Bir de küçük tartışmaları yatıştırdığım anlar var. Sırada haddinden fazla beklediğini düşündüğü için bağıranlar, veznedarı yanlış bir işlem yaptığı gerekçesiyle haşlayanlar ve en kötüsü, yanlış hesaplama sonucu fahiş miktarda para ödeyenler

Güvenlik

METE GÜNER

Hiçbir şey olmuyor. Sıradan hayatım kozmosun büyüklüğünde, zamanın sonsuzluğunda hatırlanmaya değer hiçbir iz bırakmıyor. Bir iz bıraksam da gerçek manada bir anlam ifade eder miydi, bilmiyorum. Binlerce yıllık insanlık tarihi, hatırlanması gereken ama hatırlanmayan insanlarla doludur şüphesiz. Benimse hatırlanması gereken bir insan olduğum bile şüpheli. Yine de bir insanın bir konuda ne ilk ne de son olacağını bilmesi; ferahlatıcı.

Ben, İktisat Bankası’nın 10 yıllık güvenlik görevlisi Cemil, günü başlaması gereken saatte başlatır, bitmesi gereken saatte bitiririm. Çalıştığım şubenin giriş kapısının bütün sorumluluğu bana aittir. Tabi bir de müdüre. Kapıyı sabah beraber açarız, akşam beraber kapatırız müdür beyle. Müdür bey benden bir on beş yıl kadar yaşlı olsa da enerjisini kaybetmemiş, iş hayatı tarafından yıpranmamıştır. Bunun sebebini gösterişsiz kariyerimin ilk yıllarında fiziken ağır bir iş yapmamasına bağlasam da anladım ki bankacılık sektörü zihnen yıpratıcı. Zaten mevzu iş oldu mu, ikisinden birini seçmek gerekiyor; ya zihnen ya da bedenen yıpranacaksın. Buna karşın müdür beyin enerjikliği, beni zihinsel veya fiziki yıpranma arasında bir seçim yapmak zorunda olmadığımıza da inandırıyor.

Mesai saatleri içerisinde genellikle numaratörün civarından pek uzaklaşmam ki gelen vatandaşlarımıza-daha doğrusu müşterilerimize- yardımcı olabileyim. Mesleğim, icrası sırasında genellikle insanların neden bankaya geldiklerini dinleyip, ne yapmaları gerektiğini söylediğim için bir güvenlik görevlisinden çok bir resepsiyon görevlisi gibi hissettiriyor. Mesleğim bir kavram karmaşası içinde… Yine de bundan şikayet etmemem gerekir. Eğer gelen müşterilerle konuşmayıp sadece etrafı izleyen bir tür güvenlik görevlisi olsaydım, başta dile getirdiğim şikâyet iyice katlanılmaz bir hal alırdı.

Bazı günler önemli biri olmaya çok yaklaşıyorum. Para transferlerinin olduğu günler mesela. Zırhlı araç bankaya yanaşıyor, içinden eli silahlı iki görevli çıkıyor ve onlara refakat eden bir de ben varım. O anlarda herkes benim için birer şüpheli. Herkesi iyice süzüp, ne yönden saldırabileceğini düşünüyorum. Siyah eşofmanlı, kısa boylu adam: Önce müşterilerden birini rehine olarak yakalayacak, sonra bizden parayı kendisine teslim etmemizi isteyecek. Pis sakallı, kavruk tenli genç: Havaya ateş açıp, yaratacağı kaos esnasında parayı alıp kaçmanın planlarını yapacak. Bu senaryolar ve daha niceleri kafamdan geçiyor, para transferi sırasında. Hiç biri gerçeğe dönüşmüyor, tabi. Hatta o kadar uzun süredir gerçeğe dönüşmüyor ki artık senaryolarıma bir sonuç yazmıyorum. Şüpheli şahsın nasıl bir plan izleyeceğini hayal ediyorum ama benim onu nasıl durduracağıma dair en ufak bir plan kurmuyorum. Belki de bu, gerçek hayatta kahramanlığa soyunmanın çok riskli olduğunu bildiğimdendir.

Bir de küçük tartışmaları yatıştırdığım anlar var. Sırada haddinden fazla beklediğini düşündüğü için bağıranlar, veznedarı yanlış bir işlem yaptığı gerekçesiyle haşlayanlar ve en kötüsü, yanlış hesaplama sonucu fahiş miktarda para ödeyenler. Bu son sınıftakiler haklılıklarının arkalarına kattığı rüzgarla bankada önüne gelen herkesi fırçalarlar, müdürü bile. O yüzden bunlarla uğraşırken ben de o rüzgara kapılır ve haklılıklarını belirten birkaç cümleyle kendilerini yatıştırdıktan sonra hatanın en kısa sürede düzeltileceğini bildiririm. Diğer durumlardaysa mevzunun ne olduğuyla çok ilgilenmez ve müşteriye arkadaşlarımın ellerinden geleni yaptığını söyleyip, çevreye daha fazla rahatsızlık vermemesini öğütlerim. Dinlemedikleri yoktur. Bir tartışmada iki karşıt muhataptan birini denklemin dışına katıp, yerine geçerseniz, karşınızdaki kişi yerini aldığınız kişiye duyduğu öfkeyi size yansıtamayacaktır. Çünkü bunu yansıtabilmesini haklı çıkarabilecek herhangi bir nedeni yoktur, siz başkasının hareketlerinden sorumlu değilsinizdir.

Bahsettiklerim, takvim yapraklarını eskitirken yaptıklarımın takriben tümü. Geçtiğimiz günlerde bütün bunların arasında olan bir olaysa beni oldukça düşündürttü. Numaratörün yanında dikilmiş içerideki insanlara bakınıyordum ki bir gençle göz göze geldim. Beni incelermiş, açığımı ararmış gibi bir hali vardı. Ona baktığımı anlar anlamaz kafasını çevirdi ve ben de bozuntuya vermeden, kazara göze göze gelmişiz gibi bankanın içerisini süzmeye devam ettim. Bakışlarım sık sık o delikanlıya takılıyordu, o da bunun farkına varmış olacaktı ki gerginlikle önce bir ayağını sürekli sallamaya başladı, ardından da klimalı serin ortamda terlemeye başladı. Emindim. Bu çocukta tekinsiz bir şeyler vardı. Bir ortağının olabileceği düşüncesiyle etrafa daha dikkatli bakmaya başladım. Bir gözüm de hep gencin üzerindeydi. Tek dayanağım içgüdülerimdi ve içgüdülerime dayanmamam için bir sebep yoktu. Koruyucu kayışı çözüp, silahımı her an çekilmeye hazır pozisyona getirdim. Olabilecekler korkutucuydu. Çocuğa kilitlenmiş ilk hamleyi bekliyordum. Kalktı, koşar adımlarla bankadan dışarı çıkıp gitti.

Benim için aydınlatıcı bir andı. Aslında ne olduğumu anladım. Ben bir korkuluğum; yürüyen, nefes alabilen bir korkuluk.

Kargaların ürünleri çalmaması için konulmuş caydırıcı bir tedbirim. Geçimimi bu şekilde sağlıyorum. İnsanın kendisinin ne olduğunu görmesi basit; kabul etmesiyse büyük iş. Ben daha tam olarak kabul edemedim ama son zamanlarda çok yol kat ettim. Geri kalanı da zamanın beni yaşlandırmasına bırakıyorum. İnanıyorum ki kabul ettiğimde, müdür beyin enerjikliliğinin sırrına da vakıf olacağım. Hayata ve dünyaya pençelerimi geçiremediğim için üzülmeyi bırakıp, yaşayacağım. Çünkü her iz, er ya da geç silinecek. Nihayetinde, güneş bile sönecek.