İskoçya, yüzyıl önceki İrlanda’yla aynı rotada ilerliyor, bağımsızlık hareketinin durdurulması çok zor olacak.

Günümüzdeki İskoç sorunu,  bir zamanların İrlanda sorunu

Patrick Cockburn /Independent

Bugünlerde Büyük Krallığın* dağılması öngörüleri revaçta gözüküyor, ancak bu öngörüler çok da yeni sayılmaz. 1707 yılında, Jonathan Swift, iki uyumsuz halkı bir devlette birleştirmek amacıyla meclisten henüz geçirilen İngiltere ve İskoçya’yı birleştirme kanunuyla dalga geçen bir şiir kaleme almıştı: “Sanki buketler yapan bir adam / Deve dikenleriyle derer gibi gülleri…” Politik farklılıkların tüm bu girişimi kaçınılmaz bir şekilde sonlandıracağını ima ederek, “Ayrılık bulutları çöreklenecek/ Çifte karina deli otağımıza” dizeleriyle devam etmişti.

Swift, bu harabe projenin çökeceğinden emindi, ancak öngörüsünün gerçekleşebilir gibi görünmesi tam 313 yıl aldı. Hâlâ bile öyle kimilerinin hayal ettiğinin aksine, ayrılığın eli kulağında olmayabilir.

Son 20 anketin İskoçların çoğunun bağımsızlığı desteklediğini gösterdiği doğru, ancak ayrılık yönündeki bu değişim henüz sadece birkaç yıllık; İskoç Ulusal Partisi’nin (SNP) seçimlerdeki üstünlüğü de…

Bu kısa süreyi, İrlandalıların özerk yönetim mücadelesiyle kıyaslayalım. 1885’ten, Sinn Fein ve tek taraflı ayrılma fikrinin anayasal araçlarla özerklik peşinde koşanların yerine geçtiği, 1918’e kadar zirvede olan özerklik mücadelesinde İrlanda ayrılıkçılığına karşı kullanılan argümanlardan en göze çarpanı, ayrılığın ekonomik bir anlamı olmadığı. Bu argümanlar, şu an İskoçlara karşı kullanılıyor ve bunların aynı şekilde etkisiz olması muhtemel.

İskoçların kendi kaderini tayin hakkının, Boris Johnson’ın 28 Ocak Perşembe günü İskoçya’ya yaptığı bir günlük ziyaret esnasında öne çıkardığı, ekmek meselelerinden daha az önemi olduğu temelinde değersizleştirilmesi; AB’den ayrılmak konusunda İngiliz bağımsızlığını başka her şeyden önemli gördüğü için göreve gelen bir başbakan açısından bakıldığında, kulağa gülünç derecede çelişkili gelmektedir. Kuşkusuz, kendisi ve danışmanları, bu çelişkiyi gayet iyi bilmektedirler. Zira pandeminin ortasında İskoçya’ya ziyaretin amacının, Johnson’ı İskoçların gözünde “Bay Brexit” yerine “Bay Aşı” olarak pazarlamak olduğu ortada.

İngiliz Hükümeti İskoç ayrılıkçılığından o kadar sarsılmış durumda ki Johnson’ın beyaz önlükle görüntülenmesiyle politik dalgayı (kendi lehine) çevirebileceğini, böylelikle İskoç seçmenlerin bağımsızlık talebini “yersiz” bulacağını umut ediyor olmalı. Johnson bununla da kalmayıp, kendisine zarar vermek pahasına, özerkliğe ekonomik faydaların üzerinde öncelik vermenin “kaşıkla yediğiniz sürece ne yediğinizin önemi yok demek gibi” olduğunu iddia etti.

Böyle cafcaflı sözler, SNP liderlerini gizli gizli memnun etmektedir. Zira Johnson’un patronluk taslayan sözleri İskoç seçmene, bugün ayrılığa 2014 referandumunda olduklarından daha meyilli olmalarının iki temel sebebini hatırlatmaya hizmet etmektedir: İngiltere’nin AB’den ayrılması ve Johnson’ın geçen sene gösterdiği kaotik performansına kıyasla SNP Lideri Nicola Sturgeon’ın salgın yönetimi açısından daha yetkin bir görüntü çizmesi.

Johnson ve Brexitçi hükümeti açısından bakıldığında, bir zamanlar başkalarına anlattıkları aynı politik dersler şimdi kendilerine zorla yediriliyor: Ulusal bir hareket ivme kazanıp, halkın kimliğinin simgesi haline geldiğinde, toplumsal ve ekonomik şikayetlerin taşıyıcısı haline gelir ve işte o zaman bu hareketi durdurmak çok zor olur.

İrlanda, bağımsızlığını büyük oranda 1921’de kazanmış ve İkinci Dünya Savaşı’nda tarafsız kalmıştı, ancak politik ve ekonomik güç açısından iki ülke arasındaki uçurum ve ortak emek piyasası nedeniyle şaşırtıcı ölçüde İngiltere’nin etki alanında kalmıştı. Öte yandan İrlanda’nın AB’de kalırken İngilizlerin çıkması, özellikle İrlandalılara anlayışlı yaklaşan bir ABD yönetiminin olduğu durumda müzakerelerde iki ülkeyi daha eşit bir hale getiriyordu.

Arlene Foster ve onun Demokratik Birlik Partisinin anlayamadığı pek çok şeyden biri ise, hiçbir İngiliz liderin, Kuzey İrlanda’daki bir milyon Birlikçi/Protestanın dileklerine kayıtsız kalmamak adına Brüksel ve Washington ile tartışmaya girmek istemeyeceğidir. Şimdinin İngiltere’sinde geri kalan çok az sayıda insan; Kuzey İrlanda gibi bir vatan toprağının garip bir şekilde AB içinde kalmasından ve ticari AB/İngiltere cephesinin İrlanda Denizine akmasından kaygı duyuyor.

Ancak yine de bu, İrlanda’nın birliğinin çok yakında olacağı anlamına gelmiyor. Demografi değişiyor, öte yandan tıpkı Birlikçi/Protestan topluluğun çoğunlukken kontrolü tekelinde bulunduramadığı gibi, aynısı Ulusalcı/Katolik tarafın sayıca çok olduğu durumda da geçerli. Yakın gelecekte gerçekleşmesi muhtemel olmayan bir sınır referandumunun sonucu ne olursa olsun, toplumsal bağlılık aynı düzeyde kalacaktır. Hayırlı Cuma Anlaşmasının temel vaadi doğruluğunu koruyor. Şayet barış sürdürülecekse, her iki toplumun da beğenmedikleri radikal anayasal değişiklikleri veto hakkı olmalı.

Kuzey ve Güney İrlanda örneği, İskoçların bağımsızlığa doğru hareketini durdurmak ve geri çevirmek isteyen Johnson ve kabinesi için uğursuz uyarılarla dolu. Daha büyük bir yapısı olan ekonomik birliğin avantajları hakkında Brexit’e karşı çıkanların bir zamanlar zikrettiği argümanları kelime kelime tekrar etmelerini izlemek çok ironik oluyor. Muhafazakarlar da İrlanda (sürecinin) erken bir aşamasında sosyal ve ekonomik reformlarla “özerkliği kibar bir şekilde öldürmekte” aynı şekilde başarısız olmuşlardı.

Bu tedbirler tarihi nefretleri azaltmış olabilir, ancak Özerklikçiler seçim kazanmaya devam ettiği için etkileri çok az sürmüştür. Seçimlerdeki desteğe rağmen anayasal araçlarla özerkliği kazanmadaki başarısızlık hayal kırıklığı yaratmış, bu da inisiyatifi anayasa dışı yöntemleri savunanlara vermişti. 1916’da yaşanan silahlı ayaklanmaya ek olarak, yeni seçilen Milletvekilleri Westminster parlamentosunu terk etmiş ve Dublin’de kendilerininkini kurmuşlardı.
İskoçya’da pratikte bu tür ayrılıkçılıklar hala ufukta görünebilir, ancak dünyanın her yerinde ulusalcı hareketler, ulusların kendi kaderini tayin hakkı rotasına, neredeyse değişmez bir şekilde daha radikal kapanarak tepki verir.

İskoçların özyönetim talebinin meşruiyet ve görünürlüğü, SNP’nin Mayıs ayında yapılacak seçimlerde İskoç parlamentosunda çoğunluğu kazanması durumunda teyit edilmiş olacak. Ancak Johnson’ın İskoçya’ya acil hücumu, gerçek gündemi protestolardan kaçınmak için gizlense de, İngiltere’nin politik arenasında kritik bir değişikliğin halihazırda yaşanmakta olduğuna işaret ediyor.

Günümüzde “İskoç Sorunu”, gelecek on yıllarda İngiltere’nin siyasi gündemini belirleyecek bir ayrılık meselesi olarak, bir zamanlar “İrlanda Sorununun” tuttuğu yeri işgal ediyor Yani Swift bunca yıldan sonra haklı çıkmış olabilir.

Birgün Çeviri Kolektifi tarafından çevrilmiştir. * (İngiltere, Ç.N.)