Almanya ile Türkiye arasındaki işçi anlaşmasının 60’ıncı yılında açılan sergi, göçün bilinmeyen yüzünü de aktarıyor. ‘Kesin dönüş’ yapamayanlarla, annesinin dönüşünü beklerken ‘çocukluğu yaşlananların’ hikâyesi buluşuyor.

Göç edenlerin 60 yıllık hikâyesi

Semra KARDEŞOĞLU

Yazın uzun günlerinden artık bıkmaya başladığımız okulumuzu, arkadaşlarımızı özlediğimiz Ağustos’ta bütün aileyi bir heyecan sarardı. Dayım, yengem ve kuzenler doluştukları Mercedes’le Almanya’dan izne gelirlerdi. Sadece bizim değil 70’lerin Küçükyalısında çokça hanede aynı heyecan vardı. Herkesin anne, baba, evlat, eş mutlaka bir beklediği vardı sınırın öte yanından. Dayımların gelişi, sadece pralinli parmak çikolata ile idare ettiğimiz yıllarda kocaman paketli çikolatalara da kavuşacağımız için yerimizde duramazdık. Hele valizlerin açılma anı nefeslerimizi tutardık. Kimi zaman dans eden bir bebek, kimi zaman eteklik bir kumaş, renkli bir eşarp ya da mis kokan bir şampuan çıkardı valizden, bizi hiç görmediğimiz uzak diyarlara götürürdü. İzin günleri çabuk biter, yeni bir ‘kesin dönüş’ planı valizlere tıkıştırılıp dönüşe geçerlerdi. O kesin dönüş planı hiç hayat geçmedi. Ve “gurbet” kelimesi hayatımızdan hiç çıkmadı.

Geçtiğimiz ay, üniversiteyi bitirip yüksek lisans eğitimine giden kızımı Berlin’e uğurlarken “Bu gurbet meselesi hayatımızdan çıkmayacak galiba” dedim.

DİKENDEN SIĞINAKLARDA DÜN, BUGÜN VE YARIN

İşte bu gurbetlik halinin temelinin atıldığı Türkiye ile Almanya arasındaki anlaşmanın birkaç gün sonra 60’ıncı yıl dönümü. Tophane’de Depo’da bu nedenle hazırlanan “Dikenden Sığınak” sergisini gezerken hem geçmiş hem bugün karşınıza geliyor.

Almanya’ya çalışmak için gidenlerin oradaki yaşamlarının ayrıntılarına ait fotoğraf, pasaport, yazı, tanıkların anlatımlarının yer aldığı videolar Dikenden Sığınak sergisinde. Sergi mekânı, 60 yıl önce Almanya’ya gidecek işçilerin sağlık kontrollerinin yapıldığı binanın hemen çaprazında.

EMANET HAYAT SÜRENLER VE ÇOCUKLARI

Tanıkların anlatılarının fotoğraflar eşliğinde aktarıldığı bölümde Almanya’da doğup büyüyen meslektaşım Semra Pelek’in notuyla karşılaştım. Şöyle diyordu: “Gurbet sözlük anlamıyla doğup yaşanılan yerden uzak olmak anlamına geliyor ve tam olarak göçmenleri tarif ediyordu. Bu kelime aynı zamanda göçmenlerin bir gün mutlaka ‘vatan’a geri dönme umudunu da ima ediyordu. Örneğin babam evde kırılan bozulan hiçbir şeyi, uzun yıllar eskimeden kalacak şekilde tamir etmezdi: onun tabiri ile “emaneten” tamir etmek yeterliydi. “Emaneten” her halde buradan gidene kadar olmalıydı.”

Serginin “Pasaport”, “Kesin Dönüş”, “Otomobil” ve “Pasaport” gibi günlük yaşamlarında önem taşıyan bölümlerde DiasporaTürk grubunun koleksiyonundan alınmış fotoğraf ve belgeler çarpıcı. Sergi küratörlüğünü Erden Kosova, Marina Papazyan ve Mert Sarısu üstleniyor.

Bir odada izlenen iki ayrı video çalışması ise geçmişi bugüne bağlıyor. 60 yıl önce çalışmaya gidenlerin anlattıklarının hemen karşısında çoğu genç yeni göçmenlerin anlatımları var. Çoğu siyasi olarak ‘yasaklı’ ilan edilen, yaşam hakkı neredeyse tanınmayan akademisyen ve eğitim için giden gençlerden oluşuyor. Sergi 19 Aralık’a dek görülebilir.

goc-edenlerin-60-yillik-hikayesi-936313-1.
Tophane’deki Depo’da açılan sergide Almanya’daki işçi ailelerinin günlük yaşamları fotoğraf ve belgelerle aktarılıyor

***

Onların anlattıkları

• Bütün çocukluğum anneme sarılabileceğim, sesini duyabileceğim yaz tatilini beklemekle geçerdi. 11 ay boyunca onu beklerdim. Sonra bir yaz günü çıkagelirdi. Daha ben ona doyamadan da bir rüya gibi hayatımdan çıkıp giderdi. Benim çocukluğum annemi beklerken yaşlandı. (Adem)

• 18 yıl Essen’de çalıştık ama adres sormadan bir yeri bulamıyorduk. Biz hep şehrin altını gördük, üstünü görmedik ki bilelim. (11. Peron)

• Dönemeyeceğimi anlayınca memleketten bir fidan ve biraz toprak getirdim. Berlin’de bir parka diktim. Şimdi onun gölgesinde yaşlanıyorum. (11. Peron)