Google Play Store
App Store

Antakya Sanat Derneği Başkanı ve Kurucu Üyesi Edip Yeşil “Bu büyük yıkımın ardından herkes bir yerlere savrulurken, aydın sanatçının görevi karanlığın tam ortasında durup yıkıma umut ışığı olabilmektir” diyor.

‘Gitmedik buradayız’ diyerek çırpınıyoruz
Fotoğraf: BirGün

Nisa LEYLA

Antakya Sanat Derneği başkanı ve kurucu üyesi Edip Yeşil, Bertolt Brecht’in "Karanlık zamanlarda şarkı da söylenecek mi? Elbette, şarkı da söylenecek, karanlık zamanları anlatan" sözünü anımsatıyor.

Edip Yeşil

Hatay depreminden önce kafanda tanımladığın depremle yaşadığın depremi bize tanımlar mısın en kısa haliyle?

Yaşadığımız yer deprem bölgesi. Çocukluk dönemimizde anlatılan masallara, hikâyelere sızmış bu gerçek. Tarihsel anlatılardan Antakya’nın defalarca yerle bir olduğunu, Roma ve İskenderiye’den sonra dünyanın en büyük ve ihtişamlı kent olduğu bir dönemde yaşanan büyük depremle birlikte yok olduğunu biliyoruz. Ancak sadece biliyorduk. Deneyimleyerek acı bir şekilde öğrendik. Distopik filmlerde izleyebileceğimiz bir gerçek. Büyük bir yıkım, büyük bir kırılma anı.

Şu an nasılsın neredesin ne haldesin? Tabii ki bu sorunun yanıtı çoğul olacak zira senin yanıtın şu an Hatay’dakilerin yaşadığı yazgı.

İyi değiliz ve sanırım hiçbir zaman iyi olmayacağız. Bu söylemden sakın umutsuzluk çıkarılmasın, umudumuz var. Yaşanan yıkımın, kaybın bizimle birlikte hep var olacağını anlatmaktı derdim. Antakya’dayım. Depremin yaşandığı anlarda “buraya kadar” dediğimi hatırlıyorum. Sağ kurtulabileceğime ihtimal bile vermiyordum. Ancak bugün nefes alabilen şanslılardan biriyim, şanssız mı desem bilemedim! “Coğrafya kaderdir” demiş İbni Haldun. Bunu keder olarak da okuyabiliriz. Sanırım kimi coğrafyalar kederlidir. Antakya böyle bir kent. Tarihte sekiz defa yerle bir olan, ısrarla ve inatla yeniden kurulan bir kentten söz ediyoruz. İşte biz böylesi bir umudun ve kültürün taşıyıcıları olan çocuklarız. Yani İbn Haldun’un “coğrafya kaderdir” söylemini ters yüz ederek bu kaderi değiştirmek için kelimenin gerçek manasıyla çırpınıyoruz, “ma rihna nahna hon” (gitmedik buradayız) diyerek. Yıkık bir kentin bütün acılarını içselleştirerek yaşıyoruz. Cansever’in “İnsan yaşadığı yere benzer” dizelerinde olduğu gibi sanırım bu kente çok benziyoruz.

Neden terk etmiyorsunuz?

Antakya kadim bir kent. Birden çok uygarlığa ev sahipliği yapmış. Çok dilli çok kültürlü yapısı, tarihsel bağlamda da köklü bir tarihi var. Bu kentte insanın nefes diye içine çektiği mistik bir koku, belki biraz buhur, biraz şifa, biraz özgürlük ve aşk olmalı… İnsanı rahatlatan, sağaltan bir şey var bu şehirde. İşte bunu korumak ve yaşatmak için ayrılmadık. Kentin göğünde dolaşan bu ruh şimdi yaralı, acı çekiyor, iyileşmeye ihtiyacı var bizimle birlikte. Ancak biz birbirimizi iyi edebiliriz. Yani bizle bu kent var olabilir ancak.

Suriyeli Ghawwar Tavşi tiplemesiyle yakından bildiğimiz bir sanatçı var, Duraid Lahham. Suriye’ye yönelik saldırıların başladığı dönemlerde toprağını terk etmeyen sanatçılardan biri. Bir televizyon programında sunucunun sorduğu "Ölümle tehdit ediliyorsunuz sürekli, bu toprakları terk etmeyi hiç düşünmediniz mi?" sorusuna verdiği yanıt, "Anneniz hasta olsa gidip hemen başka anne mi arar, yoksa başında durup iyileştirmeye mi çalışırsınız?" olmuştur. Sanatçı umudun ta kendisidir diye düşünüyorum.

Nasıl bir hamle ya da hamleler umudunuzu/umudumuzu korur?

Umut hep var. Antakya. Bağıra bağıra, acı çeke çeke, donarak öldü; enkazın altında çürüdü insanlar. İlk üç gün devletin hiçbir kurumu yoktu. Çıplak ellerle yıkıntıların altındaki canları ölü veya sağ çıkarmaya çalıştık, bu kadar uzun bir zaman geçmesine rağmen halen de ulaşılamayanlar var. Büyük bir ruhsal kırılma… Umudun da kırıldığı, yaralandığı bir dönemi yaşıyoruz. Bunun etkisi kuşaklar boyu sürecek. İnsan aklının doğa üzerinde kurucu bir öge gibi davranmasının da hazin sonu bir bakıma. İkinci dünya paylaşım savaşı sonrasında olduğu gibi bu kırılmayı bize en iyi anlatacak ve çatlaklardan sızan ışığı geleceğe taşıyacak olan sanat olacaktır. Umudumuzu koruyacak olan şey de sanattır. Yıkımların ardından herkes bir yerlere savrulurken aydın sanatçının görevi karanlığın tam ortasında durup yıkıma umut ışığı olabilmek değil midir?

Bir de Hatay’da her türlü zorluklara rağmen, sanatsal çalışmalarını da görüyorum. Bize açar mısın?

Depremin ilk anlarında insanların barınma, ısınma, yemek gibi temel ihtiyaçların karşılanması konusunda koordinasyon merkezleri kurarak çalışmalar yaptık. İlerleyen süreçte sanat iyileştirir diyerek, yıkımın kayda alınması, unutulmaması ve elbette ki dayanışmanın sağlanması için Antakya Sanat Derneği olarak sanatçı dostlarımıza çağrıda bulunduk. Bu çağrımız çok hızlı bir şekilde karşılık buldu. TYS Ankara Temsilcisi Süreyya Köle, Aydan Yalçın, Yonca Yaşar, Selma Sayar, Gül Gülsün Yıldız gibi şair, yazar dostlarımız geldi. Ardından senin de aralarında bulunduğun TTB Ali Özyurt Kültür, Sanat ve Edebiyat Kolu organizesiyle Ayşegül Tözeren, Latife Tekin,  Ali İhsan Ökten, Altay Ökten, Hakkı Zariç, Deniz Durukan, Demet Parlar gibi çok sayıda şair, yazar, aktivist dost kentin sanatla yeniden inşa sürecine birer tuğla olmak için Antakya’ya geldi.

I. Antioche Felsefe Kampı bu dayanışma ağıyla ortaya çıktı. Latife Tekin, çalışmalarımıza destek olmak için adımıza öykü atölyesi yaptı. Tarihte defalarca yerle bir olmuş bir kenti yeniden ayağa kaldırmak için bir dizi çalışma yaptık. Önemli hafıza çalışmalarımızdan biri de deprem temalı fotoğraf, şiir ve metin sergisi oldu. Yazar dostumuz Adil Okay ve fotoğraf sanatçısı-yazar Özcan Yaman’ın katkılarıyla, birçok fotoğraf sanatçısına ulaşarak deprem bölgesinden çekilen fotoğrafları topladık. Tek tek kayıtları kolektif bir hafızaya dönüştürmek, sanat sağaltır ama aynı zamanda sorgulatır diyerek ilk sergimizi 17 Ağustos Gölcük depreminin yıldönümünde Ankara Mimarlar Odası’nda açtık. Ardından İzmir Karaburun Bilim Kongresi, Muğla Dalaman ve Mersin’de açtık.

Sanat bir çıkış olabilir mi? Ya da soruyu şöyle soralım: Böylesi kırılmalarda sanatın nasıl bir işlevi olmalı?

Aklıma, Mahmud Derviş’in “Şiir bir savaş uçağını düşüremez ama pilotun düşüncelerini etkileyebilir, değiştirebilir” sözleri geldi. Bence sanatın gücü tam da buradadır. Sanatın, yaşadığımız felaketin kayıplar noktasında geri getirme gibi bir işlevi olmaz elbet. Ancak hakikati estetik formlarla insanın yüreğine işler, felaketin ardındaki karanlığı görünür kılar. Sorgular sorgulatır, sağaltır da… Edebiyatçı Ercan Y Yılmaz’ın bir dergiye verdiği demeçte “Sanatla enkaz kaldıramazsınız ama enkaza geç gelen devletin yüzüne tokat atabilirsiniz” der.

Son olarak ne eklemek istersin?

Benzer acıların bir daha yaşanmaması için unutmamak, unutturmamak lazım en önemlisi de sorumluların mutlaka hesap vermesini sağlamalıyız. Söyleyeceklerimizi Bertolt Brecht’in cümleleriyle sonlandıralım; "Karanlık zamanlarda şarkı da söylenecek mi? Elbette, şarkı da söylenecek, karanlık zamanları anlatan."