Bugün ülke yakın tarihinin en büyük felaketi olan 6 Şubat depremlerinin birinci yılı. Depremler, ‘tabut evler’de yaşayan 53 bin 537 kişinin yaşamını çaldı. Ne yardımlar zamanında bölgeye ulaştı ne de arama kurtarma ekipleri. Büyük yıkıma uğrayan Hatay’da halk çaresiz. Depremzedeler, ilaçlarla ayakta kaldıklarını belirtiyor, “İlk günkü kadar gözlerimiz yaşlı” diyor. İktidarın “oy yoksa, hizmet de yok” söylemi ise kentin harap halini özetliyor.

Göz göre göre öldüler
Fotoğraflar: BirGün

Uğur ŞAHİN / Hatay

Bir yıl önce bugün tarifi imkânsız bir acıya uyandı Türkiye. Takvimler 6 Şubat 2023’ü gösterdiğinde sabaha karşı merkez üssü Maraş olan 7.7 büyüklüğünde bir deprem meydana gelmişti. Bu sarsıntının yarattığı yıkımın bilançosu netleşmeden, bir deprem daha yaşanmıştı. Saatler 13.24’ü gösteriyordu. Meydana gelen bu depremin şiddeti, kayıtlara 7.6 olarak geçmişti. 25 saniye kadar süren bu deprem, yıkımı artırmıştı. İlk depremin ardından iktidarın uluslararası yardım çağrısı anlamına gelen, “dördüncü seviye alarm ilan etmesi” felaketin boyutunu gözler önüne seriyordu. Kısa süre içerisinde depremlerin 11 kentte yol açtığı yıkımın boyutunun korkunç noktalara ulaştığı anlaşılmıştı. Ancak pek çok enkaza, arama kurtarma ekipleri ulaşmamıştı. Ne AFAD’dan ses vardı, ne de Kızılay’dan… Yurttaşlar, kendi imkânları dahilinde enkaz altındaki yakınlarını kurtarmak için çabalıyordu. Ülke derinden sarsılmıştı, “devlet” ortada yoktu.

Hatay’da kimi mezarda bir aile, kiminde de henüz 6 aylık bir bebeğin yarım kalmış hayatı var. Bazılarının mezar taşında ise sadece numara yazıyor. 

SKANDALLAR SİLSİLESİ

6 Şubat ve onu takip eden günlerde afet bölgesinde skandallar silsilesi yaşanıyordu. Misal Kızılay, yardım kuruluşu AHBAP’a depremzedelerin sığınması için kullanılacak çadırları 46 milyon TL’ye satmıştı. Enkaz altındaki yakınlarını arayan, seslerini sosyal medya üzerinden duyurmaya çalışan yurttaşların internete erişimi kısıtlanmıştı. Ne zamanında TSK personeli sahaya sürülmüştü, ne de bu tarz afetlere müdahalede etkili olan madenciler… AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Çetin kış şartları eklenince depremden sonraki ilk günlerde kimi eksiklik ve aksaklıkların yaşandığını biliyoruz” diyerek afete müdahalede yetersiz kalındığını itiraf etmişti.

Maraş, Antep, Hatay, Osmaniye, Adıyaman, Urfa, Diyarbakır, Malatya, Kilis, Adana ve Elazığ’da yaşayan 14 milyon yurttaş etkilenmişti sarsıntılardan. İktidar temsilcileri tarafından sık sık “Asrın felaketi” nitelendirmesi yapıldı 6 Şubat depremleri için. Bilimsel kurallara aykırı yapılaşma ve İmar Barışı’nın tahribatı artırdığı depremlerde 53 bin 537 kişi yaşamını yitirdi. Hayatını kaybedenlere ilişkin yaş, yerleşim yeri ve cinsiyet gibi bilgiler hâlâ net olarak bilinmiyor. 107 bin 213 yurttaşın yaralandığı depremlerin ardından, kaç yurttaşın engeli kaldığı da yanıtsız bırakılan sorulardan.

HATAY: HAYALET ŞEHİR

6 Şubat depremlerinde yıkımın en derinden hissedildiği kentlerin başında, şüphesiz ki Hatay geliyor. Resmi verilere göre, burada depremler sonucu 24 bin kişi hayatını kaybetti.

Depremin ikinci haftasında Hatay’daki enkazın önünde bir anne, gözü yaşlı şekilde “Nasıl kurtaramadık oğlumu?” diye feryat ediyordu. Burası Armutlu Mahallesi’ydi. Bir yıl sonra aynı bölgedeyim ancak bu kez burası bir mahalleden ziyade, boş bir tarlayı andırıyor.

Hatay’ı “hayalet şehre” çeviren depremlerde insanlar göz göre öldü. Bunu 29 Kasım 2020’de yayımlanan bir haber de teyitler nitelikte. Defne’ye bağlı Armutlu Mahallesi’ndeki güvencesiz binaları konu alan bir haberde, “Yaprak gibi dökülüyorlar, depreme gerek yok, kendiliğinden bile yıkılmak üzereler” deniyor. Bu ifadeler, Armutlu Mahalle Muhtarı Cüneyt Öfkeli’nin. Aradan geçen üç yıl sonra da 6 Şubat’ta Armutlu Mahallesi yok oldu. Muhtar Öfkeli, “Göz göre göre ölüm geldi” diye konuşuyor.

Öfkeli, acının hâlâ çok taze olduğunu kaydediyor. “Sanki bir yıl geçmedi, dün gibi her şey” şeklinde konuşuyor: “İlk gün nasıl gözümüz yaşlıysa, şu anda da aynı, değişen bir şey yok. Yüreğimiz kanıyor, canımız yanıyor. Akrabalarımız, komşularımız, mahalle sakinlerimiz öldü.”

6 Şubat’ta 30 akrabasının yaşamını yitirdiğini aktaran Öfkeli, mahalle sakinlerinin zor şartlar altında hayatta kalmaya çalıştığını söylüyor. “Bu yoklukta, çaresizlikte direniyorlar” diyor ve ekliyor: “Normalleşmek çok zor. Memleket yok olmuş.”

Öfkeli, 6 Şubat’ı, “Gece yarısında cehennemin ortasında kaldık” diye tarifliyor: “Yıkılan bir apartman vardı, oradan çığlık sesleri geliyordu. Soğuktu ve yağmur, bardaktan boşalırcasına yağıyordu. Sonrasında ‘bütün mahalle yerle bir oldu, herkes öldü’ diye düşündüm. Çimentosu bitmiş, demiri eskimiş binaların yıkacağı zaten önceden belliydi. Kendi kendine bile parçalanıyordu. Depremin ilk üç gününde hiçbir yetkili yoktu. Yerel yönetim şu ana kadar da yok. Şu an herkes ya konteynerlerde ya çadırda ya da köylerdeki binalarda yaşam mücadelesi veriyor.”

Depremzedeler günlerce enkaz başında yakınlarının çıkarılmasını bekledi. 

“GÖRÜŞÜRÜZ OĞLUM…”

Emek Mahallesi de tıpkı Armutlu gibi…Burada depremden önce yaşayan 15 bin aileden geriye sadece 35 aile kalmış durumda. Binlerce yıllık geçmişe sahip olan “kadim kent” Hatay’da 80 bin 323 bina ya yıkıldı ya da ağır hasar aldı. 215 bin yurttaş şu anda konteynerlerde yaşama tutunmaya çalışıyor. Aradan geçen bir yıla rağmen hâlâ en temel insani sorular çözüme kavuşmazken iktidardan gelen “Oy yoksa, hizmet de yok” minvalindeki açıklama kentin halini özetliyor.  Üstelik burası hâlâ ‘Özel Afet Bölgesi’ statüsünde dahi değil.

Simge yapıların yıkıldığı, havalimanı pistinin çöktüğü kentte ayakta kalabilen binaların üzerine sprey boyalarla, “Davalık”, “Az hasarlı”, “Orta hasarlı, yıkma” gibi ifadeler yazılı. Şehrin dört bir tarafında iş makineleri çalışıyor. Çalışmaların sürdüğü yerlerden biri de Reyhanlı yolu üzerinde oluşturulan Narlıca Mahallesi’ndeki mezarlık… Adı, “Deprem Şehitleri Mezarlığı” ve mezarlık kısımlara ayrılmış durumda. Bir tarafta çalışmalar tamamlanmış ancak kimliksiz cenazelerin gömüldüğü bölümde ise çalışmalar sürüyor. Mezarlar mermerle kaplanıyor. Yaşamını yitiren kişinin ismi biliniyorsa, mezar taşına yazılıyor. Zira bu bölümdeki mezarların üzerinde “ad ve soyad” yok, sadece numaralar yer alıyor. Bazı mezarlardaki tahtaların üzerine atkılar ve başörtüleri asılı…

Aynı aileden üç kişinin gömüldüğü mezar da var, daha altı aylık bebeğin defnedildiği de… Bir baba, mezarın başında ağlıyor, eli mezarın başında. “Yarın görüşürüz oğlum” diyerek ayrılıyor.

Mezarlığı ziyaret edenlerden biri de Aliye Yücedağ… En az 30 yakınını depremde kaybettiğini söylüyor. “Yeğenimin çocukları bu tarafa gömüldü çünkü geç bulundular” diyerek kimliksiz cenazelerin yoğunlukta olduğu kısmı gösteriyor. Gözü yaşlı şekilde şunları dile getiriyor: “Kayıplarımızı sayamıyorum bile. Buraya da gelemiyorum, gelmeye dayanamıyordum. Önceden çocukların mezarı hangisi, onu da bilemiyorum. Şimdi yeni yapılıyor. Yeğenimin iki oğlu, bir kızı vardı. Bir çocuk kaldı, o da İstanbul’a gitti.”

BİR TEK YIKIM VAR

Daha sonra Narlıca Mezarlığı’ndan ayrılıp kent merkezine doğru geçiyorum. Burada konteynerlerden yapılma dükkanlarda depremzede esnaf ayakta kalmaya çalışıyor. Hatay’ın eski esnafından Necmi Kadınoğlu ile eşi Serpil Kadınoğlu da onlardan. Merkez sayılabilecek bir noktadalar. 1971 yılından beri işlettikleri dükkanları, depremde yerle bir olmuş. Her şeye sil baştan başlıyorlar. Necmi Kadınoğlu, kuzenleri ile onların çocuklarını depremde yitirmiş. Necmi Kadınoğlu, kentin son hali için, “Yıkımdan başka bir şey yok” ifadesini kullanıyor. Esnafın desteksiz bırakılmasından ve yerel yönetimden de yakınıyor. Ardından eşi Serpil Kadınoğlu söze giriyor. 6 Şubat depremleri için, “Biz cehennemi gördük” ifadesini kullanıyor. Depremin ilk günlerinde yetkililerin yardım eli uzatmadığına vurgu yapıyor: “Hatay’da bir Allah’ın kulu yoktu. Ne AFAD, ne Kızılay, ne belediye, ne de hükümet… İnsanlar, bağıra bağıra, ‘Yardım edin’ diyerek öldü.”

Uzun Çarşı’nın girişinde esnaf Ahmet Öztürk ile de konuşuyorum. Öztürk’ün de dükkânı yıkılmış. Çözüm olarak başka bir esnafla birlikte “ortak dükkân” kullanıyorlar. Öztürk, 6 Şubat depremlerinde kuzeniyle eşini kaybettiğini aktarıyor: “Biliyor musun, biz 6 Şubat’tan önce de depremi konuşuyorduk. Ama işte binalar yıkıldı. Çok dostumuzu kaybettik çarşıda.”

İLAÇLARLA AYAKTAYIM

Depremzede esnaf Abdullah Eskiocak ile de görüşüyorum. “Psikiyatri ilaçları alıyorum, uyumak için de ilaç kullanıyorum. O şekilde konuşabiliyorum ve ayakta durabiliyorum” diyerek başlıyor sözlerine. Depremde ablası ile avukat olan yeğenini kaybettiğini belirtiyor. “Her şey daha da kötüye gidiyor” diyor ve ekliyor: “5 yaşındaki çocukların yüzünde bile hüzün var; yokluk ve korku var. İnsanların bakışları bile artık farklı. Çok büyük acı yaşandı çünkü. Destek alamıyoruz. Kendi emeğimizle borçla ayaktayız.”

∗∗

MEZARINI BULSAK BİLE SEVİNECEĞİZ

Yakınlarına ulaşamamış aileler, geride kalan bir yılı mezarlıklarda, hastanelerde, yurtlarda, sevgi evlerinde ve savcılıklarda geçirdi. Oğlu, gelini ve torunu kayıp olan Selahattin Kılıç, “İnsan mezar bulunca sevinir mi?” diye soruyor ve ekliyor: “Bulsak sevineceğiz.”

6 Şubat depremlerinin ardından yakınlarını hiçbir yerde bulamayan kayıp aileleri, bir yıl boyunca savcılıklar ve hastaneler arasında mekik dokudu. Deprem Mağdurları ve Kayıp Yakınlarıyla Dayanışma Derneği’nin verilerine göre, “ölü ya da sağ” biçimde yakınlarına ulaşamamış 37’si çocuk 145 kişi var. Hatay Cumhuriyet Başavcılığı’na göre de sadece bu kentte 193 cenaze, DNA eşleşmesi yapılmadığı için yakınlarına teslim edilememiş durumda.

Hasret Kılıç ve Asel Kılıç

Kayıp olanlardan biri de Eda Nesrin Tuncer… Tuncer ailesi, Antakya Akevler Mahallesi’nde bulunan Melis Apartmanı’nda depreme yakalandı. Enkazdan anne Yüksel Tuncer ile baba Nizamettin Tuncer’in cansız bedeni çıkarıldı ancak 40 yaşındaki Eda Nesrin Tuncer’den hâlâ ne bir haber ne de bir iz var. Abla Ayten Tuncer, kardeşini bulmak için onlarca şehir gezdi. Hastaneler, bakım evleri, huzurevleri… Ancak sonuç alamadı.

Ayten Tuncer anlatıyor: “Enkazın kaldırıldığı son ana kadar ailem oradaydı. Türkiye genelinde kendi çabamızla büyük bir araştırma yaptık. Fakat ulaşamadık. Savcılığa müracaat ettik, DNA testi için kan alındı, fethi kebir de yapıldı. Ancak hiçbir iz yok.”

Tuncer, kötü niyetli “insanların’’ kayıp yakınlarını telefonla arayarak kandırıp paralarını almak istediğini aktarıyor. Hatta kendisi de böyle bir telefon almış. Şunları dile getiriyor: “Bu tür şeylerle de karşılaşmaya başladık. Dernekten bir arkadaşımız, birisine 10 bin TL vermiş. Bakın, bu yaşandı.”

Ayten Tuncer, kayıp yakınlarının akıbeti için Meclis’e gittiklerini fakat sonuç alamadıklarını da ifade ediyor. Kayıpların akıbetine dair önergelerin AKP ve MHP’nin oylarıyla reddedildiğini anımsatıyor, “Halen kayıplarla ilgili gereken bilgiyi alamıyoruz” diyor. Depremin birinci yılında hissettiklerini ise şöyle özetliyor: “6 Şubat’ta kaybolan canlarımızın bulunmasını istiyoruz. 6 Şubat’ı bir defa yaşadık, bundan sonra afetlere çok çabuk müdahale edilmesini, insanların inleyip ölmemesini istiyorum. Toprak altında bağırarak ölmemelerini istemiyorum. Çünkü benim annem ve babam böyle öldü. Kardeşim gibi bütün kayıpların meydana çıkmasını istiyorum.”

Eda Nesrin Tuncer

ÇOK ACI ÇEKİYORUZ

“Kaybetmeyen kişi, yaşadıklarımızı anlamaz ama biz yıkıldık, acı içindeyiz. Geceyi bırakın gündüzü bile yaşayamaz duruma geldik. Çok acı çekiyoruz. İnsan mezar bulunca sevinir mi? O hale geldik. Bulsak mezarlarını sevineceğiz. İnan ki sevineceğiz.”

Bu sözler oğlu Mustafa, gelini Hasret ve 5 yaşındaki torunu Asel Kılıç’ı kaybeden Selahattin Kılıç’a ait. Kılıç’ın oğlu ve onun ailesi, Antakya Güzelburç Mahallesi’nde 53 kişinin hayatını kaybettiği 9 katlı İlke Apartmanı’nda oturuyordu. 2011’de yapımına başlanan apartman, birinci derece deprem kuşağında yer alıyordu. Bina 6 Şubat’ta yerle bir oldu. Müteahhidinin de arasında bulunduğu tutuklu 5 sanık, savunmalarında birbirlerini suçladı. “Zeminin kötü olması nedeniyle binanın yıkıldığını” söylediler. Oysa iddianameye de yansıyan bilgiye göre, İlke Apartmanı’nın çevresinde bulunan diğer binalar yıkılmamıştı. Yan sorun “zemin” değildi.

Selahattin Kılıç, “Evlatlarımı kaybettim. Bir yıldır arıyorum, ‘Sabırlı olun’ deniyor ama bu sabır nereye kadar? Daha ne kadar sabredeceğim?” diye soruyor. Yaşananları ise şöyle aktarıyor: “Enkazda bir hafta kaldık, bir hafta boyunca aradık ama kimseye ulaşamadık. Ardından gezmediğimiz hastane, yurt, sevgi evi kalmadı. DNA verdik, eşleme yok. Bir yıldır eşleşmeyen DNA mı olur? Aklıma yatmıyor, neden acaba?”

Selahattin Kılıç, psikolojilerinin yerle bir olduğunu kaydediyor. Bir bilinmezlik içerisinde olduklarına değinerek sitem ediyor: “Hiçbir şeyim kalmadı, çok zor bir durumdayız. Nereye gitsek, hangi kapıya gitsek, doğru bir bilgi alamadık. Hiçbir merciden bir yardım alamadık. CİMER’e şikâyetler ettik, ‘soruşturulacak dönülecek’ deniyor ama hikâye. Net bir cevap yok, net bir şey yok.”

Selahattin Kılıç’a “bir yılın dolmasıyla birlikte kayıp yurttaşların yasal olarak artık ölmüş kabul edilebileceğini” anımsatıyorum. Bu duruma itiraz ediyor. Eğer bu gerçekleşirse, hiçbir arama çalışması yapılmayacağından endişe ediyor: “Ben bunu kabul etmiyorum. İstiyorum ki isteğe bağlı olsun. İsteyen nüfustan düşürsün, istemeyen düşürmesin. Zaten düşürüldükleri anda kimse bir çalışma yapmayacak. Zaten doğru dürüst çalışmalar da yok. Tamamen silecekler, arama yapmayacaklar, DNA’lara bakmayacaklar. ‘Sizinkiler ölmüş’ diyecekler maalesef.”

∗∗

KAMU GÖREVLİLERİ HÂLÂ SANIK DEĞİL

Merkez üssü Kocaeli’nin Gölcük ilçesi olan 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi’nin üzerinden 24 yıl geçerken o dönem açılan davaların cezasızlıkla sonuçlanması, endişe veriyor. Zira resmi rakamlara göre 17 bin 840 kişinin yaşamını yitirmesinde sorumluğu bulunanlar ya az ceza almış, ya da hiç ceza almamıştı. O günlerde de ‘‘asrın felaketi’’ olarak tanımlanan depreme ilişkin davalarda verilen hükümler ya ertelendi ya da zamanaşımı nedeniyle düştü. Bir tek Yalova’da inşa ettiği binaların çoğu çöken ve 200’ye yakın insanın hayatını kaybetmesine neden olan müteahhit Veli Göçer cezalandırılmıştı.

MÜTEAHHİTLERLE SINIRLI

Maraş merkezli depremlerden sonra da yüzlerce dava açıldı. Antakya ve Defne’de yıkılan binalardaki yapım kusurlarıyla ilgili çoğu müteahhit 113 kişi tutuklandı. Resmi açıklamaya göre, 3 bin 522 ceza dosyası açıldı. Fakat yargılanmasına başlananlar arasında tek bir kamu görevlisi bile bulunmuyor. Eski Hatay Barosu Başkanı Cihat Açıkalın, kamu görevlilerinin “sanık” sıfatıyla mahkeme önüne çıkarılmamasına tepki gösteriyor: “Yaşananların sadece müteahhitlerle sınırlı kalmaması, kamu görevlilerinin ve belediye yetkililerin de yargılamaya dahil edilmesi düşüncesi hâkim. Çünkü sadece müteahhitlerin yargılandığı davalar, adaleti karşılamaz. Bugüne kadar tutuklananların çoğunun müteahhit olması endişelerimizi haklı çıkarıyor.”

Avukat Cihat Açıkalın
Eski Hatay Barosu Başkanı 

PEKİ YA DİĞER DAVALAR?

Şunları aktarıyor Avukat Açıkalın: “Davalar yavaş ilerliyor. Bilirkişi raporlarının gönderilmesi süreci çok uzadı. Birinci yıldayız ama hâlâ birçok dosyada bilirkişi raporları yok. Önceden Karadeniz Teknik Üniversitesi ile çalışıyorlardı. Öyle olursa senelerce rapor beklenir. Şimdi başka yerlerden de rapor alınmasına karar verdiler. Umarım daha hızlı gelir raporlar ve yargılama süreci de hızlı ilerler.”