Gladyatör filmi ne denli doğru?


Rânâ G. Kahramanyol

Film sanayii hatırı sayılır bir büyüklüğe ulaşmış vaziyette ve kendine malzeme sağladığı en önemli kaynaklardan biri de tarihin tozlu sayfaları. İnsanlığa yön vermiş önemli hadiseler filmlerde kimi zaman çok büyük değişikliklere uğratılmadan gerçeğe en yakın halleri ile işleniyor, kimi zaman da kazanç kaygısı ile ilişkilendirilebilecek çeşitli sebeplerden ötürü küçük yahut büyük ölçüde değişikliklere uğratılıyor. Biz, bu sayıda Gladiator filminin tarihi kayıtlarda geçen bilgiler ile ne ölçüde örtüştüğünü inceleyeceğiz. Başrolde Russell Crowe’un Roma ordusunda vazife yapan hayalî General Maximus Decimus Meridius’u canlandırdığı, 2000 yılında seyirciye sunulan Gladiator adlı filmde tarih ile örtüşmeyen değişiklikler mevcut.

Filmin konu aldığı dönemin başında Roma’da iktidarı iki kişi paylaşıyordu: Marcus Aurelius ve Lucius Verus. MS 96-98 yılları arasında, Domitianus’tan sonra tahtın sahibi olan Nerva ile Evlâtlık İmparatorlar Dönemi başladı ve Marcus Aurelius, manevi babası Antoninus Pius’tan sonra tahta çıktı. Antoninus Pius’un 7 Mart 161’deki ölümünün ardından Marcus Aurelius, manevi kardeşi Lucius Ceionius Commodus’u taht ortağı ilân etti ve ona Verus adını verdi. Böylece Roma iki iktidar ortağı tarafından idare edilmeye başladı. Marcus Aurelius daha sonra kızı Lucilla’yı Lucius Verus ile evlendirdi. Bu evlilikten çiftin kızları Aurelia Lucilla, Lucilla Plautia ve babası ile aynı adı taşıyan oğulları Lucius Verus dünyaya geldi. Lucius Verus tahminen MS 168 yahut 169 yılında ölünce de genç Lucilla dul kaldı. Kısa süre sonra da Tiberius Claudius Pompeianus ile evlendi. Bu evlilikten de Lucius Aurellius Commodus Pompeianus adını verdiği bir oğlu oldu. Filmde Lucilla, dul ve bir erkek çocuk sahibi olarak karşımıza çıkıyor. Oysa Commodus’un tahta çıktığı dönemde Lucilla’nın ne oğlu Lucius Verus ne de büyük kızı Aurelia Lucilla hayatta idi. Lucilla ise evliydi ve biri erkek öbürü kız iki çocuğu da hayatta idi. Filmde, Lucilla’nın o dönemde hayatta olan ve İmparator Commodus’u öldürme tertibine karışan küçük kızı Lucilla Plautia’ya yer verilmediği gibi hayatta olan oğlu Lucius Aurellius Commodus Pompeianus ve kocası Tiberius Claudius Pompeianus’a da yer verilmemiş.

Marcus Aurelius filmde, oğlu Commodus tarafından boğularak öldürülüyor ancak işin aslını tarih öyle yazmıyor. MS 31 Ağustos 161 tarihinde dünyaya gelen Commodus, doğduğu andan itibaren tahtın varisi olarak görülüyordu. Henüz 5 yaşında iken kendisine caesar, 16 yaşında iken de tahtı müjdeleyen augustus unvanı verilmişti. Marcus Aurelius henüz hayatta iken, hastalandığı dönemde, ölümünün ardından çıkabilecek bir taht kavgasını önlemek maksadı ile oğlu Commodus’u bizzat halefi ilan etmiş idi. İmparator MS 17 Mart 180 tarihinde süregelen hastalığına yenik düşerek öldü. Üstelik filmde aktarıldığı gibi Germania’da değil Pannonia’daki Sirmium yakınlarında öldü. Böylelikle Marcus Aurelius’un ölümü ile uzun zamandır devam eden evlât edinme dönemi sona erdi ve taht babadan oğula geçti.

Commodus, filmde babasını öldürüp tahta geçtiğinde ilk işi senatörler ile toplanmak oluyor. Senatör Gracchus rolündeki Derek Jacobi, Commodus ile tartışırken ona, senatonun halk demek olduğunu ve senatörlerin halk arasından halk adına konuşmak için seçildiğini söylüyor. Fakat senato ne halk içinden seçilirdi ne de yalnızca halkın alt sınıfı için çalışırdı. Roma’da zaman zaman sayısı değişiklik gösterse dahi 600 üyeden oluşan senatonun üyeleri optimat sınıfından seçilirdi. Halk Meclisi’nde alınan kararlar Senatus tarafından onaylanmadığı müddetçe yasalaşmazdı. Optimat sınıfı aristokratlardan oluşurdu ve halkın alt tabakası ile çatışma halinde idi.

Filmde imparatorun kız kardeşi Lucilla, senatörler ile konuşurken Commodus’un tahıl ihtiyatını gladyatör oyunlarına mali kaynak sağlamak için sattığını ve Roma’nın iki yıl içinde kıtlığa sürükleneceğini söylüyor ancak Commodus döneminde, tahıl ihtiyatı imparator tarafından gladyatör oyunlarına kaynak sağlamak için satılmıyor. O dönemde yüksek rütbeli bir devlet memuru olan Praetor Praefectus’u Cleandrus’un bütün tahılı satın alarak kıtlık yaratmak niyetinde olduğuna dair bir söylenti vardı. Cleandrus’un ne denli servet düşkünü bir devlet memuru olduğundan hem Historia Augusta adlı biyografi derlemesindeki Commodus başlığında hem de Cassius Dio’nun Historia Romana eserinde bahsediliyor. Dolayısıyla bu söylentinin doğruluk payı olabilir.

İmparatorun kız kardeşi Lucilla, imparator aleyhine düzenlediği tertipten sonra filmdekinin aksine sağ bırakılmadı. İmparator Commodus, canına kastedilen bu tertipten sonra kız kardeşi Lucilla’yı ve onun kızı Lucilla Plautia’yı, Capri’ye sürgüne gönderdi ve aşağı yukarı bir yıl sonra da idam edilmelerine hükmetti. Bu hüküm, Capri’ye gönderilen bir asker tarafından infaz edildi.

Hayatı boyunca öldürülme paranoyası ile yaşayan Commodus, filmdekinin aksine bir gladyatör tarafından halkının gözleri önünde öldürülmedi. MS 192’nin 31 Aralık gecesi imparator, gözdelerinden Marcia, Praetor Praefectus’u Quintus Aemilius Laetus ve saray nazırı Eclectus tarafından düzenlenen suikasta kurban gitti. Marcia, Commodus’un yemeğine zehir koyarak onu zehirlemeyi başardıysa da Commodus kusarak zehrin etkisinden kurtulmaya çalıştı. Zehrin etkisinin azaldığını düşünen suikastçılar genç atlet ve güreşçi Narcissus’a imparatoru boğdurttular. Ölümünün ardından imparatorun anısı lanetlenerek heykelleri imhâ edildi ve adı yazıtlardan silindi.

Değindiğimiz bunca nokta iki kere ikinin dört etmesi kadar kesin noktalar idi ancak şunlara da değinmekte fayda var:

Filmin açılış sahnesinde Germania kabilelerine karşı kazanılan zaferin ardından İmparator Marcus Aurelius, ordusu tarafından selâmlandığı sırada hayalî General Maximus Decimus Meridius ile aralarında geçen konuşmada bütün övgünün ve alkışın Maximus Decimus Meridius’a ait olduğunu ifade ediyor. Gerçekte olay yaşandığı sırada orada olmadığımız için bu sahnenin filmdeki gibi yaşanmadığını iddia edemeyiz ancak şu bilinir ki Roma için imparator, babadır. Bu baba merhametli ve tahammülkâr değildir. Otoriterdir ve sözü kılıçtan keskindir. Kendisine hizmet edenlerin ona şükran ve saygı duyması gerekir. Filmdeki hayalî General Maximus Decimus Meridius da askerî başarıyı imparatoru için kazanmıştır. Yapması gerekeni yapmış olması, imparatora ithafen yapılan saygı duruşunu kendisinin hak ettiği anlamına gelmez. Filmdeki sahne, Commodus’un her şey olup bittikten sonra ordugâha gelişi ile devam ediyor. Commodus, babası Marcus Aurelius’a, kazanılmış bu zafer için 100 boğa kurban edeceğini söylediğinde Marcus Aurelius oğluna, 100 boğa kurban etmek yerine zafer için Maximus Decimus Meridius’a teşekkür etmesi gerektiğini söylüyor. Burada önemli nokta şudur, Roma’da Tanrılar ile iyi geçinmek önem arz eder idi. Bu sebepledir ki Lâtincesi Pax Deorum olan Tanrıların Barışı kavramı vardır. Kavramda kastedilen barış, Tanrılar ile insanlar arasındaki barıştır. Romalılar, Tanrıların öfkesinden sakınmak için onları hoş tutmaya özen gösterirler idi. Marcus Aurelius döneminde, Hıristiyanlık çoktan insanlığa tebliğ edilmiş idi fakat Hıristiyalık MS 4. yy.’da Roma İmparatorluğu’nun dini oldu. Dolayısıyla Marcus Aurelius’un döneminde, Pagan inancından gelen ritüel, kural ve öğretiler devam etmekte idi. Bu bilgiden hareketle de bir imparatorun, oğluna kazanılan zaferin ardından Tanrılara kurban kesmeyi boş verip Tanrılar yerine, zaferi kazanmak için mücadele etmiş bir askerine teşekkür etmesini öğütlemesi imparator ile oğlu arasında geçen bu sahneye kuşku ile yaklaşmamıza neden oluyor.

İmparator ve oğlu arasındaki ilişki filmde seyirciye oldukça gergin yansıtılıyor. Seyredilenden, Commodus’un tahta layık olamayacak kadar sığ ve yönetme kabiliyetinden yoksun bir adam olduğu anlaşılıyor. Filmde Commodus, babasından imparator olamayacağını öğrendiğinde bilgelik, adalet, sebat ve itidal erdemlerinin kendinde olmadığını bildiğini ancak başka erdemlere sahip olduğunu söylüyor. Bu erdemler, iyi istimal edildiği sürece Roma’nın yararına olabilecek hırs, beceri, cesaret, imparatoruna ve ailesine bağlılık olarak Commodus’un ağzından seyirciye aktarılıyor. Ayrıca Commodus, babasının bir tatlı sözünden ve bir içten sarılmasından mahrum büyüdüğünden, hayatı boyunca babasına yaranmak için çabalayıp durduğundan söz ediyor. Halktan bir çocuğun, babasına bu eksikliklerden dert yanması anlaşılabilir ancak bir hanedan üyesinin, babası olan imparatoruna bunlardan dert yanması imkânsız olmasa da imkân dâhilinde de görünmüyor. Marcus Aurelius, bir önceki sahnede yönetme yetkisini Roma tekrar cumhuriyet ile yönetilene değin Maximus Decimus Meridius’a vereceğini söylüyor ve Germania’daki zaferin ardından tek isteği evi ve ailesine dönmek olan Maximus’u, Roma’nın geçici koruyucusu olmaya memur ediyor. İmparator, hayalî karakter General Maximus’a, oğlu Commodus’un neden imparator olamayacağını izah ederken de onun dürüst bir adam olmadığından yakınıyor. Maximus, bu vazifeyi filmdeki tabiri ile bütün kalbiyle reddettiğinde de İmparator Marcus Aurelius işte tam da bunun için bu vazifeyi onun kabul etmesini istediğini söylüyor. Peki, ne için? Çünkü bugün İspanya sınırları içinde kalan ve o dönemde adı Turgalium olan taşrada yaşayan Maximus, henüz şehrin politikası ile yozlaşmamıştır. Dolayısıyla insanın en saf halini, dürüstlüğü ve adaleti temsil ediyordur. İmparator Marcus Aurelius’un hem oğlu Commodus ile hem de hayalî karakter General Maximus Decimus Meridius ile olan ilişkisi beyaz perdeye romantik bir biçimde yansıtılmış diyebiliriz. Evvelâ ne hanedan üyesi ve taht varisi bir çocuğun babasından beklentisi şefkattir ne de bir babanın taht varisi olan oğlundan beklentisi su katılmamış dürüstlük ve adalettir. Muhtemeldir ki bir imparator; çok sıkı bir tahsil ve terbiyeden geçmiş, seferlerinde kendisine eşlik ederek deneyim kazanmış oğlunu filmdeki gibi bir kenara atıp, sırf dürüstlüğü ve adaleti için orduya zafer kazandırmış bir askerine, tahtı altın tepside sunmaz.

Bütün eleştirilerin yanı sıra filmin başarısının hakkını teslim etmek gerekir. Gladiator, bugün pek çok izleyicisi tarafından replikleri ezberlenmiş, müzikleri ve görsel başarısı ile izleyeni kendine bağlamış bir yapım. Film, bundan 19 sene evvel gişeye girmiş olsa da bugün izlendiğinde hâlâ tüyleri diken diken edecek gerçekçilikte bir görsel şölen sunuyor.