Soma katliamına verdikleri “olumlu” raporlarla defalarca çağrılan iş müfettişleri nefes nefese soluğu Bursa’da iş bırakan metal işçilerinin yanında almışlardı.

Bursa’dan yükselen 15 bin metal işçisinin omuzladığı “hak mücadelesini” içeriden çürütmek ve bölmek üzere bu kez onlar ter döküyorlardı.

Neoliberal piyasa aygıtı sendikacılık modeli Türk Metal Sendikası Genel Başkanı da 12 Eylül cuntası ve “sivil” ruh ikizi yeni rejim jargonuyla “aramızdaki provokatörleri, hainleri, militanları ayıklayın, bakanlığın dediği gibi kendinizi ateşe atmayın, marjinaller aklınızı karıştırmasın” ifadeleriyle işçilere sesleniyordu.

Bursa Organize Sanayi Bölgesi’nde geçen kış grevleri “milli güvenlik” bahanesiyle hükümetçe engellenmiş işçiler ise sarı sendika ve işveren arasında imzalanmış 2017’ye kadar ücretlerini rehin alan Toplu İş Sözleşmesi ve ücret eşitsizliğine karşı yan yana gelmişlerdi.

İşverenin Renault fabrikasında başlayan iş bırakma eylemini “öngörülemeyen duruş” sözleriyle nitelemesi “öngörülen emeği ipotekleyen” üç yıllık “toptancı” toplu iş sözleşmesini hatırlatmış...

Ve geçen hafta toprağa verilen yaşama yorgunu, demansif üniformalı bir hayaletle özdeşleşen 12 Eylül’ün bugün nasıl kanlı canlı, gümbür gümbür yaşadığını göstermişti.

O tahakkümcü zihniyet derinden öylesine mülklenilmişti ki bakanlık, vali, işveren, sendikacı, emekçi ve hak düşmanı kör medya demeden her koldan işçilerin hukuka uygun onur mücadelesi yasadışı ilan ediliyordu.
Halbuki 12 Eylül üniformasının arkasına saklanmış ilkel birikimci model, “sivil” neoliberal aktörler, baskı kurumları, örgütlü toplumu yıkan yasalar ve piyasalaşma cinnet sürecinin vardığı tarihte manzarasına plastik dinocan sürüsü konuşlanmış, hukuk ve Anayasa tanımaz mekân “Yeni Saray rejimi” yükseliyordu.

Değişen sadece şiddet mekânlardı, fail-i meçhuller, fail-i piyasa tarafından katledilmiş on binlerce emekçi mezarlıklarına, ölüm kuyuları ve dört duvar işkence mahalleri açık cadde ve meydanlara taşınmıştı.

Artık sivil-polis çetelerce ara sokak linci “darbeyi engelledim” meşru milli savunmasına, çocuk başı ve gözü olağan güvenlikçi devlet hedefine dönüşmüştü.

Geçen hafta zamanın yarıldığı yer ve tarih Soma katliamının yıldönümüydü.

Yeni Türkiye’nin sarayları, 1 milyonluk makam arabaları, pahalı uçakları ve tüm kamu zenginliğini baba mirası gibi hak ettiğine inanan “elitleri” gidilmedik seçim meydanı, en az 5 kere açılmadık “beton eser”, namaz saati değiştirilen cami avlusu, bağırmadığı kamu mikrofonu bırakmamıştı.

Ama Soma için tek bir kelam etmemişlerdi.

Sadece kendi şahane görkem imgesi avaz avaz okunan “bayrak-ezan-vatan” kombinli retorik şiirden yansıyınca şevkle varlığını duyumsamış ve döktüğü birkaç damla yaş ekranlardan gözümüze sokulmuştu.

Ve “Yeni Türki’yenin” o çocuklara yegâne tavsiyesi, herhalde kendi iç örgütlenmesinden ve İslamcı pedagojiden ilhamla “babanız mafya hesaplaşmasında ya da uyuşturucu kaçakçılığı yaparken de ölebilirdi, bakın ne iyi böyle şükredin” sözleri olurken...

Ezcümle “hakkım var” diyen metal işçilerine bin selam olsundu...

Bu darbe anayasasını bile “özgürlükçü” bulan, dikta lideri yetkileri yetmeyen “Yeni Rejim” ve sermaye blokuna emeğin söz sahibi olduğunu gösterdikleri için.

https://ssl.gstatic.com/ui/v1/icons/mail/images/cleardot.gif