Türkiye, resmi rakamlara göre 4 milyona yakın göçmene ev sahipliği yapıyor. Öte yandan ülkede ‘belgesiz’ şekilde yaşamını sürdürmeye çalışan yüz binlerce göçmenin olduğu tahmin ediliyor. Eşitsizliğin çarpıcı örneklerinden biri kadın göçmen ev işçileri. Neredeyse 7/24, izinsiz, güvencesiz koşullarda çalıştırılan kadınlar, aynı zamanda işten atılma, polise ihbar edilerek sınır dışı edilme tehdidiyle karşı karşıya.

Güneşi göremeyen kadınlar

Birgül Çay

Görüştüğüm pek çok kişi kayıt dışı ve yatılı çalışıyor. Fotoğraf çektirmekten, isimlerini vermekten hatta sokakta yürümekten korkuyorlar. Hep bir ‘güvercin tedirginliğindeler…’ “Yüzümü buzlarsın değil mi abla, soyadımı yazmazsın...” Defalarca cevaplıyorum bu soruyu. Onlar mülteci, göçmen ev işçileri. En mahrem alanımız ev içlerindeler. En yakınlarımız onlara emanet. Buna rağmen kayıt dışı, güvencesiz işlerde, düşük maaşlar ve belirsiz bir gelecek ile baş başalar…

Onlardan biri olan Aida Hanım Özbek bir ev işçisi. 7 senedir Türkiye’de. “Çok çeşitli evlerde çalıştım” diyor. Bu evleri bulmak için bir Ajans dediği bir aracı kurum ile çalışmış. Bu kurum onu işe yerleştiriyor fakat “İlk maaşın yarısı onlara” diyor. Oysa aslında sadece ev sahibinden para alması gerekiyor Ajans’ın. Peki neden resmi kanallara başvurarak izinlerini almıyorsun diyorum, “Ooo abla” diyor “o çok zor! Hesapta para istiyorlar, ev adresi istiyorlar, giriş çıkış yapmamızı istiyorlar. Uçak parası zaten maaşımız. Artık yaşım 50’lerde iş ne kadar kötü olsa da çalışıyorum, başka ev sahipleri beni görmeden yaşım büyük diye kabul etmiyor. Mecbur ne olsa dayanıyorum.” Aida Hanım “Aslında kimse böyle olmasını istemez ama mecbur kalıyoruz” diye bitiriyor.

Ceyran, Azerbaycan’dan gelmiş. 3 senedir Türkiye’de. “Aslında başka ülkeleri seçebilirdim, Türkiye’nin hem Müslüman olması hem dili benimkine benzer olduğu için kolay iş bulacağımı ve barınacağımı düşündüm ama daha oturum izni için başvurduğum gün böyle olmayacağını anladım” diyor. O kendi ülkesinde bir beyaz yakalı. O zaman 12 yaşındaki oğlunu da alarak büyük bir umutla gelmiş buraya. Oturum izin talepleri hiçbir sebep gösterilmeden 3 ay bekletildikten sonra reddedilmiş. “O zaman kişi başı 1000 TL evrak param boşa gitti üstelik 3 ay kaldığım içinde ayrıca ceza yedim” diye anlatıyor o günleri. Önce beyaz yakalı olarak iş aramış. “Her gittiğim yerde izin sordular ama ben çalışma iznine benim değil onların başvurması gerektiğini anlatamadım.”
O zaman otellerde, kafelerde, kayıtdışı çalışabileceği yerlerde iş aramaya başlamış. “İş bulmuştum” diyor ve devam ediyor “fakat sevinemedim. Durumumu bildikleri için en çok işi bana yaptırıyorlar, 10 saat anlaşsam 14, 15 saat çalıştırıyorlar, hep Ceyran sen kal mesaiye, onların çocuğu var ailesi var diyorlar. O kadar çok çalışıyordum, o kadar çok çalışıyordum ki artık oğlum ile aynı evde birbirimizi göremiyorduk. Mektuplar, notlar ile haberleşiyorduk. Üstelik aldığım para Türklerin aldığı paranın yarısı kadar. 10 işe başvursan 9 tanesinde taciz, ima, randevu talebi alıyorsun. Kendi amirin birini reddetsen seni kovacak biliyorsun, ama kime şikayet edeceksin kendin kaçaksın. Öyle yoruldum ki bundan bir görüşme yapınca bir süre iş görüşmesi yapacak enerjim kalmıyor. Bir erkek olarak göçmen olmak zor belki ama bir kadın olarak bambaşka” diyor yorgun umutsuz bir sesle…

İşte tüm bunların ardından çocuk bakmaya başlamış Ceyran. “Döner kameralarla izlenmek öyle zor ki” diyor, “dışarı çıkınca bile sanki hep birisi size bakıyormuş gibi geliyor. Evlerin içinde hep diken üstünde. Üstelik kendi çocuğum evde adeta yapayalnız büyüyor.” Ceyran’ı Türkiye’de en çok şaşırtan şey yabancı düşmanlığı. “Bir komşum vardı” diyor, “Suriyeli bir kadın. 2 sene sağır- dilsiz taklidi yaptı yabancı olduğu anlaşılmasın diye. Suriyelilere olan nefret bizden de fazla.”

Pandemi tüm zorlukları perçinlemiş onun hayatında. Çünkü çocuk bakmak için evlere girmelerine izolasyon engeli gelmiş. “Sadece en ama en temel ihtiyaçları eksik gedik karşılamaya çalışıyoruz, sağlıklı beslenemiyoruz ve ne zaman biteceğini bilmiyoruz” diyor.

Tüm bu olumsuzluklara rağmen dönmeyecek. “Dönemem, en son arkadaşım gitti. Süresiz deport verdiler kapıda. Eğer çıkarsam belki bana da böyle verecekler, bilemiyorum” diye bitiriyor sözlerini.

Ayperi Hanım ise Türkmenistanlı. Türkmenistan’da 4 çocuğu var. Eşi ağır hasta ve orada çalışamıyor. “Orada çalışmaya devam etsem hastahane masraflarını karşılayamam diye buraya geldim, sonra da kaldım” diyor. Üstelik en küçük çocuğu o bıraktığında sadece 2 yaşında imiş. 4 senedir çocuğunu sadece görüntülü aramalarda görebiliyor. Süresi dolduğu için hem çıkışta hem girişte ceza yiyecek, deport süresinin ne kadar olacağını kendi ülkesi için tahmin dahi edemiyor. “Pandemi de bizden korkuyorlar” diyor Ayperi Hanım. “Biz hastalık bulaştırırız sanıyorlar bu yüzden iş bulmak çok zor oluyor, açlıktan mı öleceğiz, hastalıktan mı inan bilmiyorum” diyor.

Ayperi Hanım, en çok çocuk bakmayı sevdiğini ama yatılı kaldığında özel alanı kalmadığını söylüyor; “Orası bizim de evimiz oluyor ama sadece çalıştığımız bir ev.” Aslında yılların deneyimi ile sınıfsal farkın çok bilincinde. “Mahallesine göre değişir ama” diye söze başlıyor, “bazı zaman odamız olmuyor, salonda ya da oturma odasında kalıyoruz. Odamız olursa en kötüsü bize olur. Daha güneş alan oda görmedim abla” diyor. “Telefonla ailemiz ile konuşsak sanki işimizi yapmıyoruz sanıyorlar 24 saat çalışamayız ki, mesela ben hasta bakıyorum ev işi için anlaşmıyorum ama bana yemek, temizlik soruyorlar. 15 günde bir izin kullanıyorum. Yatılı kaldığım evde olsam izinli demiyor iş istiyorlar.”

Gunça, Türkmenistanlı genç bir kadın. Yatılı ev işçiliği yapıyor. Onun tüm kâğıtları tam. “Benim ismin zor o yüzden kendime Deniz adını buldum” diyor. Nadira Kadirova örneğini hatırlatıyor ismini tam hatırlamasa da. “Çok iyi bir evde çalışıyordu, her şeyi yasaldı ama ne oldu diyor biz hep korkuyoruz. Onun hakkını kim savundu. Bize evde saygı göstermiyorlar, mesela başka bir evi temizlemeye götürüyorlar, yazlıklarını, kışlıklarını. Haydi arabaya bin diyorlar binip gidiyoruz. Nereye gideceğiz ne yapacağız söyleme ihtiyacı bile duymuyorlar bu beni çok üzüyor” diyor.

*Güvenlik gerekçesiyle isimler değiştirilmiştir.