Gezide Bir Gün

ERCAN MEHMET ERDEM-emerdem

Gezi Parkı direnişine eşim Pınar’la birlikte katıldık. Her gün Bostancı’dan gidip geliyorduk. Bir defasında önce kahvaltı yapalım dedik ve Bağdat caddesinde bir mekana oturduk. Geceden kalmayız ikimiz de. Önceki gün saatlerce gaz yemişiz, kendimize gelemiyoruz. Tostları yemeye başladığımız sırada önümüzden orta yaşlı, bakımlı kadınlar ellerinde Türk bayraklarıyla Şaşkınbakkal tarafına doğru yürüyüşe geçmeye başladılar. Her kesimden insan ayaktaydı, elinden geldiğince tepki veriyordu. Güne güzel başlıyoruz derken kortejden bir hanımefendi durdu, kahvaltı yapmakta olan bizlere bağırmaya başladı; “Kalkın, oturmayın, ne duruyorsunuz, ayıp be ayıp, terbiyesizler, ülke ayağa kalkmış oturmuş yemek yiyorsunuz, Allah belanızı vs...” Bir yandan da yanındaki arkadaşına “çek bunları çek” diye talimat veriyor, arkadaşı da iphone’nuyla bizim gibi terbiyesizleri çekip ülkenin tıkınan gençleri olarak arşivine kaydediyordu. Fırçamızı yedik, çayımızı içtik, Beşiktaş dolmuşuna doğru yürüyüşe geçtik Pınar’la. Sarı dolmuşlarda kural, dolmuşun dolunca kalkmasıdır. Ülkemizin refahının sarsılmadığı günlerde yarım saat dolmasını beklemişliğim vardır. Ülke kaosa sürüklendiğinden insanlar sarı dolmuş kuyruğuna giriyordu. Gelen doluyor Beşiktaş-Taksim seferine çıkıyordu. Dolmuş geldi, binmemizle dolması bir oldu ve yolculuğumuz başladı.

Refahımızın sarsılmadığı günlerde sarı dolmuşlarda kimse kimseyle konuşmazdı. Efendi gibi sessiz sessiz yol alırdınız. İnsanlar ya telefonlarını çıkarır oyun oynar ya da kulaklığını takar müzik dinlerlerdi. O günlerde herkesin elinde deniz gözlüğü vardı ve yol boyunca koyu sohbet hakimdi. Yanımda oturan arkadaş doktor çıktı. Bizlere biber gazı yediğimiz takdirde neler yapmamız gerektiğini anlattı yol boyu. Yüzümüze gözümüze su vurmayacak, sütlü talcid püskürttürecektik. Gezi direnişi sırasında en kolay ulaşılan sıvı sütlü talciddi.

Beşiktaş’ta indik, ortalık fena karışmış durumda. İner inmez gözümüz genzimiz yandı zaten. Beşiktaş’ta Emrah (Serbes) ile buluşacaktık. Buluşma çok geç saatlerde gerçekleşti tabii, o saate kadar Beşiktaş’ın dar yokuşlarında gaza gelip oraya buraya koşturduk eşimle. Bende kondisyon sıfırdır, koşmaktan nefret ederim. Kırk yılda bir halı saha maçı yaparım, onda da kaleye geçerim, bir sürü gol yerim. Gözümü açamıyordum koşarken, telefon direklerine toslaya toslaya yardırıyordum ama takatim kalmamıştı. Pınar’a kaç defa ‘sen git, beni ardında bırak, daha fazla dayanamayacağım’ desem de kızcağız sağ olsun yanımdan ayrılmadı. Bir Fenerli olarak Beşiktaş’taki en mutlu günümdü. Hava karardığında kitlelerde coşku hakimdi, herkes kol kolaydı, direniş sonuç vermişti. Taksim’e, Gezi Parkına gidecektik.

Yürüyerek Beşiktaş’tan yola çıktık, Gümüşsuyu’ndan Taksim’e tırmanmaya başladık. Yol boyunca birçok noktaya barikatlar kurulmuştu. Barikatların büyüklüğünü ve kompleks yapısını görünce gözlerime inanamamıştım. İmece usulü bir mühendislik çalışması yapılmıştı. “Bunlar anca taş atmaktan anlar” diyen başbakan o barikatları görse bayağı şaşırır, fikri bile değişebilirdi. Binlerce insan köfte ve gaz kokuları eşliğinde mutlulukla yürüyorduk. Asker hastanesinin oraya geldiğimizde seyyar köfteciler sıra sıra diziliydi. Pınar’a dedim, “Gece uzun, mevzu derin, köfte yemek gerek.” Yarımşarları aldık, barikatları aşa aşa Taksim meydanına vardık. AKM’de Boyun Eğme yazıyor. Herkesin başı dimdik. Polis yok, yalnızca dünyanın en mutlu on binlerce insanı orada. İnsanlar kibarlıktan kırılacak neredeyse, birbirine saygıdan.

Emrah’ı aradım, “Neredesin dedim,” dedi, “Parktayım. Yakılmış olan belediye otobüsünün yanından geç, ben el sallayayım sana.” Polis daha fazla insanı öldürmesin diye halkımız tarafından yola enlemesine yerleştirilmiş olan Barikatüsün yanından geçip parka girdik. Parkın bir bölümü aşevi hizmeti veriyor, diğer bir bölümünde halaylar çekilirken, bir tarafta insanlar marşlarla coşuyor ve bu kez diklemesine, havaya doğru atılan havai fişekler kutlamalara eşlik ediyordu.

Birçok arkadaşımız oradaydı, kızlı erkekli muhabbet etmeye başladık. Bir süre sonra Beşiktaş tayfası Önder, Tuncer, Emrah ve ben dolanmaya çıktık. Barikatlarda nöbet tutanlarla konuştuk, bir istekleri olup olmadığını sorduk, asayiş berkemal mi diye bakındık, parka geri döndük. Dönerken hatıra fotoğrafı çektirmeyi de ihmal etmedik. Deniz gözlüklerimizle elbette.

Parka döndüğümüzde adaşım Mehmet Erdem de oradaydı, sarıldık. Sohbet ederken Emrah birden “Beşiktaş karışmış diyorlar, gidip bakalım hadi,” dedi. “Emin misin” dedim. “Önder’le Tuncer gitmişler,” dedi. “Nasıl lan şimdi yanımızdalardı, fotoğraf polaroid olsa daha kendine gelmemişti,” dedim. Twitter’a baktık hemen, öyle bir duyum henüz oraya ulaşmamış. Önder’le Tuncer ağır Beşiktaşlı iki dostum, bence Beşiktaş’ı özlediler. Bunu bildiğimden Emrah’a “Haybeye gitmeyelim, yürüyecek dermanım yok, kavga varsa sorun değil ama gideriz şimdi, yanlış alarmdır,” derken Emrah “Ne yürümesi, arabayla geldim ben,” dedi. Adam Gezi’ye Mini Cooper’uyla gelmiş, Cihangir’de bir otoparka koymuş. Pınar’dan izin aldım hemen, “Beşiktaş’a kavgaya gidebilir miyim” dedim, “Git, ben arkadaşlarla sohbet ediyorum,” dedi. Mehmet “Ben de geliyorum moruk,” deyince üçümüz Cihangir’deki otoparka yürüyüşe geçtik. Emrah 31 Mayıs sabahı evden çıkmadan haber kanallarına göz gezdirince cinnet getirmiş ve kendi kendine “Ben halkın yazarıyım, bu arabayı bana halk aldı, gidecem barikata koyacağım anasını satayım,” demiş. Ben de “Barikat yapacağın yere varana kadar sakinleştin herhalde, otoparka barikat kurduğuna göre,” deyince “Yok ya dedi, İstiklaldeki barikatın önüne çektim arabayı, Ahmet Kaya çaldığını duyunca alkışladılar. Bir çocuk geldi, ne yapıyon ağbi dedi, dedim barikata koyuyom. Ağbi kendine acımıyon da arabaya da mı acımıyon dedi, acımıyom dedim. Millet beni deli zannetti, sana değil arabaya yazık deyip kabul etmediler.” Sonra epey işe yaramış araba, önce biber gazından kalp krizi geçiren bir amcayı hastaneye kaldırmışlar, sonra da parka malzeme taşınmasına yardım etmişler arabayla.

Neyse bindik arabaya, çıktık yola. Arabanın camlarını açtık, bir yandan son ses Ahmet Kaya dinleyip bir yandan da ellerimizle zafer işareti yaparak ilerledik. Boynumuzda madalya gibi sallanan deniz gözlüklerimiz, zafer işareti, Mini Cooper, Ahmet Kaya... Tuhaftı. Emrah’la bende ses yok ama Allahtan yanımızda Mehmet var, sağlam eşlik ediyor ustaya. Beşiktaş’ta Kazan’ın oraya vardığımızda ortalık sakindi. Ara sokaklara bakalım, belki oralarda bir şeyler vardık dedik ama oralar da sakindi. Duyumun yanlış olduğunu anlayınca dönmeye karar verdik. Ara sokakların birinden aşağıya ana caddeye doğru inerken gördüğüm bir manzara var, herhalde ömrüm boyunca unutmayacağım. Kepenkleri kapatmış küçük bir mahalle bakkalı. Sahibi her kimse dükkanın önüne koymuş masayı, üzerini de sularla, meşrubatlarla, bisküvilerle donatmış ve A-4 kağıdına el yazısıyla şu notu yazıp bantlamış: Her Yer Taksim Her Yer Direniş!

Ve sonra ölümler başladı, 2 Haziran’da bir taksinin protesto yapan kalabalığın üstüne hızla girmesi sonucu Mehmet Ayvalıtaş öldürüldü. 3 Haziran’da Abdullah Cömert Hatay’da hayatını kaybetti. Güven parkta polis tarafından başından vurulan Ethem Sarısülük hayatını kaybetti, 14 Haziran. Medeni Yıldırım, Diyarbakır’ın Lice ilçesinde Kalekol yapımını protesto ederken polis tarafından açılan ateş sonucu öldürüldü, 28 haziran. Eli sopalı esnaf ve polisler tarafından dövülerek yoğun bakıma kaldırılan Ali İsmail Korkmaz 10 Temmuz’da aramızdan ayrıldığında 19 yaşındaydı. Başından gaz fişeğiyle vurulan Berkin Elvan 269 gün boyunca komada kaldı, 12 Mart’ta öldüğünde 15 yaşındaydı. Ahmet Atakan, Antalya’da katıldığı bir yürüyüşte polis saldırısı sonucu yaşamını yitirdi, 9 Eylül. O bakkalın önünde gördüğüm yazı hiç aklımdan çıkmadı, Gezi şehitleriyle beraber.