Gülmekten utanır olduk. Neredeyse gülmelerimizi saklayacağız. Acılarımıza saygısızlık gibi geliyor. Oysa gülmek düşünmenin sonucudur, belli bir düşünme biçimidir. Bedenimizle, duygularımızla, aklımızla güleriz. Gönül dolusu gülmek yaşama etkin bir biçimde bütün varlığıyla katılanların, yaşamı görebilenlerin işidir. Gülmek insani bir şeydir. Gülebiliyorsak umutlarımız var, kendimizi aşma gücümüz var demektir.

Gülünç olmak ise başka bir şeydir, böylelerinde her zaman bilinçsizlik, yanlış bilinçlilik aranır. Chuck Palahniuk’un: “Yalnızca gerçek bir gülüşü uzun süre koruyabilirsiniz; ondan ötesinde görünen sadece dişlerinizdir,” demesi gibidir gülünç olmak.

Sürekli gerginlik yaratan söylemleri ve nefret saçan uygulamalarıyla AKP hükümeti ve RTE gülmemize engel. İlyas Başsoy “Gitgide karanlık bir ortaçağ ülkesine dönen ülkemizde gülmeye, kahkahalar atmaya, alay etmeye ve bazen tokat yesek, bazen işkence görsek bile, bundan hiç vazgeçmemeye mecburuz,” diyor. Haklı da.
Gülmek; ‘saf’ denme riskini göze almaktır. Ama riskler yaşanmalıdır da. Çünkü hayatımızın en büyük riski, hiç risk almamaktır. Gülmede kimi zaman bir ‘başkaldırı’ niteliği görürüz. Totaliter rejimler, aklın sorgulama yetisini sevmezler, bir de fazla gülünmesinden hoşlanmazlar. Gülme bu anlamda yorumdur.
Gülme hâlin kavranışında kendini gösterir. Durumu yorumlayıp, anlamlı bir biçimde çarpıtabilen, düşünce ve duyguya darbe vuran, onları kışkırtan, harekete geçiren eylemdir. Gülmek iktidara isyan etmektir. Çünkü “gülmek tanrıya isyan etmektir,” diyordu Ortaçağ’ın karanlık rahipleri ve yeniçağın karanlık imamları. “Bedeniniz ve ruhunuz bize aittir, o yüzden gülemezsiniz.”

Gülüp geçmek kötü. Bugün gülüyor ve geçmiyoruz. Bomba, kurşun, dayak, işkence ve hapishaneyle boğuluyoruz. Ahlakınız, kutsalınız, eğitiminizle rezilsiniz, bütün dünyaya komik düşüyorsunuz. Size gülüyoruz ama bilesiniz gülüp geçmiyoruz. Gülme eylemi birleştiricidir, yakınlaşmadır,kaynaştırıcıdır, gülenlerle bir anlaşma, bir ortaklıktır. Gülmek ‘Ben’leri ‘Biz’e dönüştüren bütünleşmedir.

Umberto Eco’nun romanı ‘Gülün Adı’nda gülmenin Tanrı katında meşru olup olmadığı sorulur. Gülmek şeytanın dünyaya hükmedeceğinin bir sinyali midir? Ortaçağ’da gülmek günahtı. Kralın soytarısının güldüğü zaman içinden “Tanrı yoktur” dediği düşünülür. Kitapta Aristoteles’in Poetika adlı eserinin kayıp olan 2. bölümü Komedya’sından söz edilir. O bölümün bulunması gülmenin meşrulaştırılmasına hizmet edecek, dogmatik düşüncenin kurduğu hükümranlık sarsılacaktır. Ancak bölüm ilelebet kaybolmuştur. Gülme(ce) belki hiç meşrulaşamayacaktır. William ile Jorge’nin diyaloğunda gülme eyleminden tam da bu özellikleriyle söz edilmektedir; “Ama gülmekle ilgili bu incelemede seni korkutan neydi? Bu kitabı ortadan kaldırarak gülmeyi ortadan kaldıramazsın.”

Gülme korkunun ve acının en güçlü panzehridir. Özgürlük gülme ile örtüşür. Mizaha izin verilen yerlerde, özgürlük vardır. Bu yüzden direnişin olduğu toplumsal hareketlerde yaşanan birçok acıya karşın mizah üretimi yükselir. Nazi rejimi altındaki Çek direnişinin en önemli silahı yaygın bir şekilde üretilen mizahtı. Hayatı daha fazla katlanabilir kılıyordu. Gezi Direnişi sırasındaki mizahi dili anımsayın.

23. Dünya Felsefe Kongresi’nde Lydia Amir eğitim sisteminin insanlara neye güleceklerini öğrettiğini söylüyor, egemen değerlerle başa çıkmak isteniyorsa, insanlara farklı biçimde gülmelerinin öğretilmesi gerektiğini vurguluyor. “Toplum bize nelere güleceğimizi öğretiyor, felsefe de toplumun gülme anlayışını eleştiriyor.”
Soytarının gülmecesi başkadır, dalkavuğunki başka. Shakespeare, ‘12. Gece’ oyununda ironilerle hakikati dile getiren bir soytarıyı ortaya koyar. Soytarı efendisiyle, çağın gelenekleriyle, kutsal sayılan kurumları, inanç ve değerleriyle alay eder, cesaret edilemeyen soruları iktidara rağmen sorar. Bu da eleştirelliği besler. Dalkavuklukta gülmece konusu basittir; bir başkasının başına gelenlere gülünür.

Gülmek çocuk ruhumuza, yeniden saf halimize dönmektir, insanın kendine uyguladığı sansürden kurtarır. İktidarın kamu üzerindeki senaryolarına karşı hâkim söylemin hegemonyasıyla çelişen ezilenlerin kendiliğinden örtülü bir direnişidir. “Bir kahkahanın eşlik etmediği her hakikati sahte saymalıyız,” diyor Nietzsche.
Kahkaha atacağımız günlerin sayısını çoğaltalım ki onları kahkahalarımızla boğalım. Bu gerçek bir ‘devrimciliktir’.