Küresel güç merkezleri arasındaki hegemonya mücadelesi şiddetleniyor. Egemenlik, paylaşım ve nüfuz savaşı kızışırken selefi Trump’ın aksine transatlantik ilişkileri yeniden canlandıracağını açıklayan Biden, savaş örgütü NATO’yu cepheye sürmeye hazırlanıyor. Yeni yönetim Türkiye ve AB’yi de Rusya ve Çin meselelerinde kendisinden yana bir tercihe zorluyor

Güç savaşında sular ısınıyor: ABD, Joe Biden ile pençesini gösterdi

Derviş CEMAL

Kapitalist emperyalist sistemin krizi derinleşirken hegemonya, güç, nüfuz mücadelesi şiddetleniyor. ABD liderliğindeki İngiltere, Japonya ve AB’den oluşan ‘kolektif emperyalizm’ ile Rusya ve Çin arasında süregiden bilek güreşi ekonomik, politik, askeri her alanda kendisini hissettiriyor. Salı günkü Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) Dışişleri Bakanları buluşmasının ardından dün sona eren iki günlük Avrupa Birliği (AB) liderler zirvesi bu kapışmaya bir kez daha sahne oldu.

Hegemonyası gerileyen ABD emperyalizmi Rusya ve Çin’e karşı transatlantik ittifakı yeniden devreye sokmaya çalışırken savaş örgütü NATO’nun da aktif şekilde cepheye sürülmesi gündemde. Brüksel’deki NATO Zirvesi’nde ittifakın ABD’nin küresel çıkarları doğrultusunda sahaya sürülmesi kararı çıkarken selefi Donald Trump’ın aksine NATO’ya yeni misyonlar biçen Joe Biden yönetimi NATO’yu canlandırarark sahaya süreceğini açıkça deklare etti. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ile toplantı düzenleyen Blinken, “ABD, ittifakı yeniden canlandırmak istiyor. Hiçbir ülke mevcut sınamalarla tek başına mücadele edemez. Transatlantik ittifak, geride bıraktığı iç bölünmeler döneminden daha güçlenerek çıkabilir. NATO'nun Çin'e ve yol açtığı meydan okumalara odaklanmasını garantiye almalıyız. Rusya konusunda keskin ve netiz” sözleriyle açık hedefleri gösterdi.

GERİLEYEN HEGEMONYA

Değişen dengeler, küresel güç mücadelesinin ana ve başat aktörlerini yeni konumlanışlara, pozisyon almalara ve stratejiler çizmeye itiyor. Amerikan hegemonyası geriliyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünya kapitalizminin hegemon ülkesi haline gelen ABD hızla irtifa kaybediyor. O tarihlerde dünya ekonomisinin neredeyse yarısına hükmeden Washington bugün küresel üretimin ancak yüzde 18’ini gerçekleştirebiliyor. Gerileyen ekonomik güçle birlikte politik etki gücünde de ideolojik inandırıcılığında da ciddi bir aşınma gözleniyor. Bu nedenledir ki devasa bir askeri güce sahip olduğu için daha da saldırganlaşıyor. Giderek daha fazla şiddet, güç ve baskıya başvuruyor.

NATO CEPHEYE SÜRÜLÜYOR

Blinken’in işaret belirttiği transatlantik ittifakındaki bölünme Trump’la birlikte derinleşmişti. Trump, “işlevsiz” dediği NATO’dan ABD’yi çekmekle tehdit ederken üye ülkelerin ittifaka daha fazla maddi yardım yapması gerektiğini kaydetmişti. Avrupa Birliği ile ticaret savaşını başlatan Trump, özellikle Almanya’yı Rus gazı nedeniyle yaptırımlara maruz bırakmıştı. Biden yönetimi Blinken’in işaret ettiği transatlantik ilişkileri yeniden rayına oturtmaya çalışırken Avrupa Birliği’ni özellikle Rusya konusunda yanına çekmeyi planlıyor.

Biden’ın göreve gelmesinin ardından NATO’nun daha aktif şekilde sahaya sürülmesinin ilk örneği 18 Şubat’ta görülmüştü. Üye ülkelerin Savunma Bakanları toplantısında NATO'nun Irak başta olmak üzere Irak’taki faaliyetlerini genişletme planı onaylanmıştı.

Blinken ve Biden’ın Almanya’ya yönelik Kuzey Akımı-2 boru hattı ile ilgili tehditler savurması Rusya konusundaki ABD yönetiminin gözünü kararttığının göstergesi. Projenin iptalini isteyen Beyaz Saray yönetimi, Çin konusunda da Avrupa Birliği’nin bir bütün olarak yanına çekmek istiyor.

TRANSATLANTİK ÇATLAK

Biden ABD’si uluslararası örgütlere özellikle de NATO’ya oldukça önem veriyor. Bu bağlamda dünyanın her yerindeki müttefikleriyle ilişkileri tekrar normale döndürmek için büyük bir çaba sarfetmeye başlayan Washington, bu bağlamda, Dışişleri ve Savunma Bakanlarını hemen Asya seferine çıkarmıştı. Transatlantik anlaşmaları iptal eden ‘Önce Amerika’ diyerek korumacı bir ekonomik politika hayata geçiren Trump, “ticaret savaşları”nın da fitilini ateşlerken bütün ittifaklarda derin krizlere neden olmuştu. Biden şimdi yeni güç tahkimiyle bu ilişkileri canlandırma niyetinde.

Transatlantik İttifak’ta Rusya ve Çin konusunda görüş ayrılıkları söz konusu. AB’nin lokomotif gücü Almanya ve Fransa, Rusya’nın kuşatılması ve Çin’e yönelik stratejinin Avrupa’nın çıkarına olmadığını, ABD’ye bu derece bir bağlılığın kendi ülke çıkarlarına aykırı olduğu görüşünde. Özellikle Angela Merkel yönetimi ve Alman sermayesinin büyük bir kesimi ABD çıkarlarının kendi çıkarlarına öncelenmesine karşı uzun bir süredir itirazlarını dile getiriyor. Ancak gerek Almanya gerekse de Avrupa genelindeki güçlü transatlantik damar bu itirazları perdeliyor.

BIDEN'DAN İŞBİRLİĞİ ÇAĞRISI

ABD Başkanı Joe Biden da Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkelerin liderleri ile yaptığı görüşmede, ABD-AB ilişkilerinin yeniden canlandırılması mesajı verdi. Biden "Çin ve Rusya da dış politika çıkarları konusunda birlikte çalışmak istediğini dile getirdi" dedi. AB üyesi 27 ülkenin devlet ve hükümet başkanlarının katıldığı toplantıya çevrimiçi bağlanan Biden, güçlü bir AB'nin, ABD'nin çıkarlarına olduğunun altını çizdi. Görüşmeyle ilgili Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada, "Başkan Biden, ayrıca Türkiye, Güney Kafkasya, Doğu Avrupa ve Batı Balkanlar konusunda da AB ile ABD'nin temasının sürmesi gerektiğini vurguladı" ifadelerine yer verildi.

TÜRKİYE'Yİ NATO’YA DEMİR ATMIŞ HALDE TUTMAK

Tırmanan küresel güç mücadelesi, transatlantik gelişmeler ve Biden Amerikası’nın Rusya-Çin stratejisi Türkiye’yi de yakından etkiliyor. Bir NATO üyesi olarak Rusya ile de yakın işbirliğinde bulunan ve askeri teknolojisinin bir kısmını bu ülkeden temin etmeye başlayan Türkiye için güç merkezleri arasında sörf yapma döneminin de sonuna geliniyor. Ankara-Washington arasındaki ilişkiler zikzaklı bir trafik izlerken göreve geldiği 20 Ocak’tan bu yana Erdoğan’ı aramayan Biden, Ankara’nın Moskova ile yakınlığından oldukça rahatsız. Son dönemlerde peş peşe gelen S-400 açıklamalarıyla bu rahatsızlık açıkça beyan edildi.

ABD’nin ve İttifak’ın Türkiye ile ilişkilerine de değinen Blinken’in “Ankara ile görüş ayrılıklarımızın olduğu bir sır değil. Ancak Türkiye'yi ittifaka demir atmış halde tutmakta ABD ve NATO'nun güçlü çıkarı var. NATO'da kalmak, uzun süreli ve değerli bir müttefik olan Türkiye'nin de çıkarına” sözleri Ankara’ya olan bakışı özetler nitelikte.

Ankara ile gerilimli ilişkinin de masaya yatırıldığı AB Zirvesi’nde bir taraftan Erdoğan yönetimine ağır eleştiriler yapılırken diğer yandan da diyaloğun sürdürülmesi istendi. Benzer havuç sopa taktiğine başvuran Merkel de “Türkiye, sadece NATO ortağı ve müttefik değil, AB’nin doğrudan komşusu ve AB’nin dış sınırında ikinci en kalabalık nüfusa sahip ülkesi olarak stratejik öneme sahiptir” ifadeleriyle Türkiye’ye çizilen rolü özetledi.

PROF. DR. BARIŞ DOSTER: AVRUPA İLE YENİDEN CANLANDIRILMAK İSTENEN BU İLİŞKİLER ASLINDA BİR ‘İTİRAFNİTELİĞİNDEDİR

guc-savasinda-sular-isiniyor-857359-1.Beyaz Saray AB Liderler zirvesi öncesi yaptığı açıklamada başkan Biden’ın ABD-AB ilişkilerini yeniden iyileştirme arzusuyla AB liderleriyle görüşmek istediği, aynı zamanda "Çin ve Rusya dahil, ortak dış politika çıkarları" hakkında karşılıklı görüş alışverişinde bulunmayı amaçladığını duyurmuştu. AB’nin memnuniyetle karşıladığı bu katılım, Trump döneminde kopma noktasına gelen ilişkilerin Biden yönetiminden gelen sıcak mesajlarla yeniden toparlanma sinyali veriyor. ABD’nin dış politikada her zaman emperyalist bir çizgiye sahip olduğunu vurgulayan Doster, “ABD’nin dış politikası başkanının ten rengine, geldiği ülkeye, inandığı dine göre değişiklik göstermez. Trump başkanlığı döneminde daha içe kapalı bir dış politika tarzı benimsenmişti. Biden’ın Avrupa ile ilişkileri toparlamasına yönelik attığı bu adımlar ülkenin dış politikada gerileyen hegemonyasını toparlama adımıdır. Avrupa ile yeniden canlandırılmak istenen bu ilişkiler aslında bir ‘itiraf’ niteliğindedir” dedi.

2001 yılında yılında Afganistan’ı, 2003 yılında Irak’ı işgal eden, üç ülkede Soros destekli darbeler yapabilen bir gücü yok. Avrupa ile nikah tazeleyeyim derken aynı zamanda kendi güçsüzlüğünü de ortaya koyuyor. Bu yüzden Avrupalı eski müttefikleri ve Suudiler ile ya da Ortadoğu’daki silahlı gruplar ile yeniden ilişkiler kurma girişimi gerileyen, aşınan, zayıflayan hegemonyasını kurtarma girişimidir.

Rusya’nın 2000’li yıllardan bu yana yakın çevresinden başlayarak, Suriye, Libya, Dağlık Karabağ’da attığı adımlar, Ortadoğu’da, Akdeniz’de artan ağırlığı ile birlikte yeniden nüfuzunu pekiştirdiğini görüyoruz. ABD’nin dünya ve NATO gibi bir birliği sadık üyesi Türkiye üzerindeki hegemonyasının aşındığı bir dönemde Rusya’nın öne çıktığını görüyoruz. Rusya’nın en büyük enerji tedarikçisi olduğu, S-400 hava savunma sistemi sattığı NATO üyesi Türkiye ile önümüzdeki dönemde de ilişkileri kolay kolay kopmayacaktır. Bir diğer yandan Rusya’nın Çin ile stratejik, eski Sovyetler Birliği üyesi ülkeler ile iktisadi ve askeri ortaklığı ABD’nin rahatsızlığını artıyor.

ABD’nin Rusya’yı kuşatmak istediği Doğu Akdeniz, Kafkaslar, Doğu Avrupa’da, bizim Baltık üçüzleri dediğimiz Estonya, Litvanya, Letonya’daki faaliyetleri NATO’ya yönelik bir tehdit olarak göstermesine neden oluyor. ABD’nin doğrudan işgal aygıtı olan NATO eliyle Avrupa’ya şu mesajı veriyor: Sizin için tehdit Rusya, benim için Çin diyor.

ABD, Avrupa’nın Rus doğalgazına olan bağımlılığını azaltarak Rusya’nın Avrupa üzerindeki gücünü kırmak ve tüm bunlarla birlikte gelir kaybına uğramasını sağlamak istiyor. Doğalgazın büyük bir bölümünü Rusya’dan alan Avrupa’ya da Akdeniz gazını vermek istiyor.

Avrupa demek Almanya demek. Almanya’yı Avrupa’dan çıkartırsan geriye pek bir şey kalmaz. ABD ve Almanya arasında uzun yıllardır süren bir gerilim hali mevcut. İki güç arasında NATO bütçesi, Ukrayna, Kırım, İran, Irak, ABD’nin Trump döneminde çekildiği P5+1 anlaşması dahil olmak üzere birçok konuda görüş ayrılığı var. AB'nin Almanya'nın öncülüğünde enerji alanında Rusya ile ve son olarak da Çin ile yatırım anlaşmaları var.

Örneğin ABD, Afganistan’da ek asker talep ediyor, Berlin’den olumsuz yanıt alıyor. NATO için bütçe istiyor, ‘Hayır biz Avrupa ordusu konusunda öncelik sahibiyiz’ yanıtı alıyor. Geçtiğimiz yıllarda iki devlet birbirlerinin şirketlerine ceza kesti. ABD Almanların otomotiv, Almanlar ABD’nin bilişim şirketine milyarlarca dolarlık, euro'luk vergi cezalar verdiğini unutmamak gerekiyor. Almanya, artık ABD'nin her istediğine evet demeyecektir. Rusya ile imzaların atıldığı, büyük yatırımların yapıldığı gaz anlaşmasından kolay kolay vazgeçilmeyecektir.

PROF. DR. İLHAN UZGEL: TÜRKİYEYE VERDİĞİ MESAJ AÇIK, 'TARAFINI BELLİ ET, RUSYA İLE İLİŞKİLERİNE MESAFE KOY

guc-savasinda-sular-isiniyor-857358-1.Avrupa Birliği ve ABD’nin birbirlerine ihtiyaçları var. Rusya’nın Doğu Akdeniz’den Kafkasya’ya inen oradan Baltıklar’a uzanan gücü ve etkinliği arttı. Son dönemde Rusya’nın Avrupa coğrafyasındaki etkinliğinin daha fazla artması ile birlikte bu ihtiyaçlar da yükselişe geçti. Trump yönetimi döneminde NATO’nun küçümsemesi ve AB ile çatışmacı bir siyasete yönelmesiyle birlikte ilişkiler gerginleştirdi. Şimdi Biden ile birlikte AB liderler zirvesinde de gördüğümüz gibi hem bu bozulan ilişkileri telafi etmeye hem de güçlendirmeye yönelik Rusya karşıtı söylemlerin artması önemlidir.

Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde iki belirleyici unsur var: Biri sığınmacılar, diğeri ise Akdeniz ve Rusya’yla olan ilişkiler.

AKP hükümeti ise bir süredir sürdürdüğü “stratejik özerklik”ten vazgeçerek bir “stratejik çekilmeye” doğru gitmeye ve batıya uyumlu müttefik görüntüsü vermeye başladı. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de hizaya geldiği bir ortamda, aslında şu an ABD ile ilişkilerde S-400 füze sistemiyle somutlaşan Rusya’ya fazla yanaşmış olma sorunu var. Biden’ın henüz Türkiye politikasına dair net hat yok. Biliyorsunuz, henüz bir telefon görüşmesi de gerçekleştirilmedi. Ancak ABD’nin yeni yönetiminin Türkiye’ye verdiği mesaj oldukça açık: Tarafını belli et, Rusya ile ilişkilerine mesafe koy, Doğu Akdeniz’de sorun çıkarma. Erdoğan bir yandan yüzünü tekrar Batı’ya dönmeye hazır olduğunu göstermeye, öte yandan dışarıda Rusya’yı, özellikle çok ihtiyaç duyduğu Suriye sahasında karşısına almayacak bir formül bulmaya çalışıyor. Türkiye için her iki tercihin de riskli sonuçlar doğurma ihtimali var.

SİYASET BİLİMCİ DR. BARIŞ ADIBELLİ: ABD HEM ÇİN HEM DE RUSYA İLE AYNI ANDA MÜCADELE ETMESİ İMKANSIZDIR

guc-savasinda-sular-isiniyor-857357-1. ABD’de ve hatta dünya siyasetinde liderlerin göreve geldikten sonraki ilk 100 günü oldukça önemlidir. Zira ilk 100 gündeki icraatlar liderin görev süresine ışık tutan önemli bir belirleyici parametre oluyor. Öyle ki bu ilk 100 gün bir sonraki seçimi kazanmaya da kapı aralıyor. İşte bu ortamda Biden yönetimi de ilk 100 günün 67 gününü çoktan doldurmuş durumda. ABD ve dünya kamuoyu Biden’dan birçok beklentisi vardı. Özellikle merak edilen konu Trump’ın saldırgan ve ötekileştiren hasmane tutumunun izlerini silebilecek miydi? Biden gerek seçim döneminde gerekse göreve geldiğinde Trump dönemine ait tüm olumsuzlukları ortadan kaldıracağını taahhüt etmişti. Biden, salgınla mücadele, aşı politikası, göçmenler, uluslararası örgütler ile ilişkiler, müttefiklerle ilişkiler, demokrasi, insan hakları ve ABD’nin kaybettiği küresel hakimiyet ve itibarın yeniden tesisi gibi konular üzerinde icraatlara başladı.

Biden, aslında Trump’tan kurtulmanın bir nevi formülüydü. Bir başka deyişle Trump’ı devirmek için Biden ortak adres olmuştu. Normal şartlarda seçilebilir miydi? Bu hala tartışma konusu. Trump’ın yerine daha düzgün bir aday olsaydı Biden’ı zorlayacağı kesindi. Zaten Amerikan siyasetinde başkan yardımcılarının başkanlık seçimlerini kazanması çok kolay değil, her zaman zorlu bir süreç olmuştur. En son Reagan’ın yardımcısı George Bush (Baba Bush) başkanlık seçimini kazanmış ama o da en fazla bir dönem yapabilmişti. Sonuç olarak Biden tarihin en fazla oy alan başkanı olmuştu ama o oyların bir kısmı emanet oylardı. Bu fotoğrafta bir de Biden’a üçüncü Obama dönemi yakıştırması yapılması Biden’ı oldukça zora soktu. Her fırsatta Biden kendisinin Obama yönetiminin devamı olmadığını, iktidarda Biden yönetimi olduğunun altını çizmek zorunda kaldı. Buna rağmen Biden Obama’nın gölgesinden bir türlü kurtulamadı. Bu nedenle rüştünü ispat etme adına seçim süresince benimsediği ılımlı dili bırakarak Trump’ın dilini ve mirasını benimsemek zorunda kaldı.

Biden ve Dışişleri Bakanı Blinken uluslararası örgütlere özellikle de NATO’ya oldukça önem veriyorlar. Bu bağlamda dünyanın her yerindeki müttefikleriyle ilişkileri tekrar normale döndürmek için büyük bir çaba sarfetmeye başladılar. Bu bağlamda, Dışişleri ve Savunma Bakanları ilk dış gezilerini Asya’ya yaptılar. Burada Japonya, Güney Kore ve Hindistan başta olmak üzere Avustralya, Singapur, Filipinler ve Yeni Zelanda’nın da olduğu yeni bir ittifak ağı oluşturma sürecini başlattılar. Savunma bakanı Hindistan ziyaretini sürdürürken Dışişleri Bakanı Blinken Alaska Görüşmelerinde Çinli temsilciler ile biraraya geldi. Toplantı beklendiği gibi gergin başladı ve iki ülke yetkilileri adeta bir söz düellosuna girdiler. Açıkça ABD, Alaska görüşmelerinden beklediğini alamadı ve eli boş dönmek zorunda kaldı. Tam bu sırada Biden’dan da bir hamle daha geldi ve bir röportaj sırasında Putin için katil ifadesini kullandı ve Rusya’ya ABD seçimlerine karışmalarının bedelini ağır ödeteceklerini söyledi. Biden’ın bu saldırgan açıklamaları dünyada şok dalgası yarattı. Her şeyden önce bir başka ülke liderine böyle ağır ifadeler de bulunmak diplomatik nezakete ve teamüllere aykırı bir durumdu. Rusya bu ithamlara karşı daha düşük tonda bir dil kullanarak meselenin büyümesini önledi. Ancak Beyaz Saray’ın ısrarla Biden’ın bu ifadelerinden pişman olmadığını söylemesi Rusya’yı sonu gelmeyecek bir tartışmanın içine çekme çabası olmaktan öteye gidemedi.

Olaylı Alaska görüşmelerinden sonra ABD Dışişleri Bakanı Blinken soluğu Brüksel’de NATO Dışişleri Bakanları toplantısında aldı. Burada yaptığı konuşmada Çin ve Rusya’yı NATO’ya şikayet etti. Toplantıdaki konuşmalarında Blinken ABD olarak NATO’yu tekrar ayağa kaldıracaklarını, 5. Madde de dahil olmak üzere NATO’yu tüm güçleriyle destekleyeceklerini söylerken küresel düzene ve istikrara meydan okuyan onun altını oyan Çin’e karşı da birlikte mücadele etme çağrısında bulundu. Hâlihazırda NATO, Trump’ın girişimiyle 2019’da Londra zirvesinde Çin’i NATO’nun 21.yüzyıldaki düşmanı olarak ilan etmişti ancak 2020’de yayınlanan NATO 2030 raporu ise önümüzdeki on yıl boyunca NATO’nun bir numaralı düşmanının Rusya olacağını söylüyordu. Buna rağmen müttefiklerin Rusya ve Çin konusunda dikkatli olmaları isteniyordu. Hatta bu raporda müttefiklerin Rusya ve özellikle Çin ile olan ilişkilerini takip edecek bir de birimin kurulması gündeme getiriliyordu.

Blinken, ABD’nin Avrupalı müttefiklerini daha önce birçok kez yaptığı “biz veya onlar seçimine” zorlamayacağını söyleyerek artık dayatma yok mesajı veriyordu. Ayrıca Çin konusunda sarf ettiği sözler Soğuk Savaş döneminin karanlık günlerini hatırlatır nitelikteydi. Özellikle Biden’ın göreve gelmesinden beri sık sık kullanılan “değerlerimiz” kavramı bu toplantıda da kullanılmış olması dikkat çekiciydi. Oysa ABD’nin “değerlerimiz” kavramından ne anladığı gayet açıktı: “değerlerimiz çıkarlarımızdır, çıkarlarımız değerlerimizdir.”

Blinken müttefiklerle ilgili de “Müttefiklerimizin Çin ile her zaman mükemmel bir şekilde uyuşmayan karmaşık ilişkileri olduğunu biliyoruz. Ancak bu zorlukların üstesinden birlikte gelmemiz gerekiyor. Bu, Pekin’in zorlayıcı baskı uygulamak için istismar ettiği teknoloji ve altyapı gibi alanlardaki boşlukları kapatmak için müttefiklerimizle birlikte çalışmak anlamına geliyor ” diyerek, Çin'e karşı bir birleşik NATO cephesi oluşturma arayışı içerisinde olduğunu göstermiştir. Blinken’ın NATO müttefiklerinin Çin ile olan özel ilişkilerine işaret etmesi ayrıca önemlidir. Yunanistan, İtalya ve Türkiye, Kuşak ve Yol girişiminin aktif üyeleridir. Bu durum da ABD’yi rahatsız etmektedir. Aynı zamanda İngiltere, Fransa, Almanya ve İspanya gibi ülkelerin de Çin ile yakın ticari ve öteki ilişkileri bulunmaktadır. Bunun yanında Çin, AB’nin en büyük ticari partneridir. Bu yılın başında imzaladıkları kapsamlı yatırım anlaşmasıyla ilişkileri çok daha büyük bir boyut almıştır. İngiltere’nin 2015 yılında Çin tarafından kurulan Asya Altyapı Bankasına katılan ilk Batı Avrupalı devlet olması da ABD’yi endişelendirmişti. Görüldüğü üzere, ABD’nin müttefiklerle birlikte Çin ile mücadelesi çok da kolay gözükmüyor. Daha şimdiden Çin, ekonomi silahını ABD’ye karşı çoktan kullanmış durumda.

Biden’ın seçim sürecinde ve göreve geldiği ilk günlerde Çin'e yönelik çok saldırgan olmayan ifadeleri de Çin'in ABD'nin gündeminde birinci sıradan ikinci sıraya düştüğünün bir işaretiydi. Ancak daha sonraki gelişmeler Biden’ı farklı bir yöne itti. Özellikle geçtiğimiz günlerde yapılan Çin ile ABD arasındaki Alaska görüşmelerinin ABD için fiyaskoyla sonuçlanması; hatta ABD Dışişleri ve Savunma Bakanlarının yapmış olduğu Asya turundan da beklediklerini bulamamaları ABD’yi NATO’da Çin’e karşı daha saldırgan hale getirdi.

Blinken, NATO toplantısında Çin’in yanında Rusya’yı da gündeme getirdi. Benzer ifadeleri Rusya için de kullandı; ancak "Nihayetinde, Rusya ile en azından tahmin edilebilir ve istikrarlı bir ilişkiye sahip olmayı umabileceğimizi düşünüyorum“ diyerek, sanki Rusya’ya açık bir kapı bırakmış gibi bir izlenim de oluştu. Tabii ki bu durum “katil Putin” söyleminden Rusya ile işbirliğini uman bir sürece dönüşmesi ABD’nin içinde bulunduğu savrulmayı da göstermesi açısından önemlidir. Geçtiğimiz günlerde ABD’nin Türkiye büyükelçisi Satterfield, basın mensuplarıyla yaptığı toplantıda S-400 meselesinin gerçekte ABD-Rusya meselesi olduğunu itiraf etmiş olması Türkiye üzerindeki S-400 baskısının da tamamıyla ABD’nin Rusya ile mücadelesinin bir uzantısı olduğunu göstermektedir. Pentagon sözcüsünün geçtiğimiz haftalarda Türkiye’nin Rusya’nın para ve alan kazanmasına yardımcı olduğu konusunda sorumlu tutması, Rusya’yı kuşatmak ve boğmak isteyen ABD için Türkiye’nin Rusya’nın nefes almasını sağlayan bir ülke olarak görülmesine neden olmaktadır. Dolaysıyla her ne kadar Blinken açık kapı bırakıyor gibi görünse de Rusya ile sahada kıyasıya bir rekabet başlamış durumda

Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin geçtiğimiz Çarşamba günü bir NATO üyesi olan Türkiye’yi ziyaret etmiş olması ve bu ziyarette Türkiye’nin kendi ulusal koşullarına uygun sosyal sistemi, ekonomik kalkınma modelini ve kalkınma yolunu seçme hakkına sahip olduğunu bu bağlamda, Çin’in Türkiye'nin bağımsızlığını ve egemenliğini desteklediğini söylemesi ABD ve Batı’ya karşı bir meydan okuması olarak görmek gerekir.

Sonuç olarak Trump’ın bir tarzı vardı; “Tanrı beni Çin ile mücadele etmek için başkan yaptı” diyerek Çin’e karşı bir mücadele vermişti. Bu süreç içerisinde Rusya ile karşı karşıya gelmekten sakındı. Biden yönetimi ise her gün değişen bir Rusya ve Çin politikası izliyor. Deneme yanılma yöntemi ile hangi ülkenin daha çok tehlikeli olacağına karar vermeye çalışıyorlar. Bunu yaparken de diplomatik teamülleri ve uluslararası hukuk kurallarını ayaklar altına almaktan da çekinmiyorlar. Her şeye rağmen, ABD hem Çin hem de Rusya ile aynı anda mücadele etmesi imkansızdır. İkisinden birisini yanına çekmek zorundadır.