Niyetinizi ve korkularınızı biliyor, bu beyhude çabalarınızı reddediyoruz! Çünkü Gezi’yi yaşadık, biliyoruz! Gezi Direnişi; bu ülke tarihinin en demokratik, yaratıcı, eşitlikçi ve en kapsayıcı barışçıl kitlesel hareketi.

Geziciler: Biz de halimizce Bedreddin’iz!
Çizim: Murat Başol

Avukat Ş. Can ATALAY

Silivri Cezaevi’nden yazdı. (Silivri 9 No’lu Cezaevi A/47).

Şeyh Bedrettin 606 yıl önce Aralık’ta Serez’de asıldı (18 Aralık 1416). Yıldönümlerinde anısına mutlaka birkaç yazı çıkar, paylaşımlar yapılır. Vesileyle ne zamandır ertelediğimiz bir borcu yerine getirelim.

Şeyh Bedreddin neredeyse her yerden uç verir. Siyasi savunmalarımızda mutlaka hatırlar ve hatırlatırız, konuşmalarımıza coşku ve vurgu katmak istediğimizde alıntılar yaparız, siyasi metinlerimizde göndermeler yaparız. Dünya Kupası vesilesiyle hatırladım, yakınlarda yitirdiğimiz Metin Çulhaoğlu bir futbolcuyu överken “Metin Kurt, futbolun Şeyh Bedrettin’i” benzetmesini yapar. Bu yazıda Anadolu ve Balkan halklarının birlikte yaşaması için dinsel ve toplumsal reformlar için mücadele eden Bedrettin’den söz açıp, Gezi’nin çoğulculuğundan altı yüzyıl öncesinin çoğulcu halk hareketine bir selam yollayalım.

Beraat ettiğimiz ilk Gezi yargılamasında Gezi Direnişi’ni bir yabancı komplosu ve fonla, parayla pulla lekeleme çabasına karşı, Gezi’yi “Memleket toprağındadır kökü, Bedreddin gibi taşır yükü” dizeleriyle anlattık. İkinci yargılamada da Bedrettin’in kelamı hep oracıktaydı.

Tarihimizde, bu topraklarda, Nazım Hikmet’in dizeleriyle “Rum gemiciyi ve Yahudi esnafı, kendisine kardeş edip” güçlü bir halk hareketini yaratmayı başaranları özellikle bugün, parça parça edilmiş toplumumuzda anımsamak önemli olsa gerek. Gezi günlerinde yeniden bir kardeşleşmeyi yaşadık. Özgürlük için her renkten toplumsal ve siyasal akımın, kişinin, çevrenin kardeşleşmesini yaşayan bizler, hem Bedreddinî hareketi çok iyi anlıyor, hem de bugünden düne uzanan köklerimizi görüyoruz.

Şeyh Bedreddin’in sosyalist hareket üzerindeki geniş etkisi önemli ölçüde Nazım Hikmet’in eseridir. Ülkemizdeki eşitlik ve özgürlük mücadelesinin en önde sözcülerinden olan Nazım Hikmet, Anadolu ve de Balkan halklarının devrimci bir öz taşıdığını kanıtlayan tarihsel bir gerçeklik olarak Bedreddin’i aldı ve işledi. Çoğumuzun neredeyse ezbere bildiği coşkulu satırları bize tarihi anlatırken aynı zamanda bugünkü mücadelemizin amacını da anlatır. Bedrettin Destanı’ndan “Hep bir ağızdan türkü söyleyip /… / hep beraber sürebilmek toprağı” satırlarını okurken yalnızca tarihi okumayız, bugünün mücadelesini, kendimizi görürüz. Evrensel özgürlük bilincinin bu topraklardaki tarihsel köklerini keşfederiz. Nazım’ın destanı “dünü bugüne, bugünü de yarına bağlar”.

Büyük bir coşku, moral kaynağı olan ve mücadelemizin tarihsel sürekliliğine işaret ettiğinden ne zaman davamızı kararlıca savunmak için sözler arasak, ne zaman geleceğimize ilişkin umudumuzu anlatmak istesek Bedreddin’i ve Nazım’ın dizelerini hatırlarız.

Nazım, destanında yenilgiyi anlatırken “Tarihsel, sosyal, ekonomik şartların zaruri neticesi bu! / deme, bilirim! / O dediğin nesnenin önünde kafamla eğilirim / Ama bu yürek / o, bu dilden anlamaz pek…” satırlarını yazar. İşte burada Nazım’dan birazcık ayrılalım ve Marksist tarihçi Ernst Werner’e geçelim. Asıl maksadımız bir tarih metni yazmak değil “dünü bugüne ve yarına bağlamak” olduğundan sözkonusu tarihsel olay nasıl bir bağlantı veriyor, bakalım.

Nazım’ın dizelerinde epeyce bir “erkenlik, yenilginin kaçınılmazlığı” sezinleriz. Bir bakıma haksız da sayılmaz. 20. yy’de başarılamayan 15. yy’de nasıl başarılacak? Nazım’ın burada Marks’a gönderme yaptığı açık: “bütün üretken güçleri gelişmeden hiçbir toplumsal düzen asla ortadan kalkmaz ve yeni, daha yüksek üretim ilişkileri, varoluşlarının maddi koşulları eski toplumun rahminde olgunlaşmadan asla ortaya çıkmaz.” Acaba Bedreddin Hareketi (hassaten Şeyh Bedreddin’in görüşleri ve eylemi) Marks’ın “asla”ları kapsamında mıdır?

İşte Ernst Werner bize Bedreddin hareketinin “o zamanın koşulları içinde gerçek tarihi bir alternatif” olduğunu anlatıyor. Ama önce, aktaracağımız yaklaşımla aynı içeriğe sahip daha güncel bir alıntı yapalım.

Yunanistan’da Siriza hareketinin lideri Aleksis Çipras başbakanken Gümülcine ziyaretinde Bedreddin’i anar: "Sizin bölgenizden çok değerli bir insanın olduğunu biliyorum, ona karşı büyük saygım vardır ki o da Şeyh Bedrettin'dir. Türk ve Yunan'dı. Ancak her şeyden önce Trakyalılık kökenine karşı saygısı vardı. Dindardı. Ancak haksızlıklara karşı, Trakya halkının kamusal çıkarlarını korumak için sonuna kadar mücadele etti ve hayatını verdi. Bir insan ki, bazı kişilerin kendi varlıklarını güçlendirmek için aramıza koyduğu mesafeleri kaldırdı. Bu insan örneğimiz olmalı. Hep beraber, bütün gücümüzle çalışmalıyız…” (25 Kasım Cuma 2016).

Bu konuşmadaki Trakyalılık, kamusal çıkar, aramızdaki mesafeyi kaldırmak … tespitlerinin altını çizerek bir kenara not edelim.

Werner bize Bedreddin’in gününün koşullarına denk düşen gerçekçi bir sosyal reform programı önerdiğini söylüyor. Müslüman halk ile diğer halklar arasında bir ayrım gözetmiyor, ortaklık öneriyordu. Gazilik fikrini, cihat düşüncesini bir yana bıraktı. Yenenleri ve yenilenleri yeni bir devlet sistemi içinde kaynaştırmayı amaçlıyordu. Fetihçi, gazaya dayanan bir devlete karşı halkların ortak yaşamını amaçladı. Bu ortaklığı kolaylaştıracak biçimde dinlerin eşitliğini ilkesini savunuyordu. Dinsizi ya da kafiri değil, kardeşi ve insanı arayan yeni bir dini yaklaşım öneriyordu. Farklı milliyetlerden ve dinlerden halkların sentezi fikrine dayanıyordu.

Hâkim olan ve hâkim olunan bir dinin yerini, hoş gören ve hoş görülen bir din almalıydı: Yenenle yenileni ortak bir nüfuz altında birleştiren yeni bir devlet ideali.

Bedreddin, “… iki düşman din arasında gerçek bir uzlaşma … alt sınıflar üzerindeki yükün hafifletilmesini de amaçlayan dinsel ve toplumsal bir reformcu …” programa sahipti. Bedreddin, büyük feodal toprak tekeline karşı çıktı. O, tarım alanlarının ve meraların “mülk” edinilmesine karşı çıktı. Göçerlerin meraları, küçük köylü toprağını özgürce kullanabilmesi için feodal mülke karşı ortaklığı savundu.

Böylesi bir program Balkanlar’da o gün için bambaşka bir siyasal ve toplumsal perspektif önermek demekti. Halklar bu perspektifi kavradıklarından Nazım Hikmet’in dizeleriyle “Rum gemiciyi ve Yahudi esnafı kendisine kardeş edip” döneminin en güçlü halk hareketini yaratmayı başardılar. Bedrettin hareketi, Müslüman ve Hıristiyan küçük köylülerin hareketi oldu. Şeyh Bedrettin'in esas alanı hukuktu, düşüncesinde “adalet” fikrinin önemli bir yeri vardı.

Buraya kadar söylenenleri günümüz diline tercüme edersek farklılıkların bir arada olduğu, eşitlik üzerine kurulu, hoşgörüyle ve ortak çıkarlarla bağlı çok renkli, çoğulcu bir hareket ile karşı karşıya olduğumuzu görmekteyiz. Bedreddinî hareketin bastırılmasıyla artık meydan gaza ve fethe kalır. Halkların kardeşliği yerine ezen/ezilen ilişkisi hâkim olur. Werner konuyu şöyle özetliyor: “Eğer Şeyh Bedreddin kazanmış olsaydı, Balkan halkları, aynı zamanda Türk halkı, daha sonraki yıllarda çekmiş oldukları acıları çekmemiş olacaklardı.” Bedreddin’in ölümüyle fethedenlerin ve fethedilenlerin uzlaşması ve eşit haklı ortaklık üzerine inşa edilecek yeni devlet sisteminin inşasına dair son olanak da tükendi.

Bedreddin’in Balkanlarda 15. yy’de “fethe ve gazaya karşı halkların kardeşliği” sesi bastırıldı. 18. yy’ye, Velestinli Rigas’a kadar duyulmaz olur. Rigas, esas olarak Helen ruhunun devamı olarak gördüğü ve “dünyanın en güzel devleti” diye nitelendirdiği Osmanlı Devleti içinde, bütün ulusların, “din ve dil farkı gözetmeden Hellenler’in, Arnavutlar’in, Ulahlar’ın, Ermeniler’in, Türkler’in ve başka ulusların” bir arada yaşayacakları ve hiçbir ulusun öteki uluslar üstünde egemen olamayacağı bir düzen kurmak için mücadele etmiştir. İlk anayasa yazıcısıdır.” Rigas, Fransız Devrimi etkisiyle ve eşzamanlı olarak eşitlik, özgürlük, kardeşlik çağrısıyla Osmanlı Devleti’nin çoğulcu bir temelde anayasal yeniden inşasını savunan bir devrimciydi (Vikipedi ve Niyazi Berkes: Türkiye’de Çağdaşlaşma). Berkes, Rigas’ın Bektaşi tekkelerinde saklandığını ve Bektaşi kıyafetiyle dolaştığını yazar.

“Çoğulculuğun Sesi” yine bastırılır. Ta ki Balkanlarda sosyalist hareket çıkana kadar. Sosyalistlerle birlikte “Balkan Federasyonu” konuşulmaya başlanır. İkinci Savaş sonunda Tito’nun Yogoslavya’da sağladığı federatif birliğe Bulgaristan sosyalistleri de dahil olur. Anlaşmalar hazırlanır, siyasi çerçeve oluşturulur. Ancak tamamlanamaz. Sonrası hepimizin malumu…

Yüzyılları kapsayan hızlı turumuz bize çoğulcu bir yaşam kurmanın olanaklarını kaçırdığımızda yaşadığımız eziyetleri gösteriyor. Ülkemiz, istibdat rejimlerini sürdürmek için bilerek isteyerek parça parça edildi, kutuplaştırıldı. Ülkemizi demokratik bir çoğulculuk fikriyle yeniden kurmamız gerekiyor. Yüzyıllar önce Bedreddînilerin yaptığı gibi “Rum gemiciyi ve Yahudi esnafı kendimize kardeş edip” demokratik cumhuriyet hedefiyle yürüyebiliriz. Gezi Davasında Mücella Yapıcı ve Tayfun Kahraman ile “Müşterek Sözümüz”de aynen bunu söyledik:

Niyetinizi ve korkularınızı biliyor, bu beyhude çabalarınızı reddediyoruz! Çünkü Gezi’yi yaşadık, biliyoruz! Gezi Direnişi; bu ülke tarihinin en demokratik, yaratıcı, eşitlikçi ve en kapsayıcı barışçıl kitlesel hareketi. Hep birlikte konuşup karar vermenin, fikri ve hayatı paylaşmanın, yaşama her boyutu ile sahip çıkmanın duvar yazısı olmuş hali.

15. yüzyıldan başlayarak Anadolu’da ve Balkanlar’da doğruluk, dürüstlük, erdemli ve adil olmayı anlatmak için “Ben de halimce Bedreddinem” sözü kullanılmaya başlıyor. Yüzyıllar sonra da milyonlarca insan “Biz de halimizce Bedreddiniz” diyerek geleceğe yürüyor, farkında olsun ya da olmasın köklü bir geleneği selamlıyor.

Alıntıların yapıldığı kaynaklar:

Ernst Werner, Şeyh Bedrettin ve Börklüce Mustafa, Kaynak Yayınları, 2009.

Ernst Werner, Büyük Bir Devletin Doğuşu, Yordam Kitap, 2014, sayfa 261-282 arası.

Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Bilgi Yayınevi, 1973, sayfa 137-140 arası.