Haziran sonu itibariyle yayımlanan dış borç stoku verilerine göre, Türkiye’nin toplam dış borç stoku 466,7 milyar dolar. Bu borç milli gelirimizin yüzde 53’üne denk geliyor. Yani bugün dış borcumuzu ödemeye kalksak, milli gelirimizin yarısından fazlasından vazgeçmemiz gerekiyor!

Bu dış borç stokumuzun önümüzdeki 12 ay içerisinde geri ödenmesi gereken kısmı ise 180 milyar dolar. Aynı zaman zarfı içerisinde, cari dönemdeki ticaretimiz sonucunda finanse etmemiz gereken 55 milyar dolarlık da bir cari açığımız mevcut. Yani önümüzdeki bir yıl içerisinde yaklaşık 235 milyar dolarlık bir döviz kaynağına erişmemiz gerekecek. Milli gelirimizin dörtte birinden fazlası!

Bu rakamlar bir gerçeği en somut haliyle özetliyor: Ekonomimiz dışarıya göbekten bağlı. Üstelik o göbek bağı öyle uzun ve uzun zamandır var ki, dolandığı takdirde ekonomimizi öldürebilecek bir bağ. Durumun ciddiyetini anlatmak için verilerin detayına biraz daha bakmak yeterli.

Mayıs 2018 verilerine göre finansal kesimin uzun vadeli yurtdışı kredilerinin toplamı 113 milyar dolarken, kısa vadeli kredi borcu da 15 milyar dolara yaklaşmış durumda. Reel sektörün de durumu çok farklı değil. Şirketlerin uzun vadeli yurtdışı kredileri 110 milyar dolara yaklaşmışken, kısa vadeli kredileri 5 milyar dolar civarında. Bu rakamların ortaya koyduğu gerçek şu: Tüketicilerin, KOBİ’nin, esnafın, neredeyse tüm ekonomik aktörlerin yaşamsal olarak bağımlı hale geldiği borçlarını aldıkları bankalar, göbekten dışarıya bağlılar! 128 milyar dolar borç yüküyle bağlılar hem de! Milyonların istihdam kapısı olan üretim sektörünün de durumu çok farklı değil! Üretici de, dolayısı ile milyonlarca emekçi de 115 milyar dolarlık bir borç yüküyle dışarıya göbekten bağlılar!

Ekonomide göbekten dışarıya bağlıyız… Üstelik bu göbek bağını Saray rejimi bile isteye kurdu. Üretim kapasitesini arttırmadan sürekli talebi körüklemek üzerine kurulu makroekonomik anlayışla, ekonomiyi dışarıdan borçlanmaya koşullandırdı. Sürekli körüklenen talep, ithalat ihtiyacını kalıcı kıldı. Üretim kapasitesinin arttırılması ve üretimin niteliğinin çağın gereklilikleri ile uyumlu dönüşümü sağlaması yönünde adımlar atılmadığı için üretimimizin de ithalat bağımlılığı temel sorun haline dönüştü. İthalata bağımlı hale gelen ekonomik yapının devamlılığı için döviz ihtiyacını borçlanarak kapatmak da bir zorunluluğa dönüştü. Üretimimizin niteliği, ihtiyacımızı karşılayacak döviz gelirini yaratamadı. Bu döngünün sonucunda, ithalatımızı karşılayabilmek için yabancı sermayenin iştahını yüksek tutma zorunluluğu ekonominin temel unsuru haline geldi. Saray rejiminin, düzeni üzerine kurduğu bu ekonomi politik, elbette bir sınıfsal tercihi de içeriyor: Rantçı inşaat sermayesi ve finans kapital, bu ekonomi politiğin öncelikli kazananları olarak karşımıza çıkıyor. Yani, Türkiye’nin dış dünyayla göbek bağının boynuna sarılmasına imkân yaratacak yapının sorumlusu Saray rejiminin ta kendisi.

Şimdi bunun üzerine Saray rejimi yeni göbek bağlarıyla Türkiye’yi ekonomik olarak daha da zor duruma sokacak adımları atmaya, kurumları tamamen yıkan, keyfiliği ve hukuksuzluğu kural haline getiren anlayışını perçinlemeye devam ediyor. Artık hukuk sistemimiz de, devlet yapımız da göbekten saraya bağlı. Bu kurulan göbek bağının niteliğine, henüz kuranlar da tam hakim gözükmüyor. Bu karmaşa içinde net olan bir unsur var: Yeni rejim inşasının bir parçası olarak Cumhuriyet kurumlarının tümünü yıkma kararlılığı!

Devleti tüm tarihinden kopartan bir yok ediş bu. Yerine neyi koyacağına dair bir netlik ihtiyacı duymadan, ama yerine şahsileşmiş bir keyfiliği yerleştirerek idare edeceğini düşünen bir anlayışla… Kurumların yerini kişilerin, kuralların yerini keyfiliğin, hukukun yerini Saray’ın aldığı bu düzenin kesin olarak vaat ettiği şey istikrarsızlık. Tek kişinin karar vermesinin kesinliği, o tek kişinin keyfiyle ortaya çıkan belirsizliğin tarifi esasında. Devletin sarayla kurulan bu yeni göbek bağının ekonominin boynuna dolanacağının da tartışmasız göstergesi.

Şimdi ülke ekonomisinin çöküşten kurtuluşu için tek yol var: İki göbek bağını da mümkün olduğunca çabuk ve sağlam kesmek! Birinci gerekli adım; hukuku bağımsız kılan, Saray’dan değil milletin egemenliğinin temsil edildiği bir parlamenter demokrasiyle yönetilen bir düzene geçmek. İkinci gerekli adım ise üretim kapasitemizi arttıracak, üretim yapımızı çağın gereklilikleri ile uyumlu biçimde dönüştürmeyi mümkün kılacak reformları yapacak, dışarıdan döviz bulma ihtiyacını ortadan kaldıracak şekilde ihracatının niteliğini arttıracak bir ekonomik dönüşüm. Bu dönüşüm eğitimden, teknolojiden, halkı içine alan kapsayıcı kurumlardan, demokrasiden ve hukuktan geçiyor…

Her ikisini de Saray rejiminin yapması imkânsız! Böyle bir dönüşüm, varlığını bu göbek bağlarına borçlu olan rejim için siyasi intihar olacaktır. İşte bu yüzden yeni bir siyaseti kuracak, yeni bir yönetim anlayışını kendi içinden büyütecek, birbirine dolanan göbek bağlarıyla boğuluyor olan yüzde 99’u mücadeleye ortak edecek yeni bir siyaseti ve örgütlenmeyi var etmeliyiz. Bu örgütlenmeyle ortaya konulacak bir iktidar iddiası sadece bugünün muhalefetine dair bir tartışma değil, yarının Türkiye’sine dair de bir tartışmadır. Ve açıktır ki bu sadece bir tartışma değil, bir zorunluluk ve bu ülkenin gelecek nesillerine karşı hepimizin hissetmesi gereken bir sorumluluktur!

Açık ki; yüzde 50 artı bir düzeninin birbirine doladığı göbek bağlarını çözecek tartışmalara, toplantılara, kurultaylara, yeni bir siyasete, yeni bir anlayışa, yeni bir gelecek umuduna ihtiyacımız her zamankinden daha çok ve daha elzem…