Görüşmenin merkezinde Suriyeliler olmadıkça kalıcı barış olmaz

JANINE DI GIOVANNI

Hemfikir olunan belki de tek nokta, Rakka’nın yeni sahiplerini bombalamanın tek başına Suriye krizini bitiremeye yetmeyeceği. Meselenin çözümü, iç savaşı sonlandırabilecek müzakerelerden geçiyor. Fakat ne yazık ki diplomatik süreç şimdiye kadar yerinde saydı.

Geçen salı günü ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Suriye’deki barış sürecine müdahil olan hükümetlerin önümüzdeki hafta New York’ta bir araya geleceğini duyurdu. Ama bu müzakerelerin kaderi ve masaya kimlerin oturacağı, Suriye’deki muhalif grupların birleştirilmesi yönünde süregelen çabalardan önümüzdeki günlerde alınacak sonuca bağlı.

Umutlar büyük ölçüde Viyana görüşmelerine bağlanmıştı. Uluslararası Suriye Destek Grubu (ISSG) bünyesindeki 17 ülkeye ek olarak BM, AB ve Arap Ligi’nin de katılmış olduğu toplantının ardından ortak eylem çağrısı yapılmış, Esad ve muhalifler arasında müzakerelerin başlatılması için takvim -1 Ocak hiç de gerçekçi olmayan bir tarih belirlenmişti- önerilmişti. Plana göre seçimlerin 18 aylık bir süre zarfında gerçekleştirilmesini öngörülüyordu. Gelgelelim, bombalanmış ve harabeye dönmüş İdlip, Halep ve halihazırda ateşkesin pamuk ipliğine bağlı olduğu Humus şehirlerinin durumu ortadayken, tüm bunlar bir çeşit göz boyamadan öteye gidemiyor.

Suriye’de pek çok bölgeye BM ve AB adımını dahi atmadı. Bu yüzden delegeler, BM binasındaki konferans salonunda konuştuklarıyla, Halep’in Anadan, El Bab ya da El Zehra gibi komşu beldelerinde yaşananlar arasındaki derin uçurumu görmekten acizler. Ama en nihayetinde Suriye’nin siyasal geleceğini bu bölgelerde yaşayan ve mücadele eden halklar belirleyecek; kendisini parçalamak isteyen komşu ülkeler değil. Viyana’daki diplomatlar Halep’te bedava ekmek kuyruğuna giren kalabalıkları hiç görmedi, varil bombalarına maruz kalmadı, enkazdan yakınlarının parçalanmış bedenlerini çıkarmadı. Karşılıklı diplomatik pohpohlamaların ardında söylenmiş yeni bir şey yok.

Müzakerelerin odağında Esad’ın gidip gitmemesi gibi kendilerini doğrudan ilgilendiren bir mesele olmasına rağmen, Suriyeliler, olası sürtüşmeleri önleme bahanesiyle masadan dışlandı. Konunun uzmanlarından birinin ifadesiyle, takım elbiseli bayların oturdukları yerden savaşçılara neyi nasıl yapmamaları gerektiğini bildirdiği bir tiyatro izledik. Bu adamlar, bir de kendilerine riayet edilmesini bekliyor. Carter Merkezinden Hrair Balian’a göre “Viyana belki çözümün anahtarı değil, fakat siyasal dönüşüm sürecindeki Suriye için tünelin sonunda görünen ilk ışık.” Bunun bir benzerini belki Suudilerin Riyad’da, Suriyeli muhalifleri birleştirme niyetiyle bir araya topladığı konferansta da görebilirsiniz. Ama asıl önemli olan Viyana, Cenevre ya da Riyad’da kurulan masalarda konuşulanlar değil, sahada neler olduğu.

Doğu Guta’da –isyancıların, hükümet güçleri tarafından sürekli olarak bombardımana tutulan Şam yakınlarındaki kalesi- muhalif güçler ve Suriye ordusu arasında müzakereler sürüncemede kaldı, ama eğer başarabilirlerselerdi, burada 15 günlük bir ateşkes sağlanacaktı. Ateşkesler her zaman çözüm olmaz; aslında en çok da nihai karşılaşmadan önce sahada gücünü arttırmak isteyen milislerin işine gelir. Yine de bunun gibi stratejik noktalarda yapılan halk tabanlı görüşmelerin önemi azımsanmamalı.

Richard Holbrooke’un mimarı olduğu Dayton anlaşmasının nasıl şartlarda imzalanmış olduğunu hatırlayın. Süreç, savaşın merkezinden fersah fersah uzaktaki Ohio’daki askeri üsten burunlarını çıkarmayan diplomatların müzakerelerinden ziyade savaşın doğrudan tarafı olan partilerın yaptığı dolaylı görüşmeler üzerinden ilerliyordu. Taraflar tahammül sınırlarını zorlayacak şekilde, kahvaltı sofrasında, öğle ve akşam yemeklerinde karşı karşıya geliyordu; ta ki nihayet beraber kanı durdurmaya razı olana kadar.

Muhalifleri birleştirmek kolay değildir ve bazen pek de istenmeyen seçimler yapmayı zorunlu kılar. ABD Suriye eski başkonsolosu Robert S. Ford dahi Aharuş Şam gibi İslami gruplarla görüşülmesini ve bunların IŞİD’ye karşı yürütülen savaşa katılmaya ikna edilmesini savunabiliyorsa, Batı’nın Aharuş Şam’ı asla muhatap kabul etmeyen tutumunu gözden geçirmesi gerekir; zira bu sürdürülebilir bir tavır gibi görünmüyor. Nüsra Cephesi ve IŞİD Suriye’nin geleceğinde asla söz sahibi olmayacak. Ama Aharuş Şam, birbirine hiç de benzemeyen grupları nasıl tek bir çatı altında toplayabildiğini gösterdi. Ortadoğu Enstitüsü (MEI) direktörlerinden Randa Slim’in söylediği gibi: “Hepsini dev bir çadırın içine koyun ve karşısılarına geçip IŞİD’nin bitmesini seyredin.”

Uzmanlar her zaman işin doğrusunu bilemeyebilir. Daha önce Brookings Enstitüsü’nde çalışmış olan araştırmacılar Charles Lister ve Salman Shaikh, Suriye’de savaşan tarafların kim olduklarını, beklentilerini –ve savaşın nasıl sona erebileceğini- anlayabilmek için 100’den fazla silahlı muhalif lideriyle görüştü. Bu çerçevede Şii, Sünni ve Alevi liderlerle sayısız mülakatlar gerçekleştirdiler. Carter Merkezi de buna benzer kapsamlı saha araştırmaları yaptı. Araştırmacılar Suriyelilerin gerçekten ne istediğini anlayabilmek için canla başla çalışıyor ki gerçekten de asıl öncelikleri bu olmalı.

Suriye denkleminin asli unsurlarından biri olarak Kürtleri de unutmamak gerekir. Buna rağmen Kürtler Suudilerin inisiyatifiyle başlatılan ve hala devam edegelen görüşmelerde muhalifler arasına dahil edilmediler. Hiçbir zaman dışlayıcı davranmamış, Arapların, azınlıkların ve kadınların haklarını görece gözeten Rojava Kürtlerini böyle dışlamak haksızlık. Tümü de hükümet içerisinde ve askeri kanatta yüksek mevkiilerde olup Suriye’nin büyük bir kısmını –üstelik demokratik bir biçimde- yönetiyor ve IŞİD’ye karşı en etkili hava gücünü teşkil ediyorlar. Yok sayılmalarının sebebi elbette Türkiye; ama bu tutum haksız olduğu kadar yıkıcı da. Eğer IŞİD’ye karşı birleşik bir muhalefetten söz edilecekse, Kürtler bundan sonra Viyana da dahil olmak üzere kesinlikle hiçbir müzakereden dışlanmamalı.

Suriye’nin kaderinin kendi halkı tarafından çizilmesi pek muhtemel görünmüyor. Bu belki de bir bakıma hayırlı; özellikle de bir yerde başladı mı komşularına sıçrayıp tüm bölgeyi sarabilmeye ve sonuçlarıyla kıtaları etkileyebilmeye kadir iç savaşların kalıntıları kendini bize her gün hatırlatadururken. Yine de büyük güçlerin müzakerelerde mümkün olduğunca alçakgönüllü ve müdahelecilikten uzak bir izlenim vermesi yerinde olur. Zira Suriye sorununda kalıcı bir çözüm, ancak öncelikli söz hakkının Suriyelilerde olması şartıyla sağlanabilir.

(http://www.theguardian.com/commentisfree/2015/dec/10/without-syrians-no-lasting-peace-civil-war-talks)’den çeviren Defne Sarıöz