Gücümüzü ve yaratıcılığımızı kaybetmeyelim

Gamze TÜRKKAYNAĞI

Bağımsız koreograf, performans sanatçısı ve eğitmen Dicle Doğan, 2015 yılından beri meditatif yaklaşımları derinlemesine araştırmak için ülkeler arası yürüyerek seyahat ediyor. Şu anda Japonya’da yaklaşık 60 gün sürecek bin 200 kilometrelik bir rotanın başında olan Dicle ile konuştuk.

“Bir insanın kendini keşfederken kullanabileceği en basit en sıradan eylemin yürümek olduğunu düşünüyorum” diyen Dicle, “Gündelik hayatın suni kaosundan uzaklaşıp gerçek bir eylem gerçekleştirdiğimi hissetmek bana çok iyi geliyor. Ağrı ise ağrı, kaybolmaksa kaybolmak, doğada kendini çaresiz hissetmek, basıp geçtiğin her yeri kendine ait hissedecek kadar da sonsuz bir varoluş hali ile motive oluyorum” ifadelerini kullandı.

Rotalarında genelde hac yollarını seçtiğini belirten Dicle, Hedefinin dünyanın bütün hac yollarını yürümek olduğunu söyledi.

Yürümeye nasıl karar verdiğini sorduğumuz Dicle, “2015 yılında yüksek lisans eğitimim esnasında hareket ve farkındalık hocam ‘hayatında gitmenin ve kalmanın kararını kim veriyor’ diye bir soru sormuştu. Sanırım 27 yaşında bir kadının duyması gereken en anlamlı soruydu bu. Ben veriyorum diyerek yürümeyi seçtim. ‘Neden yürümek?’ dersen o zaman Yürümeye Övgü kitabını okuyordum” dedi ve bu kararının ardından çevresinden gelen tepkileri şöyle anlattı:

“Kendi yakın çevremden sanatçı olmanın artısı olsa gerek bununla ilgili hiç negatif bir tepki almadım. O zamanlar sosyal medya hesabım bu kadar aktif değildi. Ama aktif olmaya başladıkça, söyleşiler vermeye başladıkça ya da insanlara hikayemi anlatmaya başladıkça ilk aldığım soru ‘kadın başına neden?’ oldu.”

Yanlız yürümeyi tercih eden Dicle, yürüyüşleri öncesinde her zaman endişenlendiğini söylüyor. Ancak yürümeye başladığı anda bu korkusunun silindiğini, sakin kalmadığı müddetçe yolunu bulamadığını bu sebeple de konsantre olarak sadece yola odaklandığını belirtti ve bir anısından şöyle bahsetti:

“2015 yılında İlk yürüyüşüm İtalya’daydı. Hayatımda ilk kez kamp yapmıştım. Tek başıma çadırda uyuyordum. Biraz tedirgindim haliyle. Sabah uyandım yürümeye koyuldum. Yürüdüğümü gören herkes gülümseyip selam veriyordu. O gün bazı ülkelerde kadın olmak ne güzel diye düşünmüştüm. Hatta bununla ilgili sosyal medya hesabımdan bir yazı paylaşmıştım.”

Yürüyüşleri esnasında bazen kadın olmanın pozitif ayrımcılığı ile ekstra ilgi gördüğü, insanların evine misafir edildiği, en zor zamanlarında yemeklerini, odalarını paylaşanlar olduğunu söyleyen Dicle, “Hiç tanımadığım insanlarla yan yana bile uyudum. Bu çok güzel bir güven duygusu. Ancak ‘Sen kadınsın ne işin var, tacize uğrarsın keşke yanında bir erkekle yola çıksaydın, hayvanlarla nasıl baş edeceksin senin etin ne budun ne’ gibi psikolojik baskılarla dolu yürüyüşlerim de oldu” dedi.

“Dürüst olmam gerekirse Türkiye’de yürümekten ziyade bir savaş verdim” diyen Dicle sözlerine şöyle devam etti:
“Bu sorgu halinin yorucu olduğunu, hayır demenin hayır demek olduğunu ve kişisel alana özen göstermenin hassasiyetini Türkiye’de dile getirmek çok zor oluyor.

Yıllar önce yabancı bir arkadaşım bana ‘Siz çok bakıyorsunuz.’ demişti. Ne demek istediğini anlamamıştım. “Bunu sen de yapıyorsun Dicle merak ettiğiniz bir şey varsa uzun uzun bakıyorsunuz’ dedi. O günden beri çok dikkat etmeye çalışıyorum. Çünkü bazı davranış kalıplarının kültürel ve coğrafi olduğunu gözlemliyorum.”

Dicle sözlerini şu ifadelerle sonlandırdı:

“Ben bir kadın olarak değil, bir insan olarak yürüyorum. Yürümenin, doğada olmanın, koşullarla mücadele etmenin kadını erkeği yoktur. Endüstri çarkının içinde duygularımızın, kadınlığımızın, içimizde yatan sınırsız gücün ve yaratıcılığın kaybolmasına izin vermeyelim.”