Godard’ı anımsamak

Geçen haftaki yazıma bir ek: Halil İbrahim Bozgül, “Kurdakul’la ilgili yazınızı okudum,” diyor gönderdiği epostada. “Onun son dönemde belki de sizin bilmediğiniz neredeyse bütün birikimleri ve mal varlığıyla, Balıkesir/Bigadiç ilçemizde kardelenler (bu isim bizim taktığımız bir isim) BİKEV’in (Rüştü Koray Kız Öğrenci Yurdu) kuruluşuna öncülük ettiği... Buradan yüzlerce öğrenciyi meslek ve hayata tutunmasını sağladı. BİKEV, 1995’den 2017’ye kadar bil fiil faaliyet gösterdi. Taşımalı sistemden ve başka nedenlerden dolayı şu an öğrencimiz yok. Bilginize.” Ben de yanıt olarak: ”BİKEV’i biliyorum. Ancak yazıma girememişti. Bu pazar değinirim...” demiştim.

2004’te 15 Aralık’ta yaşamını yitiren Şükran Kurdakul’un yanı sıra, 3 Aralık 1930 doğumlu Jean-Luc Godard nasıl anımsanmalı 2017’nin şu son günlerinde, o 87 yaşını sürdürürken? Çağımızın söylencesel(efsanevi) yaratıcılarından Godard’ı; filmleri, özellikleri, düşünceleri, yaşamöyküsüyle şu kısacık yere nasıl sığdırmalı? Olanaksız kuşkusuz! Ekşi Sözlük’te gözüme çarpan(ve sevdiğim) bir yaklaşıma mı değinmeli salt; bir de onun kimi sözlerine, içime dert olacaksa da “az maz, hiç yoktan iyidir” deyip...

“Godard, güçlü romantik dürtüleri olan bir materyalist ve güçlü varoluşsal eğilimleri olan bir marksisttir. Hollywood sinemasının klasizmini sindiren filmleri, elinden geldiğince yeni ve yoğun haz alınabilir bakma ve dinleme rejimleri yaratan katıksız bir Avrupa modernizmi ile yoğrulmuştur. Gerçeğe merkezi bir öncelik veren radikal bir anti-gerçekçidir. Anlatılacak ve anlatılamayacak çok fazla masalı olan kusursuz bir anlatıcıdır. İnsan öznesi ve toplumsal konularla uğraşısında sinemanın sesleriyle görüntüleri arasındaki karmaşık bağları-ve mesafeleri- yaşam boyu araştırmış üstün bir sinema dehasıdır.” (Yazanın adını veremiyorum, çünkü göremedim Ekşi Sözlük’te)

Godard’dan birkaç alıntıya gelince:

“Sinema bir düş ya da hayal ürünü değildir. Sinema hayattır. Ben filmlerle hayat arasında bir fark görmüyorum. (...)Kimi insanlar sokakta yürürken etrafa bakıp gözlemler, kimileri ise önüne bakar ve başını kaldırdığında birden bire mühim bir şeyler görüverir; bunu sinemaya uyarlarsak, ben ikinci türden bir yönetmenim. (...)Sinemanın gerçek amacı montaj yapılanı incelikle işlemektir.

Ancak biz asla oraya ulaşamıyoruz. Pek çok yönetmen bunu başardığını sanıyor ancak farklı şeyler yapıyorlar. Özellikle Eisenstein; kurgu konusunda çok iyi ilerliyordu ancak o noktaya ulaşamadı. O bir editör değildi, açıları çekiyordu. Açıları çok iyi çekebildiği için de kurguda bu kadar ilerleyebildi... Kurgu bugüne kadar asla keşfedilmemiş bir şey.. (...)Fotoğraf gerçektir.

Sinema, saniyede 24 defa gerçektir. (...)Burjuva sinemacılar gerçeğin yansımalarına odaklanırlar, biz ise bu yansımanın gerçekliği ile ilgileniyoruz. (...)Ben, gerçek ülkesi dil, toprağı ise filmler olan birisiyim. Biz kadınlara aşık olmadan, paraya aşık olmadan, savaşa aşık olmadan önce sinemaya aşık olduk. Bana hayatı keşfettiren sinema oldu ve biliyorum ki aşksız film olmaz.”