Suriye’den başlayan göçün 10. yılını değerlendiren İGAM Başkanı Çorabatır, “İçinde bulundukları çaresizlik ortamı Suriyelileri yaşam mücadelesinde karşılaştıkları zorlukları yenme mekanizmaları geliştirmeye zorluyor” diyor.

Göçmenin çaresizliği

Umut SERDAROĞLU

Suriye’de emperyalizmin eliyle büyütülen iç savaş onuncu yılı geride bıraktı. Bu süreçte AKP iktidarı da emperyalist ülkelere vekillik yaptı ve vekalet savaşlarında rol kapmaya çalıştı. Bu nedenlerle 2011’de başlayan Suriye göçü, hem Türkiye’de hem de dünyada toplumsal ve siyasi düzeyde büyük değişimlere yol açtı. Göçmen karşıtı söylemler, toplumda korkuyu körükledi, Suriyelilerin verdiği yaşam savaşını gölgeledi. Suriye göçünün 10. yılı tamamlanırken Türkiye’de bu durumu İltica ve Göç Araştırma Merkezi (İGAM) Başkanı Metin Çorabatır’la konuştuk.

Suriye’den başlayan göç hareketinin 10. yılı içerisindeyiz. Genel olarak baktığımızda bu süreçte neler yaşandı, neler değişti? Son 10 yılın bir değerlendirmesini yapar mısınız?

Her şeyden önce sayılarda çok büyük artışlar yaşandı. 2015-2016’dan itibaren Suriyeli mülteci sayısı 3 milyonun üzerine çıktı. Türkiye dünyada en fazla mülteciye koruma sağlayan ülke durumuna geldi. Zorunlu insan hareketleri son derece dinamik, kolay kolay öngörülemez bir yapıya sahiptirler. Özellikle geldikleri ülkede güçlü bir sığınma yapısı mevcut değilse, sorunlarını boşlukları keşfederek ve bu boşlukları kullanarak çözmeye çalışırlar. Örneğin çalışma hakkı tanınmadığından, geçimlerini sağlamak için kayıt dışı sektörlerde istihdam ediniyorlar. İçinde bulundukları çaresizlik ortamı Suriyelileri yaşam mücadelesinde karşılaştıkları zorlukları yenme mekanizmaları geliştirmeye zorluyor. Ancak bu mekanizmalar bazen çocuk işçiliği, erken yaşta evlilikler gibi negatif mekanizmalar da olabiliyor. Tüm zorluklara karşılık, Suriye mülteci toplumu, Türk ekonomisine, Türk kültürüne, Türk mutfağına, hizmet sektörüne, Türk diline önemli katkıda bulunuyor. Maalesef her ülkede olduğu gibi göçmen konusu en başından bu yana ülkemizde de siyasileştirildi. Yabancı düşmanlığı, nefret söylemi, fiziksel saldırılar, mülteci karşıtı söylemler de bu 10 yıl içinde arttı.

gocmenin-caresizligi-956475-1.
İGAM Başkanı Metin Çorabatır

Göçmenlerin Suriye’de bir düzen sağlanması halinde geri dönme gibi bir durumları söz konusu mudur?

Bazı ciddi anketler, örneğin sayın Prof. Dr. Murat Erdoğan hocamızın dikkatli araştırmaları, Suriyeli mülteci toplumu içinde yıllar geçtikçe, Suriye’ye geri dönme eğilimlerinin azaldığını ortaya koyuyor. Genel göç teorileri de bize, göçmen toplulukların bir ülkede kalış süreleri arttıkça kendi ülkelerine dönme eğilimlerinin de zayıfladığını söylüyor. Ancak burada kesin bir şey söyleyebilmek için mültecilik özelinde birçok başka faktöre de bakmamız lazım. Her şeyden önce, genel gönüllü göç hareketleri çerçevesinde başka ülkelerde yaşayan göçmenler, o ülkelerdeki haklardan yararlanabiliyor ve kendilerinin, çocuklarının geleceğini o ülkede planlayabiliyor. Mülteciler, özellikle BM Mülteci Sözleşmesini tam olarak uygulayamayan Türkiye gibi ülkelerde, gelecekleri çalınmış bir durumda yaşıyorlar. Dolayısıyla Suriye’de gönüllü geri dönüş için imkân sağlayacak bir önemli diplomatik çözüm oluştuğunda Türkiye’nin sağladığı koruma sonlandırılabilir ve gönüllü geri dönüş gerçekleşebilir.

Eğer Suriyeli göçmenler Türkiye’de kalıcı olarak hayatlarını devam ettireceklerse adil şartlarda yaşamaları için ne gibi düzenlemeler getirilmeli? Topluma olan entegrasyonları nasıl sağlanmalı?

Türkiye’nin 1951 tarihli Mültecilerin Statüsüne dair imzaladığı sözleşmede uyguladığı coğrafi kısıtlama, Avrupa dışındaki ülkelerin vatandaşı olan mülteciler için kalıcı çözümlerin Türkiye dışında bulunmasını zorunlu kılıyor; ya üçüncü bir ülkeye yerleştirme ya da ülkelerine gönüllü geri dönüş. Şu an için gönüllü geri dönüş imkân dâhilinde değil. Üçüncü ülkeye yerleştirme olanakları da çok önemli ölçüde kısıtlanmış durumda. Üçüncü kalıcı çözüm planı olan entegrasyon ise coğrafi kısıtlama nedeniyle hukuken mümkün değil. İlk adım coğrafi kısıtlamanın kaldırılması için yasanın bu şekilde güncellenmesi olacaktır. Bence en acil adım bu olmalıdır. Ardından entegrasyon politikaları, ölçülebilir politikalarla yürürlüğe konabilir.

Suriyeli göçmenlerin yanı sıra Afganistan, Irak ve bazı Afrika ülkelerinden de Türkiye’ye doğru düzenli veya düzensiz göç hareketi devam ediyor. Göç hareketinin bu şekilde devam etmesi ilerde toplumsal, ekonomik ve politik düzeyde sorunların artmasına yol açabilir mi?

Öncelikle hangi millete mensup olurlarsa olsunlar uluslararası korumaya ihtiyaç duydukları için ülkemize sığınan insanlara eşit muamele edebilecek mekanizmaları geliştirmemiz gerekir. Afganistan, Irak ve bazı Afrika ülkelerinden ülkemize, düzenli veya düzensiz gelen insanlar eğer savaştan, çatışmalardan, zulümden veya zulüm sayılabilecek şiddette ayrımcılıktan kaçtıklarını beyan ediyorlarsa, onlara sığınma başvurusu yapma imkânı sağlanmalıdır. Bu kişilere baktığımızda, başta can güvenliği olmak üzere temel insan haklarının ciddi olarak ihlal edildiği ülkelerden geldikleri görülür. Örneğin hak ihlalleri nedeniyle meşru sayılmayan Taliban’ın yönetiminden kaçan Afganlar uluslararası düzeyde mülteci oldukları kabul edilmektedir. Diğer bahsedilen ülkelerin çoğu da mülteci üreten ülkelerdir. Elbette yetkili mecraların söylediği gibi 4 milyon mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye’ye tekrardan çok sayıda mültecinin gelişi yeni sıkıntılara yol açacaktır.

KADINLAR RİSK ALTINDA

Suriyeli kadınların Türkiye’de karşılaştıkları ekonomik zorluklar neler?

Belirtildiği gibi mültecilik zaten travmatik bir tecrübe iken kadın mülteciler bu trajediyi çok daha ağır şekilde yaşıyorlar. Trajedi daha ülkelerinde başlıyor, kaçış yollarında erkeklere göre daha büyük risklerle karşı karşıya kalıyorlar. Geldikleri ülkelerde yardımlara, haklara erişimde ciddi ayrımcılıkla karşılaşıyorlar. Türkiye’de bozulan ekonomik durumlar, pandemi şartları, belirsiz gelecek, aile içinde artan sorumluluklar kadın mültecilerin en önemli sorunları. Geldikleri toplum açısından birçok kadın Suriyeli toplumsal rol olarak daha çok ev hizmetlerine yönelmiş durumda. Ev sahibi ülke ekonomisinin ihtiyaç duyduğu mesleki becerilere sahip değiller. Yüksek çocuk sayısı, evdeki yaşlı veya engelli birey, çocukların bakımı, hepsi kadının omuzları üzerinde. Kurslara, dil öğrenmeye vakitleri yok. Ev koşulları genelde kötü. Çalışmak isteyenler için çocuklarını güvenle bırakacakları kreş ve anaokulu yok. Boşanmaların da arttığını dikkate aldığımızda aile reisi olarak tek başına kadınlar bu imkânsızlık içerisinde çocuklarını büyütmeye çalışıyorlar. Giderek daha zor duruma düşüyorlar. Tüm bu sorunların hızlı bir biçimde ve hak temelli yeni yasal düzenlemelerle hafifletilmesi, evde üretim imkanlarının ve yardım olanaklarının geliştirilmesi gerekir.