Yenİ elitler kısa süre sonra çıkış yolu bulmak için çırpınır hale geldiler ve madenlerin kamulaştırılması planına...

Yenİ elitler kısa süre sonra çıkış yolu bulmak için çırpınır hale geldiler ve madenlerin kamulaştırılması planına bel bağladılar. Bu, sorunlarının epeycesini, madenleri onlardan karlı fiyatlarla satın alacak olan devletin omuzlarına yıkacaktı.
Martin Plaut

Güney Afrika’nın apartheid rejimi üzerindeki perdenin 1994’te inmesi, hiçbir kilit oyuncunun beklemediği bir şekilde gerçekleşti. Hem Afrika Ulusal Kongresi (ANC) hem de beyazların üstünlüğünü savunan Ulusal Parti’deki muhalifleri, silahlı mücadele yerine diyalog ve müzakere yoluyla uzlaşıya varabilecek olmalarına şaşırdılar.
Nelson Mandela’nın serbest bırakılmasını ve ANC üzerindeki yasağın kaldırılmasını takip eden müzakerelerde, taraflar sözsüz bir anlaşma yaptılar. Bu anlaşmayla siyasi iktidar siyah çoğunluğa bırakılırken ekonomik iktidar beyazlarda kaldı. Aşamalı olarak daha eşit bir refah dengesine ulaşılması planları olsa da, beyazların varlıklarına el konmayacaktı.
SİYAHLARIN GÜÇLENDİRİLMESİ Mİ?
Yine de, ANC liderliğini kendi saflarına kazanma planları işlemeye başlamıştı bile. Beyaz kodamanlar, yeni siyasal düzenin üst kademelerinde bulunanları işbirliğine sokmak için, siyahlara varlık transferine başlamışlardı bile. Yeni politika “Siyahların Ekonomik Olarak Güçlendirilmesi” (BEE) idi. Yorumcu Moeletsi Mbeki’nin sözleriyle: “BEE, aslında ülke ekonomisinin üst katlarına, yani madenciliğe ve bununla ilgili kimya ve mühendislik sektörlerine ve finansa hâkim bir avuç beyaz işadamı ile ailelerinden oluşan Güney Afrika’nın ekonomi oligarkları tarafından icat edildi.”
Mbeki, bu politikanın ANC’nin iktidara gelmesinden bile önce benimsendiğini vurguluyor. 1992’de, Afrika sermayesinin köşe taşlarından biri olan Sanlam Limited şirketi, sancak gemisi vazifesi gören ve Nelson Mandela’nın eski doktoru Nthato Motlana liderliğindeki bir siyahları güçlendirme şirketi olan New African Investment Limited’ın kurulmasına yardımcı olmuştu. Sonrasında başka anlaşmalar da geldi ve yeni BEE eliti kısa süre içinde kök saldı.
Görünüşte bu politika başarı kazandı. Yeni bir siyah burjuvazi yaratılması ile, ekonomik kalkınmanın ganimetlerinin daha eşitlikçi bir şekilde paylaşımı ortaya çıktı. Buna paralel olarak ANC radikal ekonomi politikalarını terk etti ve zengin beyazların müreffeh bir yaşam tarzı sürmeye devam etmesine izin verdi. Güney Afrika varlıklarının kayda değer bir miktarı BEE elitine aktarıldı, ancak en zirvesindeyken bile, bu transferler göründüklerinden küçüktü. Meslektaşım Paul Holden’ın işaret ettiği gibi, BEE anlaşmalarının toplam değeri, 30 milyar dolar civarında olmasına rağmen, özel sektör kaynaklarının 700 milyar dolarlık toplam değeri ile kıyaslandığında, okyanusta bir damla ediyordu.
Daha da kötüsü, BEE transferleri krediydi, hibe değil. Şirketlerin kar etmesi ve bu karlardan da kredilerin ödenmesi gerekiyordu. En azından teoride durum buydu. Gerçekte ise, yeni siyah elitlerin birçoğu, iş dünyasında ya deneyimsizdi ya da çok az deneyime sahipti ve BEE şirketlerinin pek çoğu kısa süre içinde dara düştü. Hükümetin BEE’nin sorunlarına dair kendi değerlendirmesinin durumu doğru şekilde tespit ettiği üzere, bu, sözleşmelerin gerekli sermayeye sahip olmayan insanlar tarafından imzalanmasına sebep oldu: “Bu, yalnızca ekonomi hızla büyürken ve şirket karlılığı belirgin şekilde artarken işe yaraması muhtemel borca dayalı anlaşmaları teşvik etti.”
KAMULAŞTIRMA DESTEKLENMEDİ
Yeni elitler kısa süre sonra çıkış yolu bulmak için çırpınır hale geldiler ve madenlerin kamulaştırılması planına bel bağladılar. Bu, sorunlarının epeycesini, madenleri onlardan karlı fiyatlarla satın alacak olan devletin omuzlarına yıkacaktı. Bu noktada bir engele tosladılar. ANC’nin sol kanat müttefikleri, COSATU sendikaları ve Güney Afrika Komünist Partisi bu çözüme karşı çıktı.
Komünist Parti, kamulaştırma çağrısı yapanlara açıktan saldırdı. Parti, kamu maliyesinin yeni zenginleri kurtarmak için kullanılmaması yönünde uyarıda bulundu ve “kamu fonlarındaki milyarlarca Güney Afrika lirasının bir avuç siyah (ve beyaz) kapitalistin çıkarına hizmet etmek için kullanılmasına” güçlü bir şekilde karşı durdu.
Mesele, partiye göre sadece “borca dayalı BEE sermayesini kurtarmak” değildi. Maden sendikası görevlilerinin sessiz bir şekilde yeni siyah elite yanaştığını ve destek istediğini söylediler. Aldıkları cevap, “Neden madenlerin kamulaştırılmasını desteklemiyorsunuz? Hükümet madenleri alırsa, çalıştırmamız için bize döneceklerdir,” oldu. Komünist Parti, ANC sağını, yükselen siyah kapitalist sınıf tarafından kullanılmakla suçladı.
BEYAZ İŞ DÜNYASI
Siyah iş dünyası görece güvensiz bir durumdayken, beyaz muadilleri, ayrıcalıklarını korumak için canla başka çalışıyordu. Başlangıç olarak, başlarını öne eğip perde arkasından iş gördüler. Beyazların elindeki Güney Afrika İşadamları Derneği, Ekim 2003’te Siyah İşadamları Konseyi ile birleşerek Güney Afrika Birleşik İşadamları Derneği’ni kurdu. Bu değişimden siyah iş dünyasının tümü memnun değildi ve bazıları yeni kuruluştan 2009’da ayrıldı. Yine de beyaz iş camiası, kendi çıkarları için güvenli bir yeni yuva kurmuş oldu. Buradan ANC hükümetine lobi çalışması yapabileceklerdi.
Beyaz iş camiasındaki bazıları daha da ileri giderek ANC’nin İlerici İş Dünyası Forumu’na katıldı. Bu forumun amacı, iktidar partisi ile doğrudan bağlantılar kurmak olarak açıklandı. Bu oluşumun ardından bir yıl içinde, forum basında “kabine bakanları ve üst düzey hükümet görevlileri ile yüz yüze mesai harcamanın” bir yolu olarak resmedilmeye başlandı. ANC, iddialara “bunda hiçbir terslik olmadığını” söyleyerek yanıt verdi.
Bugün artık İlerici İş Dünyası Forumu’nun parti için para toplamanın güçlü bir yolu olduğu aşikâr. Haziran 2012’de Johannesburg’da düzenlenen bir davette Başkan Zuma’nın masasında oturmak, 60 bin dolardan aşağı gitmiyordu.
ANC’nin iş dünyasından para toplamasının tek yolu bu değildi. 2006’da Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü tarafından yapılan bir inceleme, madencilik, enerji, mühendislik, lojistik ve enformasyon teknolojisi sektörlerinde sessizce hisse toplayan Chansellor House adında bir firmanın kontrolündeki bir şirketler grubunun mevcudiyetini ortaya çıkardı. Bu, iktidar partisinin fonlanması için en büyük kaynaktı ve kaçınılmaz şekilde çıkar çatışmalarına yol açtı. “Çoğu kez bu iş fırsatları hükümetin rızasına bağlıydı –devlet ihaleleri, maden imtiyazları vb. İktidar partisi olarak ANC, hem oyuncu hem de hakemdi,” deniyor raporda.
“İŞLER HEP BÖYLEYDİ”
ANC’nin iktidara gelmesinden yirmi yıla yakın zaman sonra, siyah orta sınıf güçlü –ANC’deki nüfuzundan kaynaklı olarak– ama aynı zamanda konumu için partiye bağımlı durumda. Kendi ayakları üzerinde durmak için yeterli kaynağa sahip değil ve pozisyonunu korumak için devlet sözleşmelerine ve BEE mevzuatına bağımlı. Öte yandan beyaz elit daha donanımlı ve daha iyi kaynaklara sahip. Bazıları şirketlerde resmi pozisyonlar tutmak yerine danışmanlar haline geldiler. Diğer bir kısmı ise, artık Londra borsasında kayıtlı olan Old Mutual ve Anglo-American gibi önceden Güney Afrika’da kayıtlı şirketlerin öncülük ettiği yolu izleyerek, varlıklarının bir bölümünü veya tamamını ülke dışına taşıdılar. Buna paralel olarak, beyaz iş dünyası, kamuoyunda seslerini çıkarmak yerine, perde arkasında çalışarak ANC hükümeti ile yaşamayı öğrendi.
Başkan Zuma, 26 Haziran 2012’de ANC’nin politik konferansına hitap ederken, durumu kurnaz bir şekilde toparladı. 1994’te iktidara gelişten bu yana çok şey elde edildiğini, ancak daha yapılacak çok şey olduğunu söyledi. Başkan üstesinden gelinmesi gereken kilit sorunları anlatarak devam etti –bunlar arasında, halen büyük ölçüde aynı kaldığını söylediği ekonomik ilişkiler de vardı: “Apartheid bittiğinde, ekonomik istikrarı ve güveni aynı anda korumak için ekonomiyi yeniden inşa etme konusunda dikkatli olmamız gerekiyordu. Bu nedenle apartheid döneminin ekonomik güç ilişkileri temelde değişmeden devam etti. Ekonominin mülkiyeti, her zaman olduğu gibi, halen esasen beyaz erkeklerin elinde.”