Tek Adam Rejimi çok pahalı… Yine ve yeniden doğalgaz ve elektriğe zam geldi. En son gelen zamlarla tüketici için elektriğin faturası son 3 ayda artık yüzde 30’un üzerinde daha pahalı. Yetmedi, doğalgaz da en az yüzde 30 daha pahalı. Tüketici tek adam rejiminin bedelini ödüyor. Üretici için bu oran daha da yüksek. Üretici tek adam rejiminin bedelini ödüyor.

Elektriğe ve doğalgaza gelen zamların artan un fiyatlarına da eklenmesiyle fırıncılar ekmeğe zam yapacaklarını duyurdular. Ekmeğe yapılacak zam iktidar tarafından spekülatif olarak değerlendirildi. Akla şu soru nedense hiç gelmedi: Peki o zaman doğalgaz ve elektrik fiyatlarına yapılan zamlar da bir spekülasyonun ve spekülatörlerin doğurduğu fiyat artışları mıydı? Doğalgaz ve elektriğe yapılan zamların yolu, özel statülü bir özel şirket olan ve yönetimi AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’da olan Varlık Fonu’nun sahibi olduğu BOTAŞ’tan geçiyor… Yani Varlık Fonun’dan geçiyor. Yani tek adamdan geçiyor...

Çökmekte olan bu sistemin ve ekonomik düzenin alacaklıları, şimdi alacaklarını teminat altına almak derdinde!
Borçlu Türkiye, alacaklılar yabancılar. Toplam 457 milyar dolar borçluyuz yabancılara. Bunun 180 milyar dolara yakınını önümüzdeki 12 ay içerisinde bir şekilde geri ödememiz gerekecek, bunun üzerine bir de cari dönemdeki harcama fazlamız 50 milyar doları da ekleyelim… Ya tüketimimizden kısıp ödeyeceğiz ya da çok yüksek faizden yeni borç bularak… Öyle ya da böyle tahsil etmek için ellerinden geleni yapacaklar.

O zaman soru, kimin tüketiminden kısılacağı, krizin faturasını kimin ödeyeceği sorusu. Kim kemerini sıkacak? Bu krizi doğuran rantçı ve talancı düzenin ortakları mı, yoksa bu düzende yok sayılan çiftçi, emekçi, emekli, üretici mi? Faturayı kim ödeyecek?

Sorunun yanıtı, yeni ekonomik programın ‘’müjdelediği’’ 10,1 milyar TL’lik sosyal güvenlik kesintilerinde, 16 milyar TL’lik vergi artışlarında, ücretinin 5’te biri elektrik ve doğalgaz faturalarına giden çalışanların zorla ödeyeceği BES’te, kamu çalışanlarının esneklik adı altında güvencesizleştirilecek yarınlarında yatıyor.

Yeni Ekonomi Programı, krizi çıkartan rantçı ve talancı düzenin devamının habercisi olan bu ‘’değişim ve dönüşümü’’ yapacak birimi de açıklıyor: Kamu Maliyesi Değişim ve Dönüşüm Ofisi.

Şimdi de Damat’tan, bu ofisin bir ABD’li şirkete, McKinsey & Co.’ya teslim edildiğinin “müjdesi” geldi.

Esasında bugün burada ekonominin McKinsey’e teslim edilmesinin ne anlama geldiğini yazacaktım: Bir çöküşün ifşası olduğunu… IMF olmadan IMF programı yapmanın yolunun bulunduğunu… Devlete ait en gizli belgelerin kendisini ‘’en yerli ve milli’’ diye tanımlayan bir iktidar tarafından - üstelik de dünya yüküyle ve dolar bazında bir anlaşmayla - bir ABD’li şirkete aktarıldığını… Başkanlık rejiminde Türkiye ekonomisinin artık bir aile şirketine dönüşümünün bu ilişkiyle tescillendiğini… Özelleştirmeler ve işten çıkarmalara yoğunlaşacağına şüphe olamayan McKinsey’le anlaşmanın Sayıştay’ın fiilen özelleştirilmesi olduğunu detaylandıracaktım.

Ama yazıyı yazarken de netleşti: mesele gelenin ismi değil! Mesele gelenin misyonu! IMF, McKinsey, Saray… Hepsi, Janine Wedel’in tanımlamasıyla, aynı neoliberal düzenin ‘’gölge elitleri’’.

Borçluluğun, aşırı finansallaşmanın rehin aldığı düzen… Borçlu yurttaşın, “aktif yurttaşlıktan”, “tüketici” olmaya geçişi… Bunun sandıktaki refleksleri ve katılımcılığın demokratik doğasını bozması… Makro düzeyde de yansıması bu oluyor işte: Aşırı borçlu ülke ekonomisi, tam da borç verenin kurumsal yapılarına teslim ediliyor.

Sayıştay yerine McKinsey, TBMM yerine McKinsey, kendi bürokrasimiz yerine McKinsey… Kendi aklımızın, kendi fikrimizin, kendi insanımızın, kendi kurumlarımızın denetiminde ve düzenlemesinde değil, başka akıllara mahkum edilmiş bir demokratik kurumsal yıkımla karşı karşıyayız. Dolayısı ile artık tartışmamız gereken borçları yeniden yapılandırarak ne kadar daha nefes alabileceğimiz değil, borçlanmaya dayalı bu düzeni kökten nasıl değiştireceğimiz sorusu olmalı. Aşılacak bir elitist bariyer varsa o da bu neoliberal düzenin gölge elitlerininki…

Ekonomimizi kurtarmak için de, demokrasimizi kurtarmak için de…

Kriz neoliberal düzenin krizidir ve neoliberalizmin erişebildiği her coğrafyada yaşanmaktadır.

Karşısına konması gereken yeni düzen tüm coğrafyaları ortaklaştıracak bir mücadele ile kurulacak, yerelden başlayacak ama evrensel doğasını güçlendirecek bir kararlılık ve büyüklükle… Kuracağımız yeni siyaset işte bu yeni düzenin iktidar iddiasını büyütecek olan halkçı bir ekonominin halkçı siyasetinin, evrensel bir ortaklaşmayla dünya düzenini değiştirme iddiası olacak.

Duyun-u Umumiye’den halkın egemenliğine giden yolu örmeliyiz. Başka yolu yok.