Artan göçmen karşıtlığına ilişkin açıklama yapan Göç İzleme Derneği, "Tüm göçmen ve mültecilerin özellikle de erkeklerden daha fazla dezavantajlı olan ve eril yaklaşımlara, uygulamalara ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğine, tacizlere maruz kalan zorunlu göç mağduru ve mülteci kadınların yanındayız" dedi.

Göç İzleme Derneği: Sorunlarımızın kaynağı göçmenler değil

Son günlerde giderek artan göçmen karşıtılığı üzerine açıklama yapan Göç İzleme Derneği, sorunların kaynağının göçmenler olmadığına işaret etti.

BM Mülteciler Yüksek Komiserliği verilerine göre dünyada yaklaşık 82 milyon 400 bin mülteci bulunduğunu belirten Göç İzleme Derneği, BM Yüksek Komiserliğine göre Türkiyede yaklaşık 3 milyon 600 bin kayıtlı Suriyeli mültecinin yanı sıra, 330 bin diğer ülkelerden mülteci bulunduğunu hatırlattı.

"Tüm göçmen ve mültecilerin özellikle de erkeklerden daha fazla dezavantajlı olan ve eril yaklaşımlara, uygulamalara ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğine, tacizlere maruz kalan zorunlu göç mağduru ve mülteci kadınların yanındayız" diyen Göç İzleme Derneği, dayanışma içinde olacaklarının altını çizdi.

İKTİDAR KADAR MUHALEFETE DE SORUMLULUK DÜŞÜYOR

Göç İzleme Derneği açıklamasını şöyle sürdürdü:

"Son yıllarda, özellikle bu sene Van üzerinden Afganistanlı ve İranlı mülteciler, sığınmacılar daha fazla Türkiye ye giriş yapmaktadır. Gruplar halinde gelen mülteciler zaman zaman minibüs içersinde ya da Van Gölül üzerinden geçiş yaparken kaza yapmış, kayıplar yaşanmıştır. Bu konuda hükümetin, sivil toplumun, siyasilerin yapacakları çok şey vardır. Yakın zamanda Afganistan da baslayacak iç savaş veya çatışmalar sebebiyle binlerce Afganistanlı mülteci veya sığınacının, kendi güvenlikleri için ülkemize gelmeye başlayacağı sır değil. Son günlerde, mültecilik meselesi ve hızla sayıların büyümesi bu sorunun konuşulur tartışılır hale gelmesine neden oldu ve ne yazık ki mültecilik üzerinden ırkçılık ve milliyetçilik kışkırtmaları yaşanmaya başlandı. Siyasi iktidarın görevi olduğu kadar muhalefete de görev ve sorumluluk düşmektedir. Biz sivil toplum ve hak örgütleri olarak, mültecilik konusunu insani değerler, evrensel değerler, evrensel hukuk çerçevesinde çözmek, hepimiz için elzem olmaktadır."

KAYIT DIŞI ÇALIŞTIRILAN MÜLTECİLERİN SORUNU, İŞÇİ SINIFININ SORUNUDUR

Artan göçler nedeniyle emek sömürüsü ve kayıt dışı çalışmanın da arttığını belirten Göç İzleme Derneği açıklamasına şöyle devam etti:

"Bazı ülkelerde baskı, tutuklama ve işkence nedeniyle ülkesini terk etmek zorunda kalanların yanı sıra, inancı ve kültürü dolayısıyla toplumsal baskıya uğrayıp bölgesini ve ülkesini terk etmak zorunda kalan mülteciler, dünyanın dört bir yanına dağıldılar. Kendi devletinin yönetimi, rejimi tarafından çıkarılan içi savaşlar bir yana, küresel askeri ve sermaye gücünü elinde bulunduran dünya devletlerinin kendi ekonomik ve askeri gücünü yeşleştirmek için, bizzat kendi askerleri ile veya bölge devletlerini kullanarak çıkardıkları savaşlarda binlerce insan yerini yurdunu terk etmek zorunda kaldı. Ya da komşu, bölge ülkelerinin kendi çıkarları için kendi sınırlarını aşarak komşu veya bölge ülkelerinde çıkardıkları savaşlar sonucu topraklarını, ülkelerini terk etmek, komşu ülkere sınırlara göç etmek, sığınmak, iltica etmek zorunda kaldılar. Toplu halde veya ailecek göç edenlerin, toplumların yaşamak zorunda kaldıkları göçmenlik ve mültecilik halini, durumunu, statüsünü bir gün biz de yaşamak zorunda bırakılabiliriz. Kendimiz bu durumu veya statüyü yaşamasak da bu meseleye hak savunucuları, hukuki savunucular olarak bakmak ve duyarlı olmak, bunun için mücadele etmek, çalışmak zorundayız. Zorunlu göçe maruz kalan göçmenler, mülteciler, sığınmacılar, bugün tüm dünyanın uğraşmak zorunda kaldığı en önemli mesele haline geldi diyebiliriz. İster çalışmak için, ister yaşamak için, ister güvenlik amaçlı ister Avrupaya geçiş amaçlı olsun, son yıllarda en fazla göç alan ve binlerce milyonlarca mültecinin, sığınmacının geldiği yer haline gelmiştir, coğrafyamız. Kayıtsız kalamayacağımız kadar çoğaldığını görüyoruz. Van İran, Afganistan üzerinden göç alırken, Hatay, Antep, Urfa Suriyeden göç almakta. Bu da çok fazla emek sömürüsü, çok fazla iş ve yaşam güvencesizliği, çok fazla kayıt dışı çalışma demek. Kayıt dışı ve güvencesiz çalıştırılan milyonlarca mületcinin sorunları işçi sınıfının sorunlarıdır. Türkiyede emek piyasasına eklemlenen mülteciler, en kötü koşullarda çalışmaya maruz bırakılıyor. Kayıt dışı çalışma daha ucuz, tüm bağımlı ve güvencesiz ve kolaylıkla işten çıkarılabilir veya işe alınabilir. Bu sebeple mültecilerin emeği sömürülüyor. Türkiye'de mülteci sömürüsünün en çok olduğu yer Suriye ye sınır illerdir. Bunların başında gelen il Antep'te yaklaşık 500 bin mülteci yaşıyor. Hatay, Urfa ve Diyarbakır bunları takip ediyor.

Suriyeden gelen emekçilier, doğrudan savaşın yıkıntıları arasından gelerek ülkenin dört bir yanına yayılarak hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Sadece sınır illerinde değil büyük metropollere de göçen Suriyeliler de az değil. İstanbul da bu metropollerden biri. İstanbul genelinde organize sanayi bölgelerinde, irili ufaklı sanayi sitelerinde binlerce mülteci işci çalışıyor. Mülteci işcçiler her türlü hak gaspının yanı sıra, insanlık dışı muamelelere de maruz kalıyorlar. Özellikle kadın işçiler, ucuz iş gücü olarak görüldükleri gibi, her türlü gayriinsani davranışların da hedefi oluyorlar. Tekstilde ve sanayi de çalışan Suriyeli kadınların yanı sıra Özbekistan, Kırgısiztan, Türkmenistan’dan ülkelerinde yoksulluktan ve kötü ekonomik ve yaşam koşulardan dolayı Türkiye’ye gelen kadınlar da az değildir."

MEDYA DA SALDIRILARDAN SORUMLU

"Suriye’de yaşanan savaş nedeniyle 10 yıl geride kalırken, Türkiye'ye sığınan milyonlarca suriyeli mülteci kötü yaşam şartlarında ve kötü çalışma koşulları icinde yaşıyor. En önemlisi de inşaatlarda çalışırken yaşanan can kayıpları, iş cinayetleri ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Yasal düzenlemler olmadığı için miyonlarca kişinin kaderi patronların eline bırakılmış. Bu milyonlarca insanı koruyacak yasal bir düzenleme olmadığı gibi, çok kolay keyfi bir şekilde sınırdışı edilebilme tehlikesiyle karşı karşıyalar. Toplumda Suriyelilere yönelik, devlet onlara bütün imkanları sunuyor gibi gerçek ile ilgisi olmayan suni bir algı, Suriyelilere karşı cidd bir düşmanlık, nefret söylemi üretiliyor. Şimdi ise bu düşmanlık ve nefret söylemi Afganlar üzerinden geliştirilmeye başlandı. Bu dil ve söylemlerin bu süreçte artması tesadüfi değildir. Ayrıca ne tesadüftür ki, eş zamanlı olarak, bir zamanlar batıya göç etmiş Kürtler üzerinden de ırkçı söylemler artmıştır. Takip ettiğimiz kadarıyla, bazı milletvekilleri ve medya bu dili geliştirmekte, ırkçı saldırıların önünü açmaktadır. Fakat bunu yaratanlar ve üretenler bilmelidir ki yarın yaşanan ölümlerden, saldırılardan ya da linçlerden bu medya, bu siyasiler sorumlu olacaktır. Sonra da olaylar büyüdüğü zaman kimse sağduyulu olalım, İtidatli olalım demesin. Türkiye’de bir zaman sonra işşiszizlik yoksulluk, hayat pahalılığı, kiraların yüksek olması suç oranı gibi yaşanan bütün sorunların kaynağı Suriyeliler olarak görülüyor ve bundan dolayı ırkçı saldırılara maruz kalıyorlar. Sorunların çözümü noktasında demokratik kilte örgütlerine, sendikalara büyük görev düşüyor. Mültecilerin hakları için mücadele etmek, insan hakları için mücadele etmek demektir."

BİR ARADA YAŞAM MÜMKÜN

"Devletlerin göç ve göçettirme politikası; devletlerin toprak, su ve iktidar politikalarının sonucu ortaya çıkan politakalardır. Göç ve mültecliik, savaşla gelir, iktidar hırsıyla gelir, sömürgecilikle gelir, sermaye sahiplerinin ucuz iş gücü talebiyle gelir. İç savaş, sınır savaşları, işgal savaşları,bölgeye egemen olma savaşları, çoğu zaman din ve mezhep savaşlarının asıl sebeplerdir. Devletlerin yaptığını toplumdan, halklardan, insanlardan çıkaramayız. Ne Afganistanlı, ne İranlı, ne Suriyelileri, mülteci konuma düşen hiçbir kimseyi, hayata tutunmaya çalışanları suçlayamayız, onlara sadece ve sadece kucak açabiliriz. Ekmeğimizi paylaşabiliriz. Hepimiz yüzlıllar öncesinde, belki başka bir devletten, belki bir şehirden göçüp gelmişiz. Kendi yaşadığımız yoksulluğun, kültürel ve toplumsal yozlaşmanın, kadın cinayetlerinin, insani ve toplumsal değer kayıplarının sorumlusu mülteciler, sığınmacılar, göç edenler değildir. Irkçılık, siyasal iktidardan sorumlu ve diğer siyasi partilerin siyaset malzemesi olmamalıdır. Irkçılık silahı, son dönemde mültecilere yönelmiş. Devletin kurumları ve siyaset üretenler, muhalifler ve sivil toplum örgütleri, demokratik kitle örgütleri, sendikalar, meslek odaları, barolar, aydınlar, hak ve hukuktan yana olan dini önderler, birlikte ırkçılığı yok edebilirler, eşit ve birarada yaşamanın koşulların yaratabilirler. Bu iklimi yaratabilme gücümüz var.

Biz Göç İzleme Derneği olarak, Göç ve Mülteciler, dünyanın herhangi bir yerinde, Orta-Doğuda, Uzak-Doğuda, Asya ya da Avrupa'da, ülkemizde, şehrimizde hatta yanıbaşımızda yerinden yurdundan göçmek zorunda kalan, başka bir şehre, bölgeye veya ülkeye sığınmak, iltica etmek zorunda kalan, doğduğu büyüdüğü, yerleşik ve mülki hakkı olan yerleri, yüzyıllardır nesilden nesile bağ kurduğu topraklarını, maddi kültürünü, maddi tarihini terk etmek zorunda bırakılan, gittiği yerde yaşam şartlarından kaynaklı ekonomik, kültürel, toplumsal, siyasi ve hukuki zorluklar yaşayan, insani ve hukuki hak ihlalleri yaşayan tüm göçmen ve mültecilerin özellikle de erkeklerden daha fazla dezavantajlı olan ve eril yaklaşımlara, uygulamalara ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğine, tacizlere maruz kalan zorunlu göç mağduru ve mülteci kadınların yanındayız, dayanışma içindeyiz ve olmaya devam edeceğiz.

Bir şeye özellikle dikkat çekelim ki; mülteci, sığınmacı ve göçmenlerle ilgili çalışan kurum, dernek, vakıf ve sivil toplum örgütleri; mülteci, sığınmacı ve göçmenlerin haklarını savunan hak örgütleri, hukuk örgütleri de bir haftadır, mülteciler kadar ırkçı söylemlere maruz kalmakta, hedef gösterilmektedir. Hedef gösteren kişi, kurum ve basını, medyayı kınıyoruz. HDK, İHD, Barolar gibi hak örgütlerinin yanında olduğumuzu bir kez daha yineliyoruz. Mülteci ve sığınmacı, göçmen meselesi, sorunu saldırgan ve zorla geri gönderme politikaları ile çözülmeye çalışılmaktadır. Bilinmelidir ki, bu politikalar, bu yöntemler çözümü getirmeyecektir, bu meseleyi, bu sorunu büyütecektir. İnsani, evrensel değerler ve hukuki değerlerle çözülmelidir. Bu da bizlere büyük sorumluluk yüklemektedir."