Son günlerde giderek artan göçmen karşıtılığı üzerine değerlendirmelerde bulunan Doç. Dr. Didem Danış, şunları dile getiriyor: “Bir yandan AB göçmen sorumluluğunu etrafındaki komşularına yüklerken, diğer yandan da Türkiye’de hem iktidar hem de ana muhalefet göçmen sorunu konusunda dayanaksız vaatler veriyor. Her iki taraf da toplumsal, ekonomik ve siyasal temellerden uzak popülist söylemlerde bulunuyor.”

Göçmenlik konusu popülist söylemlerle konuşuluyor

Y. EMRE CEREN

Afganistan’daki savaş nedeniyle Türkiye’ye gelen göçmen sayısının artmasının ardından ırkçı ve ayrımcı söylemler de son günlerde giderek arttı. Çok sayıda sosyal medya kullanıcısının yanı sıra siyasetçilerin de göçmen düşmanlığı içeren ifadeler kullanması oldukça endişe yaratıyor. Bu söylemler aynı zamanda göçmenleri de açık hedef haline getiriyor.

Öte yandan Avrupa Birliği’nin (AB), göçmenler konusundaki tüm sorumluluğu da Türkiye’nin üzerine bırakması başka bir sorun. Akademisyenler, göçmenler konusunda AB’nin de sorumluluk alması gerektiğine dikkat çekiyor. Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Didem Danış ile Ankara Üniversitesi’nden Doç. Dr. Cenk Saraçoğlu, göçmenleri hedef alan ırkçılığı ve neler yapılması gerektiğini BirGün Pazar’a anlattı.

Son günlerde özellikle sosyal medyada gündemin üst sıralarına oturan göçmen ve mülteci tartışmalarını nasıl açıklıyorsunuz? Neden şimdi ve neden bu şiddetle konuşulur oldu bu konu?

Didem Danış: Burada ilk olarak ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun açıklamasıyla başlamak gerek. Çünkü bu açıklamayla beraber CHP’li pek çok siyasetçi de sosyal medyada Suriyeli mültecilere karşı paylaşımlar yaptı. Hemen ertesinde de Afgan mültecilerin Van’dan girişiyle ilgili haberler, özellikle sosyal medyada çok büyük bir Afgan göçü krizi varmış gibi gösterildi. Oysa Afgan göçmenlerin Türkiye’ye girişinde her sene mevsimsel olarak artışlar oluyor. CHP’li ve İYİP’li siyasetçilerin açıklamaları bu mevsimsel artışın köpürtülmesine yol açtı. Bir seçim dönemine girdiğimiz düşünülürse, bu konunun muhalefet tarafından gündemde tutulacağını öngörebiliriz. Aslında tıpkı 2015 yazında olduğu gibi, yaşadığımız durum bir göçmen krizi değil, yönetim krizi. Siyasetçiler yeni göç hareketleri karşısında yetersiz kaldıkça veya kendi toplumlarındaki ekonomik ve toplumsal dönüşümler karşısında politika üretemedikçe, bir günah keçisi olarak göçmenleri, mültecileri hedef gösterme kolaylığına kaçabiliyorlar. Yoksullaşma, gelir eşitsizliği, sosyal devletin zayıflaması gibi sorunlar karşısında söz üretemeyen siyasetçilerin hem Avrupa’da hem Türkiye’de mülteci karşıtı popülist söylemlerle kolaya kaçtığını görüyoruz.

Cenk Saraçoğlu: Neden şimdi ve neden bu kadar şiddetli sorusuna dair Didem’in söylediklerine katılıyorum.

Öte yandan son günlerde yoğunlaşsa da bu mesele sıradan vatandaşın hep gündeminde. Türkiye’deki mülteci sayısı her sene artıyor; fakat siyasal iktidar bunlara yönelik bugüne kadar uzun vadeli bir politikayı, bir programı kamusal tartışmaya açmadı. Göç politikası belirlemekle mükellef iktidar da baktığınızda yeri geldiğinde Suriyelileri geri göndereceğini ve mültecilerin taşınamaz bir yük olduğundan dem vuruyor. Geri gönderme bir toplumsal bir talep olarak ortaya çıktığında ise bu kez “evimize geleni kovamayız” diye çıkışlar yapıyor. İktidar böyle muğlak, ikircikli söylemleri dile getirirken sıradan insanlardan da böyle seslerin yükselmesine şaşırmamak gerekir.

Geçen hafta ana muhalefet partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun sözleri çok konuşuldu. Önce “Bu sorunu çözmek zorundayız. Bunlar çözemediler, çözme güçleri de yok, kapasiteleri de yok. Ama biz çözeceğiz. İnsani boyutuyla ele alacağız sorunu ve çözeceğiz. Allah’ın izniyle iktidar olduğumuzda Suriye konusunu, Suriye sorununu, Suriyelilerin sorununu da iki yıl içinde çözeceğim”, daha sonra da “Kimse ülkemi de mültecilere açık hapishane yapamaz!” dedi. Mültecileri geri göndermeyi içeren bu plan uygulanabilir mi?

Didem Danış: Göç bugünün dünyasının ayrılmaz bir parçası. Ama göç hareketlerinin ve göçmenlerin nasıl yönetileceğine dair büyük bir kafa karışıklığı söz konusu. Kılıçdaroğlu’nun sözleri, danışmanlarının konuya vakıf olmadığını ya da bilerek çarpıtmayı tercih ettiklerini gösteriyor. Mülteci meselesinde çok sayıda aktör var. Bir geri gönderme planını hayata geçirebilmek için tüm alanlardan olur almak gerekiyor. Bunların ilki uluslararası hukuk. Suriyelilere verilen geçici koruma statüsü, geri göndermeme ilkesini tanıyor. Yani kimseyi zorla gönderme imkanınız yok. Avrupa Birliği de gönüllü geri gönderme konusunun gerçekçi olmadığını düşündüğü için bu konuya açık bir destek vermiyor. Daha önce Almanya’daki Bosnalı mültecilerin geri gönderilmesi gibi örneklerden de bunun çok kolay olmadığını biliyoruz. Ayrıca Türkiye’de göçmenlerin ucuz işgücü olmasından fayda sağlayan ve varlıklarından memnun olan işverenler ve toprak sahipleri var. Bunun dışında, evlerini fahiş fiyatlara mültecilere kiraya veren mülk sahipleri var. Mültecilerden ucuz işgücü veya kiracı anlamında faydalanan bu kesimler göçmenlerin gönderilmesini desteklemiyor.

Cenk Saraçoğlu: CHP liderliği sadece geri gönderme vaadinde buşunmakla yetinmiyor; üstüne bir de mültecileri işsizliğin ve yoksulluğun sebeplerinden birisi olarak da gösteriyor. Toplumdaki mevcut durumdan rahatsız kesimlerle bir temsiliyet ilişkisi kurmak demek oy toplama kaygısıyla toplumdaki ortalama kanaatleri tekrar etmek değildir. Temsiliyet halkın emekçi kesimleri içerisinde oluşan sorunları, hoşnutsuzları ileri bir programla buluşturarak mümkün olabilir. Aslında mülteci karşıtlığının bu yaygınlığı muhalefetin toplumun geniş kesimleriyle bağ kuramadığının göstergesi. Böyle bir bağ kurulmuş olsa bu söyleme de ihtiyaç duyulmazdı zaten. CHP’nin de bu söyleme rücu etmesi, buna ihtiyaç duyması toplumun emekçi kesimleriyle gerçek bir toplumsal dönüşüm programı üzerinden ilkeli ve sürdürülebilir bir bağ kuramadığının göstergesi.

Göçmenlere duyulan tepki de sert tartışmalara neden oldu? Örneğin Ekşi Sözlük’te “mülteci güzellemesi yapan satılmış akademisyenler” başlığı açıldı. Bazı yazarlar mülteci tartışmasının ırkçılığa dönüştüğünü söylerken, karşı gruptakiler ise gündelik hayatında mültecilerle hiç karşılaşmayan kesimlerin, toplumdaki rahatsızlığa kolayca ırkçılık yaftası yapıştırarak tepkileri sessizleştirmek istediklerinden şikâyet etti. Siz bu tartışmaları nasıl yorumluyorsunuz?

Cenk Saraçoğlu:. Göç ve mülteciler meselesine bütüncül ve tarihsellikle bakanların, mültecileri yaşanan krizin asıl sorumlusu olarak gören söylemlere prim vermesi mümkün olamaz. Bu vicdani ve etik bir duruşun gereği değil yalnızca, meseleye bilimsel bakmanın doğal bir sonucudur. Bu yüzden bahsedilen mecralarda yapılan hedef göstermelerden etkilenmeden doğru bildiğimizi söylemek gerekiyor.

Bu demek değildir ki bu alanda yürütülen akademik çalışmalar eleştiriden azadedir. Tam tersine. Türkiye’de mülteci ve göç çalışmalarına dair son yıllarda çok yoğun bir akademik faaliyet yürütülmekte. Burada esas olarak sorgulanması gereken şey bilim insanlarının göç yönetimini belirleyen egemen kurumların ve anlayışların çerçevesinden ne kadar bağımsız bilim üretebildikleri. Bir bilim insanı, göç ve mültecilik süreçlerini doğuran yapısal sorunlara değinmeksizin, gündemini sadece göç yönetimindeki egemen kurumların siyasa yapımına odaklı geçici önlemleriyle sınırlamamalı, diye düşünüyorum.

Ayrıca mülteci karşıtlığını incelerken de bütüncül ve tarihsel bir bakışa ihtiyaç var. Bazı insanlar, mülteci karşıtlığı gibi karmaşık bir olguya dair sadece bu karşıtlığın Twitter’daki örneklerine bakarak yanlış genellemelerde bulunuyorlar. Bu karşıtlığa yol açan siyasal, ekonomik, ideolojik süreçleri göz önüne almadan mülteci karşıtlığını anlayamayız; onunla mücadele edemeyiz. Dünyanın en büyük mülteci nüfusuna sahip olan Türkiye, aynı zamanda dünyanın sınıf çelişkilerinin ve ideolojik mücadelelerinin en keskin şekilde yaşandığı ülkelerden biri. Mülteci meselesinin bu durumdan etkilenmemesi mümkün değil. Meseleyi bu genel bağlam içerisinde soğukkanlı bir şekilde değerlendirmek gerekiyor. Aksi takdirde, mülteci karşıtlığını, ırkçı bir zihniyet yapılanmasının basit bir dışa vurumu olarak görmekle yetinir, kendimizi topluma ahlak ve vicdan öğütleyen bir konumla sınırlamış oluruz. Buradan mülteci meselesine çözüm üretecek, mülteci karşıtlığıyla mücadele edecek bir siyasal program çıkmaz.

Didem Danış: Sosyal medyada bu konunun bu kadar sert bir biçimde konuşuluyor olması aslında Türkiye’nin içinde bulunduğu kutuplaşmış atmosferle de ilişkili. Sosyal medyada yaftalama, düşmanlaştırma, hakaret ve nefret söylemi yaygın olarak karşılaştığımız durumlar. Bu öfkenin bir nedeni de son yıllarda giderek daha da zayıflayan ifade özgürlüğü. Hiçbir konu hakkıyla tartışılamıyor, sorular ve eleştiriler konunun esas muhataplarına yöneltilemiyor. Mülteci ve göçmenlerle ilgili mevcut durumdan rahatsız olan kişiler, konunun esas muhatabı olan siyasi iktidarı değil de bu konuda çalışma yapan araştırmacı, akademisyen ve STK’leri eleştiriyorlar.

Bu alanda çalışmaları olan deneyimli araştırmacılar olarak Türkiye’deki göçmenler meselesinin yakın ve uzak geleceğine dair öngörüleriniz neler?

Cenk Saraçoğlu: Türkiye bugün dünyanın en fazla mülteci barındıran ülkesiyse bu AKP iktidarının dış politika tercihlerinin bir ürünü olarak ortaya çıktı. O halde Türkiye’nin dış politika tercihlerindeki değişimin ülkedeki mültecilerin geleceğini de etkileyeceğini söyleyebiliriz. Suriyeli mültecilerin geleceğine dair uzun vadeli bir tartışma yapabilmek için Suriye’de istikrarın sağlanması, savaş politikalarından vazgeçilmesi, Suriye yönetimiyle mültecilerin durumuna dair bir diyalogun başlatılması ve 2016 anlaşmasının iptal edilerek mültecilerin Türkiye dışındaki başka ülkelere de yerleşebileceği koşulların zorlanması gerekiyor.

Yeni seçenekler ortaya çıktığında bile burada kalmak istediğini belirtecek pek çok kişi olacaktır. Zira, burada doğan, büyüyen, yetişen, çalışan ve iş kuran kişiler var. Ülkemizdeki Suriyelilerin Türkiye’de kalmak dışında alternatiflerinin ortaya çıktığı koşullarda burada kalma iradesi taşıyan insanlarla artık geçicilik üzerinden bir ilişki kurulamaz. Burada kalıcı bir ilişkinin niteliğine dair bir politika geliştirirken yalnızca mültecilerin değil toplumun genelinin yurttaşlıkla ilişkisine dair bir tartışma başlatmak gerekiyor. Türkiye’de yurttaşlık mevhumu bir bütün olarak kriz içerisinde; çünkü bu ülkedeki insanların birlikte yaşama iradesine temel teşkil edecek bir ortak çerçeveyi asgari düzeyde bile üretemeyen bir düzen var şu anda. Mülteciler yurttaşlık statüsünden yoksun; ama Türkiye’de vatandaşlık statüsüne sahip olanlar da yurttaş olmayı tanımlayan asgari sosyal, siyasal ve medeni haklardan yoksun. Bu durumda entegrasyonu nasıl konuşabiliriz? Mültecilerin “entegre” olması veya uyum sağlaması umulan toplumsal formasyonun kendisi entegre ve uyumlu değil. Mültecilerin geleceğine dair bir siyasal program, kriz içerisinde olan bu düzene karşı verilecek genel bir siyasal ve toplumsal mücadelenin içerisinden çıkabilir diye düşünüyorum.

Didem Danış: Öncelikle AB’nin mülteciler konusunda tüm sorumluluğu Türkiye gibi komşularına atan dışsallaştırıcı yaklaşımını durdurmamız gerekiyor. Avrupalıların bu konuda ciddi bir sorumluluk alması şart. En basitinden, AB devletleri Suriyeli mültecilerin aile birleşimi taleplerini bile reddediyor. Türkiye’nin bu konularda Avrupa’ya baskı oluşturması şart. Çünkü mülteciler meselesi sadece Türkiye’nin meselesi değil. Öte yandan Batı ülkelerini ne kadar sorumluluk almaya teşvik etsek de, Türkiye’de gelecekte her zaman bir mülteci nüfus olacak. Bu konuda devletin olabildiğince şeffaf politikalar uygulaması, mültecilerin hakları ve ödevleri gibi konularda kamuoyunu sık sık bilgilendirmesi ve mülteciler üzerinde bir tehdit unsuru olarak kullandığı belirsizlik ve keyfiyet yaklaşımını terk etmesi lazım. Açık bir şekilde konuşulamayan ve hükümetin hiç şeffaf davranmadığı doğru düzgün bilgi paylaşmadığı bir konu da vatandaşlık meselesi. Suriyeli mültecilerin vatandaşlığa kabul edilme kriterleri muğlak. Devlet bu konuda geniş keyfiyet alanı içinde hareket ediyor. Süreç nasıl işliyor, kriterler neler bunları bilmiyoruz. Kısacası Avrupa ile yapılacak sorumluluk paylaşımı kadar, devletin her konuda şeffaf, bilgilendirici olması şart. Toplumu karar alma mekanizmalarının dışında tutan tepeden inmeci söylemler mülteci karşıtı tepkiyi daha da artırıyor. Bu açıdan, Kemal Kılıçdaroğlu’nun “geri göndereceğiz” lafının, Recep Tayyip Erdoğan’ın 2016’da söylediği “Suriyeli kardeşlerimizi vatandaş yapacağız” sözünden bir farkı yok.