Gök mavi ve  çok işe yarıyor!

Can KARTOĞLU

İsmi ilk kez Homeros’un İlyada destanında geçen Partheneos Çayı’dır hayatının baharında, hayatın bağrından, düşlerinden, dalından kopartılan ’78 kuşağının isimsiz devrimcilerinden Pertev’le bizi tanıştıran. Darbenin ilan edildiği 12 Eylül 1980’de Bartın’dan çıkıp İstanbul’a kaçabilmek için Pertev’in yapacağı tek şeydir bugünkü adının Bartın Çayı olan Partheneos’u yüzerek geçmek. Pertev’i nelerin beklediğini daha ilk satırdan merak ederken roman boyunca metin aralarına girecek Ahmet Telli dizeleri bizi ya soluklanır ya kalbimizi dört nala koşturur.

“Denebilir ki gılgameş’tan bu yana tanrılar ve krallarla dövüşmekteyiz”

Pertev’le okurun ilişkisi Pertev’in sakin, okurun ha yakalandı, ha yakalanacak diye diye yüreği ağzında, polisiye tadında akar. Cuntanın hedeflerinden biridir Türkiye Komünist Partisi (Birlik)’i de çökertmek. O yıllardaki gibi söylersek TKP (B)’dir örgütün kısa adı. Yayınlarının yurtdışında basıldığını sağır sultan bile duysa, partinin merkez yöneticileri “kepçeyle havuzdan balık toplar gibi bir anda” yakalansa da parti yayınlarının nerede basıldığı, ülkeye nasıl girdiği, nasıl dağıtıldığı bir türlü bulunamaz. İşte, Pertev o matbaada çalışır. “Artık, topu topu bir yıl cezadan dolayı kaçak durumundaki herhangi bir örgüt üyesi değil, polisin fellik fellik arayıp da bulamadığı Parti matbaasının elemanlarından biriydi. Odasına geçti, yatağa uzandı. Yaşamındaki yeni rolünün anlamlı gururuyla bir süre sonra uykuya daldı.” İllegal ama hayatın içindedir Pertev. İllegal örgütlenmeyi düşünmeden edemeyen:

“Demek ki illegalite denilen şey kişilerin gerek dikkat, gerek işkencede dayanıklılığı ile birebir ilişkili!” diye düşündü, Pertev. Kişilere bağımlı olmayan bir illegal örgütlenme organizasyonu mümkün olabilir miydi? Bir yöntem şekillenmedi kafasında. Akşamın ilerleyen saatlerinde, Bektaş’la değerlendirdi aklına takılan soruları. Hiçbir illegal yapının yüzde yüz korunması diye bir şeyin mümkün olmadığı sonucunda birleştiler”.

İsminin anlamı “Ziya, ışık” demek olan Pertev’le birlikte 12 Eylül’e… 12 Eylül’ün ilk 6 yılına… bir yolun döşenmesine, taşların nerelere, nasıl oturtulduğuna tanıklık ederiz. Ressam Ziya Buyuk, bu defa boyalarla değil sözcüklerle resmeder 12 Eylül’ü… ülkenin ruh halini, dünyanın gidişatını... Buyuk, “TKP (B)’in mücadele tarihinde önemli bir pratik deney olarak görülen matbaada uzun süre (altı yıla yakın) çalışmış biri olarak, bu pratiği yazıya dökme işini, benden bekleyen arkadaşlarım oldu. Parti tarihinde olduğu kadar, benim yaşamımda da en az o kadar önemli bir yer tutan yılları, yalın bir anılar toplamı olarak yazmayı tercih etmedim. Okunası bir kitap olacaksa bir anı defterinden öte olmalıydı. (…) büyük bölümü yaşanmış olan olaylara, biraz da hayali olaylar ekleyerek, zaman zaman da birtakım sorular sorarak roman diliyle yazmaya çalıştım dökme işini…” der.

Sorularından biri budur: “Önceden de, Kitle dergisinin uzun teorik yazılarını okumaktan sıkılırdı zaten. Bilmediği feslefi terimler o yazıları anlamasını zorlaştırırdı. Gerçekten, o uzun teorik yazılar ne işe yaramıştı? Peki, bundan sonra bir işe yarayacak mıydı?”

Yeri geldiğinde özeleştiri yapacaktır: “Evet, biz mizaha gereken önemi pek vermedik ama böyle günlerde mizahın gücü daha iyi anlaşılıyor,” diye devam etti, Bektaş.”

Pertev sorar: “Kadın ve cinsellik konusu mahrem bir konuydu. Kadın söz konusu olduğunda, Mustafa’nın değindiği gibi, mücadeledeki konumlarıyla anılırdı sadece. Kıyısından köşesinden de olsa hiçbiri bu konuya değinmezdi. İlan edilmemiş bir oto sansür varlığını sürdürüyordu. Niye böyleydi ki?”

Roman, matbaanın da değişim serüvenidir bir yandan… tipoydu, ofsetti, ıskataydı derken basım tekniklerinin nerden nereye evrildiğini hikâyesiyle okumak, bilenler için o emek yoğun günlerin içinden geçmek demek… bilmeyenler için derya deniz bilgi… Bir nostalji değildir Matbaa romanı. Bir güzelleme hiç değil. Destanlaşmamış, destanlaştırılmamış, sanata düşkün, elleri mahir bir delikanlının… içimizden birinin hikâyesidir. Yeni kuşaklar için bulunmaz bir tarih dersidir Matbaa, su gibi…  Aynı zamanda bir 12 Eylül sözlüğüdür… içinden insan geçen… slogan atmadan… “Hafızayı beşer nisyan ile malül”se şayet, Matbaa unutturmamanın kitabıdır. Evren cuntasının icraatlarıyla döşenen yolun hikâyesidir: “İlk ve orta öğretimde din dersi zorunlu kılındı. (…) Askeri cunta yönetimi, bir yandan kendisini Atatürkçü, laik diye tanımlarken diğer yandan, ülkenin geleceğine birtakım tohumlar bırakıyordu. Okullarda başörtüsü ve sakal yasağının ardından, zorunlu din dersi! Anlaşılan, laik İslamcı çatışmasının tohumları, bir bakıma mermileri, çaktırmadan vatan toprağına bırakılıyordu birer birer.”

Hiç de yabancı değildir yasaklar… Erden Kıral’ın Hakkâri’de Dört Mevsim filminin, Genco Erkal’ın Her Gün Yeni Baştan oyununun, 1 Mayısların yasaklandığı, Brecht’in Halkın Ekmeği adlı şiir kitabının toplatıldığı, Gırgır’ın kapatıldığı, eşcinsellere sahnelerin yasaklandığı yıllar… Tarlabaşı’nda süren yıkım çalışmaları… Üç yüz elli yıllık binanın yıkılacak olması… Daha neler neler… “Ya kapatılan partiler, sendikalar, dernekler, üniversitelerden akademisyenler, cezaevlerini dolduranlar? Budanan anayasal haklar? Ya sürmekte olan işkenceler? Bir tarafta böyle dertleri yokmuş gibi görünen kalabalıklar, diğer tarafta bunları dert edinen kendisi gibi bir avuç insan!”

 Sonra “Evren sokağa inmiş, şehir şehir gezerek yaptığı mitinglerde, anayasa oylamasında evet denmesi için propaganda yapmaya başlamıştı bile. Anayasaya ‘hayır’ diyenleri, “Terörist, dış güçlerle iş birliği yapanlar, vatan hainleri,” diye suçluyordu.” Evet oyları beyaz, hayır oyları mavi olunca… “Evren; “Gök mavi, ama bir işe yaramıyor,” diyecek kadar mavi düşmanı kesilmişti.” Oysa… gök mavi ve çok işe yarıyor! Satılamayan tek yer gökyüzü… Özgürlüğün ta kendisi…

 “Bu arada nereye akıyor Partheneos?” diyorum. Buyuk, “Kendine akmaktadır, kendi yolunda, kendi bildiği gibi. Partheneos da her akarsu gibi, içinde başka sularla birlikte sarmaş dolaş yaşayacağı büyük suya, ortak yaşama akmaktadır. Hangi suyun nereden geldiğinin, renginin, tadının, gücünün -debisinin hiçbir önemi olmadığı ortak yaşam! 12 Eylül’ü ve Matbaa’yı Partheneos’un akışıyla düşünecek olursak, karşımıza insan hayatının olağan olmayan akışı çıkar. Olağan bir akış değildir, çünkü üzerinde irili ufaklı sayısız set, baraj, dahası imha düzenekleri barındırır. Bu yüzden, ortak yaşam denizine yönelen insanlığın yatağı, 12 Eylül vb. nice vahşi setler arasında ölülerle, molozlarla doludur. Matbaa da bir demir yığını olarak suyun dibindedir, ancak cümleleri suyun üzerinde akıp gitmektedir, Parheneos’un akışı gibi aheste aheste.” diyor.

Romanda pek çok ünlü isme de rastlıyoruz Pertev o sanatçılara rastladıkça ve onlarla tanıştıkça. Onların bilmediğimiz özelliklerini öğreniyoruz. Bilmediğimizi de okuyoruz Matbaa’da… Zonguldaklı okurların yüzlerini gülümsetecek ya da yüreklerini cız ettirecek ayrıntılar da var kitapta. ‘78 kuşağından kalanlarımızın hafızalarını tazeleyecekleri bir roman Matbaa. Kimimize zoru başartıp kendimizle yüzleştirecek… Ama asıl önemlisi yeni kuşakların Matbaa’yı okumaları…

“Pertev bugün Ziya’ya ne der?” diye soruyorum. “Pertev, ‘Enseyi karartma, umut her zaman vardır!’ der” diyor Buyuk. (Aslında soyadı Bıyık’tır ama Trabzonlu nüfus memuru telaffuz edegeldikleri gibi yazmıştır soyadını Ziya’nın… Bıyık’a kim Bıyık demiş oralarda… Ha uşağum Buyuk’tur bıyık… Öyle yazmayıp da ne yapacaktır nüfus memuru?) Matbaa adlı roman, yeşerecek bir mirasıdır yazarın. Yoksa… Buyuk’un “şiir diliyle söyleyecek olursak” dediği gibi:

“yeşerecek bir miras

gömmemişsek toprağa

beyhude bir ağıt olur gözyaşı

sona erdiğinde hayat”