Öğretmenlerin teknisist-piyasacı yaklaşım ve dinselleştirme gibi birbirini besleyen iki yönelime karşı güçlü bir bariyer kurması önemlidir

Güçlü barikat gerekli

Hazırlayan: Serbay Mansuroğlu

Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi ve Eleştirel Pedagoji Dergisi Editörü Doç. Dr. Ahmet Yıldız, Yeni Türkiye’de öğretmen kimliğini, Osmanlı, Cumhuriyet, 1968’ler ve 1980’lerle birlikte farklılaşan dönemleri ve öğretmen konumlandırmasını anlattı. Yıldız’a göre çıkış yolu yine öğretmenlerin kendisinden geçiyor.

>> Yeni Türkiye’de ‘öğretmenlik kimliği’ nasıl konumlandırılıyor?  Bu kimlik süreç içinde nasıl değişim gösterdi?
Dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de de neoliberal piyasa diktatörlüğü, eğitim sistemini hızla dönüştürdü; eğitime yüklenen anlam değişti, bu gelişmelere paralel olarak öğretmenden beklentiler de değişti. Günümüzün eğitim sisteminde öğretmen tipolojisi “sınava hazırlayıcı teknisyen öğretmen” biçiminde tanımlanabilir. Cumhuriyet Modernleşmesini düşündüğümüzde sırasıyla şu öğretmen tipolojilerden bahsedebiliriz: Birincisi, modern anlamda okul ve öğretmenin oluşum süreci yani bir din görevlisi olan “hoca”dan ya da “imam”dan bir devlet görevlisi olan “muallim”e dönüşen öğretmendir. İkincisi Osmanlının son yıllarında izine rastladığımız fakat asıl olarak Cumhuriyetin ilk dönemine damgasını vuran “devletin modernleştirici öğretmenidir.” Üçüncüsü 1960’lardan 1980’lere kadar olan dönemde öne çıkan “toplumun ilerici öğretmeni” ya da “devrimci öğretmen” olarak tanımlanabilir. Dördüncüsü ise, 1980’lerden bu yana uygulanan neoliberal politikaların ortaya çıkardığı “sınava hazırlayıcı teknisyen öğretmendir.”

>> Neden artık öğretmenliğin bir uygarlık taşıyıcı vasfı yok?
Geçmişte öğretmenlere toplumsal değişmede biçilen özgün ve ayırt edici rol çok belirgindi. Kamusal olan her şeyin lanetlendiği, özel olanın kutsandığı bir çağda, elbette öğretmenlerin toplumcu işlevleri törpülenmesi gereken boyutlar olarak görülür. Nitekim hem 1980 askeri darbesiyle hem de darbeden sonra uygulanan neoliberal politikalarla toplumcu öğretmen marjinalleştirilmiş ve değersizleştirilmiştir.

>> Öğretmenler mesleklerinin dönüştürüldüğü,  itibar kaybettiği bir dönemde ne yapmalı, nasıl yapmalılar? Ne öneriyorsunuz?
Öğretmenlik mesleğinin değersizleştirilmesine karşın, öğretmenler, eğitimde neoliberal projenin piyasa odaklı, bireysel ve teknisist anlayışını yıkma potansiyeli taşıyan en önemli aktörlerdir. Bu nedenle neoliberal politikaları uygulayan tüm iktidarlar, öğretmenleri toplumsal olarak etkisiz kılınması gereken tehlikeli meslek gruplarından biri olarak görür. Nitekim akıllı tahta ve tablet bilgisayar gibi yeni teknolojiler, öğretmeni güçlendirmek için değil, tam tersine adeta öğretmene rakip olarak, öğretmeni değersizleştirmek için kullanılır. Küresel düzeyde iktidarların öğretmenlere yönelik “az çalışıyorlar”, “çok tatilleri var” gibi söylemleri ve öğretmen emeğini küçümseyen ifadelerinin de son dönemde sıklıkla gündeme gelmesi bundandır. Ne yazık ki, öğretmenlere yönelik bu küresel saldırının büyük ölçüde amacına ulaştığını kabul etmek gerekir. Keza neoliberal çağın bu uygulama/söylemleri ve yeni teknisyen öğretmen tipolojisi topluma hızla nüfuz etti; hatta geniş öğretmen topluluğunun kendilerini toplumsal uzamda bu yeni tipolojiye göre yeniden konumlandırmaya başladıkları görülmektedir. Lakin bu konum öğretmenler açısından mesleki saygınlıklarının aşınması, özerkliklerinin yitirilmesi gibi birçok olumsuzluğu içermektedir. Bu konuda eleştirel bilgi ve bilinç gelişmez ve yayılmazsa, kendilerini iktidarın gözünden gören tüm toplum kesimleri gibi öğretmenler de tarihsel kazanımlarını kaybetmeye mahkûmdur. Ancak öğretmenlerin kaybetmesi yalnızca öğretmenlerin değil, büyük ölçüde tüm toplumun, toplumsal olanın kaybetmesi demektir.Kısacası bugün öğretmenler kendilerini değersizleştiren politikalara karşı, öncelikle eleştirel bilgiyi genişletmelidirler. Özellikle eğitimde teknisist-piyasacı yaklaşım ve dinselleştirme gibi birbirini besleyen iki yönelime karşı güçlü bir bariyer kurulması demokratik eğitim mücadelesi ve öğretmenler açısından önemlidir.

 

***

Hepimiz Köy Enstitüleri’nden çıktık
Hasan Arslan, öğretmen okullarından birinde Ordu Ünye’de eğitim alıp 1961’de mezun oldu. Öğretmenliğe adım atar atmaz kendini mücadelenin içinde buldu.  1965’te kurulan Türkiye Öğretmenler Sendikası’nda Ünye Şube Başkanlığı’nı yaptı. Bu görevi 12 Mart Darbesi ile sendika kapatılana kadar sürdü. Bir yıl sonra öğretmenlikten atıldı. Bir daha öğretmenliğe, öğrencilerinin yanına dönemedi ancak kendi anlatımıyla hiçbir zaman devrimci öğretmen mücadelesinden kopmadı. Sonraki süreçte öğretmen olmasa bile TÖB-DER’in içinde yer aldı. Öğretmen arkadaşlarıyla birlikte eşit ve özgür bir toplum mücadelesi vermeye devam etti.

17 Nisan’da kutlardık
Hasan Arslan’la Öğretmenler Günü vesilesiyle buluştuk. İlk sözü, “Biz aslında Öğretmenler Günü’nü 17 Nisan’da kutlardık. Çünkü bizim dönemimizde Köy Enstitüleri’nin kuruluşu referans alınırdı” oldu. Konu açılmışken Köy Enstitüleri’nden başlıyoruz, Dostoyevski’nin “Hepimiz Gogol’un Palto’sundan çıktık” sözünü edebiyatçılara söylediği gibi Hasan Arslan da, devrimci öğretmenler için “Hepimiz Köy Enstitüleri’nden çıktık elbette”  diyor. Arslan, “Köy Enstitüleri 5 yıllık eğitime sahipti. Ben Köy Enstitüleri’nin kapatıldığı yılın ardından onların mirasını taşıyan öğretmen okullarından birine başladım.  Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’u anmak gerekiyor. 1945’ten sonra enstitülerin içi boşaltılmaya başlandı ve 1954’te kapatıldı. Ancak etkileri bizim öğretmen okullarında varlığını sürdürdü. Biz oradan hayata dair ne varsa; hem bilimsel bilgi hem teknik bilgi anlamında hepsini öğreniyorduk” dedi.

Orada faşist yetişmedi
Köy Enstitüleri için Arslan: “Kemalizmin etkileri bu okullarda vardı, doğru. O dönem Kemalizm’den  etkilendik. Ancak sonraları ben ve benim gibi sayısız öğretmen Kemalizmi aşan noktadan hayata baktık. O okullarda faşist, gerici öğretmen yetiştiğine o yıllarda tanık olmadım.  Fakir Baykurt’a ‘Bu düzenin değiştirilmesi lazım. Bu düzen halka göre bir düzen değil’ dedirten bu dönemdi.”

Hayatın içindeydik
TÖS dönemini anlatan Arslan, “O dönemde hayat nerede akıyorsa biz oradaydık. Bizi büyüten bu oldu. Her okulda, eğitimin yapıldığı her yerde bir devrimci öğretmen bulurdunuz. Köy köy gezip toplumun kendi kaderine sahip çıkması mücadelesi veriyorduk. Bizim o dönem mücadelemiz sadece sınıflarımızdan ya da kendimize dair taleplerden ibaret değildi” dedi.

***

DÖNEMİN KARAKTERİ MÜCADELEYİ BÜYÜTTÜ   

Türkiye’nin yakın geçmişindeki ‘devrimci öğretmen mücadelesinin’ içinde yer alan 1965’te kurulan Türkiye Öğretmenler Sendikası’da sorumluluk üstlenen, TÖB-DER’de genel sekreterlik yapan İsmet Yalçınkaya o dönemi anlattı:

>> TÖS zamanından biraz bahseder misiniz? Neden o zamanlar böyle bir işe giriştiniz?
TÖS’ü, 1961 anayasasında memurlara sendika hakkı tanıyan kanun sonrası 1965 yılında kurduk. Bizden önce Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu var. Türkiye Öğretmenler Sendikası’nı kuran kadroların önemli bir kısmı orada yer almıştı. Sendikanın kurulduktan sonraki ilk amacı, üyelerinin ekonomik, siyasi haklarını korumaktı. TÖS’ü o dönem büyüten önemli faktörlerden biri, 68’de Fransa’da başlayıp Türkiye’ye yansıyan özellikle üniversite gençliğinin ve öğretim üyelerinin sosyalizm ile tanışması, 61 Anayasasının getirdiği kısmi özgürlüklerle sol yayınların artmasıdır. O dönemde ayrıca öğretmenler üzerinde hem hükümet tarafından hem faşistler tarafından önemli bir baskı vardı. O zamanlar Kayseri’de bir konferans düzenlenecekti. Konferansı faşistler bastı ve bizim arkadaşların anlayışı olmasaydı oradaki durum Madımak katliamına dönüşecekti. Yani Türkiye öğretmenlerini de yakacaktı.

>> Büyük Öğretmen Boykotu’nuz vardı. Anlatır mısınız?
TÖS’ün en büyük olaylarından bir tanesi, Türkiye’deki kamu yöneticilerinin 4 günlük iş boykotu yapmasıdır. Bunun adına Büyük Öğretmen Boykotu diyoruz. 1969’daki bu boykotumuz büyük yankı uyandırdı. Boykota katılıp işi bırakan insan sayısı 109 bin oldu. Tabi o zamanlar Türkiye’de öğretmen sayısı 156 bindi. Tabi bu olaydan sonra tutuklanan, ceza alan ve işinden atılan bir sürü arkadaşımız oldu fakat hiç kimse mücadelesini bırakmadı.

>>TÖS kapatılırken TÖB-DER kuruldu? Nasıl oldu?
3  Eylül 1971’de TÖS’lü bir grup arkadaşımız TÖB-DER’i kurdu. Ancak Türkiye isminin geçmesi Bakanlar Kurulu onayına tabi tutulduğu için tüzüğümüz geri çevrildi. O zamanlar Ankara’da sıkı yönetim vardı ve Ankara’da kongre için müracaat edildiğinde sıkı yönetim izin vermedi.  TÖB-DER ilk kurulduğunda Musa Orhan arkadaşımız Genel Başkanlığı’nı yaptı. Musa arkadaşımız mücadelesine sahip çıkan biriydi, çok da azimliydi fakat kimse tarafından tanınmıyordu. Bunu anlatmamın sebebi, TÖB-DER üyelerinden herhangi biri genel başkan olma kapasitesindeydi.

>> Sıradan üyeler bile başkan oluyordu diyorsunuz. Nasıldı dönemin ruhu? Nasıl bir dayanışma vardı?
TÖB-DER, tutuklanan arkadaşlarımızı, onların ailelerini hiç bir zaman mağdur bırakmadı. Tututklanan, işinden edilen hatta açığa alınan arkadaşlarımıza bile maaşları TÖB-DER tarafından düzenli ödendi. Üye öğretmen arkadaşlarımız hiçbir zaman aidatlarını aksatmamışlardır.

>> O dönem solun güçlü damarı sizi etkiliyormuydu?
Tabiki Türkiye’deki solun gelişmesine pararlel olarak TÖB-DER ve diğer demokratik örgütler de bu durumdan yararlandı.