olup bittiğini, neden bu direnişlerin böylesine değerli ve benzer olduğunu sağcısı, solcusu, dindarı, dinsizi tüm Türkiye’ye anlatabilirlerdi. Tam da bu özelliklerinden ötürü herkesin yüreğine dokunabildikleri için önce medya ve yargının saldırısına uğrayıp, sonra da katledilmediler mi?

Gezi ve Kobane’nin benzerlikleri

İşte Gezi ve Kobane de aynen Dink ve Kaya gibi linç gecelerinde, gazete manşetlerinde, pusularda, yargı kararlarında öldürülmeye çalışıldı, çalışılıyor. Çünkü her ikisi de tıpkı onlar gibi toplumda beş benzemezin yüreğine aynı anda dokunup, her birini bir araya getirme potansiyeline sahip. Her ikisi de devrimci. Gelelim diğer benzerliklere… Bir kere Gezi de, Kobane de kadın. Direniş, hayat, inat, rengarenk varoluş, hepsi kadın. Gezi’de de her türlü özgürlükleri kısıtlanan, sokaklarda katledilen, Erdoğan’ın “kadın mıdır, kız mıdır” diyerek aklınca aşağıladığı kadınlar en önde direnmiyorlar mıydı? Sonra hem Gezi, hem Kobane-Rojava rengarenk. Gezi’de daha evvel bir araya gelemez dediğimiz insanlar aynı barikatlarda direnmediler mi? Kobane’de de başta Kürtler, Araplar, Aleviler, Nejat Suphi Ağırnaslı gibi Türkiyeli enternasyonalist devrimciler, Türkmenler, IŞİD’e karşı olan Sünniler hep birlikte direnmiyorlar mı? Hem Kobane, hem de Gezi direnişi yeni bir kardeşleşme, barış imkânı sunmuyor mu? Genç değil mi iki direnişte de başı çekenler?

Şimdi dönelim devlet şiddetinin, insan hakları ihlallerinin aynılığına. Bugün canımız Ali İsmail Korkmaz’ı ıssız bir sokakta linç eden zavallılarla, Kobane bahanesi ile Kürt mahallelerine saldıran, Kabil Okyayatan’ı tek başına yakalayıp defalarca bıçaklayan linçci güruh aynı.  Ankara’nın göbeğinde Ethem Sarısülük’ü başından vuran polis kurşunu ile Dargeçit’de Kobane için yürüyen Abdülkerim Seyhan’ı katleden jandarma kurşunu aynı.  İstanbul’da 14 yaşındaki Berkin Elvan ile Gaziantep’de 15 yaşındaki Süleyman Balcı’yı sokak ortasında katleden zalim akıl yine aynı. Bu memlekette halk, ne zaman hak, eşitlik ve özgürlük için ayaklansa hemen yalanlar girer devreye, penguenler, siyasetçiler yalan söylerler. Bu kâh Kabataş’ta linçe uğrayan başörtülü bacım, camilerde içki içtiler sahteliğinde olur, kâh İzmir’de Türk bayrağı yaktılar, Atatürk büstlerine saldırıyorlar… Yalanlar yine aynı. Peki neden sistem dün Gezi’yi, bugünse Kobane’yi tüm gücü ile yok etmek istiyor? Çünkü her iki yaşam pratiği de dünyaya başka bir varoluş modelini sunuyorlar. Eşitliği ve barışı savunan, insanların farklılıkları ile bir arada yaşayabileceği kapitalizmi sorgulayan yeni bir yaşam. Kobane tecrübesi, herkese bolca örnek gösterilen Avrupa Birliği ülkelerinden çok daha demokratik, özgürlükçü bir yönetim sistemi oluşturmuştu. Merak eden, bir araştırma için kantonları gezen, Boğaziçi Üniversitesi’nden Nazan Üstündağ’ın Rojava gözlemlerini okuyabilir. Halk Rojava’da, aynen Terzi Fikri’nin Fatsa’sında olduğu gibi, adım adım başka türlü bir yaşamı inşa ederken IŞİD çeteleri oraya yönlendirip, bu devrimi dört bir yandan boğmaya geldiler.

Şunu vurgulamak istiyorum, Soma’da işçileri, sokaklarda kadınları, Roboski’de gariban köylüleri, Reyhanlı’da insanlarımızı, Gezi’de gençlerimizi, Kobane’de Kürtleri, Madımak’ta Alevileri katleden şiddetin aklı ve argümanları hep aynı. Bu memlekette linçci güruhlar güvenlik güçleri izin vermeden volta dahi atamazlar. Bu korkunç şiddet sarmalı, hükümetin açıklamalarına bakılırsa önümüzdeki günlerde daha da artacak, dolayısı ile tüm gücümüz ile birbirimize sahip çıkmak, farklılıklarımızdan çok ortaklıklarımıza odaklanıp yan yana durmalıyız.  Barışı neden istediğimizi şu son iki günde yaşadığımız dehşetli devlet şiddeti tekrar anlatmış oldu. Barışı hep birlikte savunmalı ve muktedire karşı hep birlikte omuz omuza mücadele etmeliyiz. Adalet, insan haklarına saygı ve özgürlük talebimiz herkes için geçerli ve bu talep bugün Kobane’de tüm Ortadoğu halkları için savunuluyor.  Kobane ve Gezi’nin kardeşliğinde buluşalım, buluşalım ki demokratik bir Türkiye’yi, dünyayı kurabilelim. Diren Kobane!