Bizim mahalle kültürümüzde takımda herkese yer vardı. Küçük büyük, becerikli beceriksiz herkes futbol oynardı. Ama fasulyeden ama ciddi

Güzel Adam Süreyya: Beşiktaş’ın kalbi

Şimdi Amerikalılardan daha iyi insanlarız gibi saçma bir şey iddia edecek değilim ama şu da bir gerçek: Bizim mahalle kültürümüzde takımda herkese yer vardı. Küçük büyük, becerikli beceriksiz herkes futbol oynardı. Ama fasulyeden ama ciddi. Ben Şişli’de, henüz boş arsaların olduğu dönemde büyüdüm. Arsaya da gerek yoktu aslında, yola 2 taş koyar, kale yapardık. Yol dediğim, bugün karşıdan karşıya geçmekte güçlük çekeceğiniz Sıracevizler Caddesi’nden söz ediyorum. Amerikan filmlerinde görüyorum da, beceriksizlerin dışlanmasını filan, garipsiyorum. Süreyya Soner de beceriksiz bir futbolcuymuş. Kalecilik yaptığında gol yeme rekorları kırarmış. Ama her zaman da kalede kendine yer bulmuş mahallesinde.

Beşiktaş’a kaleci olarak giremese de malzemeci olarak girmiş 37 yıl önce. O gün bugündür takımın bel kemiği o. Ya da Les Ferdinand’ın dediği gibi: Takımın nabzı, takımın kalp atışı o.

Süreyya Soner ilkokulu 7 yılda bitirmiş; ortaokulla 3 sene cebelleştikten sonra eğitim konsunda pes etmiş. Ama Süreyya Soner bir dâhi. Biliyorsunuzdur, zekâyı bir IQ ile bir de EQ ile ölçerler. EQ denilen duygusal zekâ, başkalarıyla ve kendinle empati kurabilme, iletişime geçebilme yeteneği gibi şeylerdir. İşte bu zekâ alanında Süreyya Soner sanırım zirvelerde bir yerde yer alıyor. Hiç yabancı dil bilmemesine rağmen Beşiktaş’ın yabancılarının hemen her zaman en yakın arkadaşı olmuş, sevgisini kazanmış biri. O yabancılar da doğrusu müthiş insanlar. Örneğin Les Ferdinand. Süreyya 4-5 gün işe gelmeyince, birilerinden adresini bulmuş ve Süreyya’nın gecekondusuna gitmiş. Süreyya’yı yorgan döşek yatar bulunca, alıp bir hastaneye yatırmış, tedavi ettirmiş. Şimdi de bizim mahalleye çakmanın zamanı: O zamana kadar kulübün aklı neredeymiş? Neyse... Gordon Milne, antremanlara geç gelen Feyyaz’a, sırf Süreyya üzülmesin diye kızmazmış.

Güzel İnsan Süreyya belgeseli, sinema tarihinde muhtemelen bir ilki gerçekleştirmiş; bir takımın futbolcusunu değil de malzemecisini, basit bir emekçisini merkezine oturtmuş. Beşiktaş’a da bu yakışırdı doğrusu. Bir Beşiktaşlı olarak gururlandım bu belgeseli izlerken. Ama belgeseli izlemek için Beşiktaşlı olmak şart değil. 37 yıl içinde futbolun ne kadar değiştiğini, ne kadar büyük yoksunluklardan nasıl büyük paraların döndüğü bir endüstriye dönüştüğünü izlemek için de gidilir bu belgesele. Bir de keşke Yılmaz Erdoğan’ın o itici ses tonuyla anlatışı olmasaymış. Maçoluktan bu kadar uzak bir futbol filmine hiç yakışmamış o davudi ses tonu.

*****

guzel-adam-sureyya-besiktas-in-kalbi-425850-1.Özgürlüğün Elli Tonu: Ana’nın Analık Hakkı

Komşu kızı Anastasia Steele’in çelik iradesiyle, milyarder ama sadist işadamı Christian Grey’i evcilleştirme efsanesinin son halkası huzurlarımızda. Bay Grey rücu ettikçe etmiştir. Evlenmiş, karısının iş kadını olmasını da kabullenmiştir. Artık düşmedik bir tek kalesi kalmıştır. O da düşerse Christian’ın bağımsız ve özgür bir erkek olarak cenaze namazını kılmanın zamanı gelmiştir. Christian’a baba olmayı kabul ettirmek Anastasia’nın son hedefidir. In ın ınıın! Heyecan son haddinde. “Diren Christian!” diyenlerden misiniz, yoksa “bastır Ana, analık haktır; verilmez, alınır!” diyenlerden mi?

Aslında tarih, kimin kazandığını gösteriyor ya, ben yine de filmin sonunu açık etmeyeyim. Bu heyecanlı filmde konu gereği bolca üreme faaliyeti de var elbette.