Suruç’ta 32 yurttaşın yaşamına mal olan bombalı saldırı, bir militanın örgütten bağımsız gerçekleştirdiği ‘yalnız kurt’ eylemiyse de, IŞİD tarafından planlandıysa da sorumlu IŞİD’e karşı eylemsizlik politikası

Haber-Analiz: Yalnız kurt eylemi mi IŞİD mi planladı?

DOĞU EROĞLU

5 Haziran’da HDP’nin Diyarbakır’da gerçekleştirdiği seçim mitingine düzenlenen saldırının ardından olduğu gibi, Suruç’ta 32 yurttaşın yaşamını yitirdiği eylemin yürürlüğe konma yöntemi tartışılıyor. Canlı bomba saldırısının bir militan tarafından IŞİD’in ideolojik temeli doğrultusunda ancak örgütten bağımsız bir ‘yalnız kurt’ eylemi olarak mı yoksa örgüt tarafından planlı mı gerçekleştirildiği şimdilik belirsizliğini koruyor. Saldırının üzerinden geçen sürede henüz eylemi üstlenen bir grup olmadıysa da, Kobane’deki yeniden inşa çalışmalarına katkı vermek üzere Türkiye’nin farklı kentlerinden yola çıkan siyasi aktivistlerden oluşan bir gruba saldırı düzenleme motivasyonun en fazla IŞİD’de olacağı varsayımından hareketle, değerlendirmeler IŞİD üzerinden yapılıyor.

YALNIZ KURT AĞIR BASIYOR
Bu tip eylemlerde saldırının hazırlanış biçimi ve niteliği, eylemin sonrasındaki süreç ile eylemin sonuçlarını da tayin ediyor. İhtimallerin ilki, eylemin bir yalnız kurt saldırısı (lone-wolf) olması. Bu tip şiddet eylemlerin failleri, bağlı oldukları ideolojiyi temsil eden örgütün hiyerarşisi ve bilgisi dahilinde veya haricinde eylemlerini gerçekleştirebiliyor. Yine de, çoğunlukla tek başına planlanan saldırılarda, örgütten bağımsız hareket ediyor olmak bir kural değil. Yalnız kurt eylemlerinin istihbarat örgütlerini atlatmakta da çok faydalı olduğu biliniyor. Eylemin failinin daha önce bir örgütle eşleştirilmemiş, hakkında araştırma yapılmamış bir kişi olması halinde, şahısların istihbarat örgütlerinin radarı dışına çıkıp eylemlerini gerçekleştirme şansları da yükseliyor.

ÖZÖRGÜTLÜLÜK MODELİ
El Kaide döneminde Selefi kişilerin yönlendirmesiyle gerçekleştirilen Türkiye’deki örgütlenme faaliyetleri, IŞİD’in tüm dünyadaki kampanyasını üzerine kurduğu küresel cihat devleti diskuru uyarınca, yerini özörgütlülüğe bırakmış durumda. Bir başka deyişle, IŞİD’e katılmak isteyen kişiler bir amirle veya yetkili bir kişiyle yüz yüze görüşme yapmak zorunda değil; örgütlenme modeli uyarınca şahıslar kendi kendilerine örgütün gevşek ağlarına katılabiliyor; alt kademe ağların IŞİD yönetiminin hiyerarşisine olan uzaklığı, gevşek yapıya katılan çürük elmalar olsa bile bunun sistem hatalarına yol açmasını önlüyor. Sıradan bir üniversite öğrencisi (Örneğin ODTÜ’den mezun olup yüksek lisans için gittiği Finlandiya’da IŞİD’e gitmeye karar veren Raşid Tuğral), IŞİD’e katılan bir arkadaşı üzerinden örgüte aşina olup, internette yazıştığı şahıslar aracılığıyla Suriye’ye savaşmaya gidebiliyor. Kentli bir sempatizansa, sınırın öteki tarafında bekleyen IŞİD komutanına tek bir aracı üzerinden haber yollayıp Suriye’ye geçişini organize edebiliyor. Tüm dünyadaki örgütlenme hikayeleri de aynı örüntüye işaret ediyor. Özörgütlülük, yönetim kademesiyle savaşçı örgütlenmesi arasındaki hiyerarşik bağların zayıflığı gibi hususlar, IŞİD’in düzenli askeri varlığının olmadığı tüm coğrafyalarda IŞİD’e mal edilen eylemlerin tümünde olduğu gibi, yine yalnız kurt modelini akıllara getiriyor.

CANLI BOMBA ETKİSİ
Diyarbakır saldırısıyla Suruç eylemini ayıran yöntem değişikliği, saldırıların sonuçları arasında da farklılık yaratıyor. Diyarbakır saldırısında miting alanında stratejik olduğu düşünülen bir nokta belirleyen fail patlayıcıyı bırakıp alandan ayrılmış, bomba daha sonra infilak ederek 4 kişinin ölümüne yol açmıştı. Suruç eylemindeyse, ilk belirlemelere göre saldırının faili bir canlı bomba. Bu da, görüntülerden anlaşıldığı kadarıyla saldırıda kullanılan bombanın etki yarıçapının düşük olmasına karşın, yaşamını yitiren kişi sayısını artırıyor. Canlı bomba saldırılarında, faillerin stratejik (kalabalık) noktaları seçmede daha avantajlı olmaları, amatör patlayıcıların bile büyük kayıplara ve hasara yol açmasını sağlıyori; yaşamını yitiren kişi sayısının fazlalığıysa kamuoyunu kolaylıkla olayın planlı bir eylem olduğu yönünde düşünmeye sevk ediyor. Olayın bir yalnız kurt eylemi olduğunun anlaşılması halinde, saldırı motivasyonunun kaynağı noktasında gözler SGDF’nin Kobane programı aleyhinde Twitter’da Türkçe yayın yapan IŞİD yanlısı hesaplara çevrilecek.

IŞİD Mİ PLANLADI?
Eylemle ilgili ikinci ihtimalse, olayın IŞİD’in inayetiyle, örgütün stratejik hedeflerine uygun biçimde planlanarak gerçekleştirilmiş olması. Kobane’ye dayanışma veya lojistik destek vermek amacıyla gidenlerin korkutulması veya Türkiye’nin IŞİD yaklaşımındaki değişime verilen tepki ihtimalleri kamuoyunda zaten sıkça dillendiriliyor. Ancak bunların haricinde henüz yeterince konuşulmayan olgular da var. IŞİD şimdiye dek Türkiye’yi organize eylemlerle hedef almamıştı; bu eylemin de IŞİD tarafından planlandığını gösterir somut bulgular henüz mevcut değil ancak böylesi bir şiddet eyleminin arkasında IŞİD’in olduğu varsayımını masaya yatırırsak karşımıza birkaç motivasyon çıkıyor. Bunların ilki örgütün insan kaynağındaki azalmanın yol açtığı tali taktikler; yani toplumsal olaylar yaratarak kutuplaştırmayı artırmak ve dolaylı yoldan IŞİD’in örgütlülüğünü yükseltmek. Bu konuda en bilinen örnek Fransız Charlie Hebdo’ya yapılan saldırı. Söylemsel olarak saldırının hedefinde, Muhammed karikatürlerinin dergide yayımlanması gösterilebilir ancak radikal örgütlerin uzun dönemli hedeflerine bakıldığında, sıradan eylemler yerine uzun vadede köklü toplumsal etkileri olan eylemlerin seçildiği görülebilir. Fransa’daki eyleme de bu şekilde bakılmalı; Fransa’da halihazırda yoksul sınıfların en önemli unsurlarından olan Sünni Müslümanların, saldırının ardından uğradığı ikinci kutuplaştırma dalgasının bu kitleleri daha da radikalleştirip politize edebileceği, dolayısıyla radikal İslamcıların gerçekleştirdiği eylemin yine radikal İslamcı örgütlere katılımları artırabileceği hesabı yapılıyor. Charlie Hebdo saldırısının sonuçları henüz berrak bir şekilde ortada değil. Ancak Suruç saldırısı da benzer bir değerlendirmeye tabii tutulabilir. Kontrollü bir kutuplaştırmaya yol açacak eylemin, kısa vadede IŞİD’e katılımlarda bir yükselmeye yol açacağı, uzun vadede de örgütün sempatizan sayısını yükselteceği düşünülebilir.

MÜCAHİTLR AZALIYOR
2014’e kıyasla, 2015 yılında IŞİD’e katılımların belirgin biçimde azaldığı (Bunda en sonunda sınır politikalarını gözden geçirip sınır ihlallerine engel olmaya başlayan Türkiye’nin de payı var), küresel cihat devleti diskurununsa kitleleri eskisi kadar heyecanlandırmadığı görülüyor. IŞİD’in dışsal sorunlar kadar kendi içinde de çözemediği dertleri mevcut. Bunların başındaysa savaş yorgunluğunun örgüt üzerine çökmesi geliyor. Özellikle Türkiye’deki evlerine oldukça yakın yerlerde çarpışan savaşçılar, Türkiye’ye kaçabilmek için ellerinden geleni yapıyor. Halifeliğin sınır geçişlerini yasaklaması bu kaçışlara çare olmuyor; IŞİD’in kaçan mücahitleri engellemek için bulduğu yollardan biri de sınıra mayın döşemek (Elbette, mayınların tek fonksiyonu bu değil). İki IŞİD mücahidinin IŞİD’in döşediği mayınlara basarak can verdiği haberi geçtiğimiz günlerde ulusal basında, olayın bir kaza olduğu intibasıyla şaşkınlıkla karşılandı; gerçekteyse olay bir kazadan ibaret değildi. Olay, savaşçıların mayınlara rağmen Türkiye’ye kaçmaktaki ısrarını göstermesi bakımındansa düşündürücü.

SEKÜLER HEDEF SEÇİMİ
Saldırı hedefi olarak niçin hafta sonu gerçekleştirilen –HDP yöneticilerinin de bizzat katıldığı– Rojava Devriminin üçüncü yıl dönümü kutlamaları yerine Amara Kültür Merkezi önündeki SGDF basın açıklamasının seçildiği hususunda da kamuoyunda bir tartışma sürüyor. Saldırının bir yalnız kurt eylemi olarak değil de planlı biçimde gerçekleştirildiğini düşünürsek, bu sorunun yanıtı yerellerdeki IŞİD örgütlenmelerinin güvenliğinde saklı. Türkiye’nin pek çok yerinde, 2000’lerin başında El Kaide politikaları doğrultusunda başlatılan yerel Selefi örgütlenmeleri, biat değiştirerek IŞİD’e tabii olmuş durumda. Bu örgütlenme noktaları pek çok farklı toplumsal gerçekliği aynı anda içinde barındırıyor; emek örgütlerinin giremediği ve kanser ile pek çok meslek hastalıklarının kol gezdiği Dilovası’nda, İstanbul ve Ankara’nın en dezavantajlı toplumsal kesimlerine ev sahipliği yapan, kentsel dönüşüm ve diğer dışsal etkilerle savaşan mahallelerde veya göç ettikleri yerlerde etnik kimliklerini kaybetme noktasına gelen Kürt yerleşimlerinde IŞİD örgütlenmeleri sürüyor. Bu noktalara muhafazakar yaşam biçimlerinin radikalleşmesinin nispeten kolay olduğu Konya, Adıyaman, Bingöl gibi bölgeler de ekleniyor. Buralardaki Selefi örgütlenmelerinin karşısına çıkmayı veya varlıklarını anımsatmayı başarabilen tek grupsa, Rojava’ya yönelen IŞİD saldırılarının püskürtülmesinin de etkisiyle Kürt siyasi hareketi oldu. Buna rağmen, HDP Diyarbakır mitingine yapılan saldırıdan daha şiddetli bir eylemin doğrudan Kürtleri hedef alması, Kürt toplumuyla yerel Selefi yapılanmalar arasındaki büyük gerginliği iç savaş adacıklarına çevirmesi oldukça yüksek bir ihtimal. Dolayısıyla, saldırının planlanmış bir eylem olduğunu varsayarsak, eylemin sosyalist bir oluşuma, yani seküler bir güce yönelmesi hem kutuplaştırıcı yönüyle hem de Kürtlerle Selefi örgütlenmeleri arasındaki güvenlik bandını tam manasıyla yok etmemesi hasebiyle tercih edilmiş olabilir.

TÜRKİYE'NİN TAĞUT DURUMU
Eylemin planlı gerçekleştirilmiş olması halinde, IŞİD’in Türkiye’yi karşısına alacak dini diskurları da bir süredir oluşturageldiğini göz önünde bulundurmak gerekiyor. Çoğunlukla radikal İslamcı örgütlerin birincil gündemi, aslında örgütler arasındaki politik tutum farklılıklarından ileri gelen ancak teolojik bir düzleme taşınan “mürtedlik” tartışması olsa da, IŞİD içinde bir süredir Türkiye’nin durumunun da masaya yatırıldığını biliniyor. Türkiye’den binlerce mücahit devşiren IŞİD’in üst yönetimi, uzun süredir kendi mensuplarına Türkiye’ye karşı itidal çağrısı yapıyordu. Türkiye’de doğup büyümüş pek çok mücahit, Türkiye’nin de dinsiz bir devlet olduğunu belirterek Türkiye’ye karşı saldırı talep ederken, IŞİD yönetimi uzun süre bu çıkışlara karşı sabır telkin etti. Diğer yandan da Türkiye’nin ileride örgütle karşı karşıya gelebileceği düşünülerek, Türkiye’nin tağut (veya taghut) olduğu, yani Allah’ın koyduğu kurallar yerine insan eliyle oluşturulmuş bir düzenle yönetildiği her daim savaşçılara anımsatıldı. Yani IŞİD sınır hareketliliği ve yerel örgütlenmesine karşı yaklaşımını değiştiren Türkiye hakkında IŞİD’in yeni bir değerlendirme yapması halinde, düşmanca bir tavır için gerekli ideolojik zemininin hazır olduğu söylenebilir.

EYLEMSİZLİK BEDELİ AĞIRLAŞTIRDI
Türkiye’nin ülke içindeki yerel IŞİD yapılanmalarına düzenlenecek operasyonlara ayak diremesinin sebeplerinden biri, IŞİD’in halihazırda yerleşik olduğu önkabulü yüzünden, başlatılacak operasyonların Türkiye içindeki eylemleri tetikleyebileceği öngörüsüydü. Bu öngörü, yani “uyuyan hücrelerin” Türkiye aleyhine harekete geçebileceği ihtimali üzerine hukukun gereğini yerine getirmeyip IŞİD örgütlenme faaliyetlerine izin verilmesi (Aslında örgütlenmeye izin verilmesinin asıl sebebinin önce Esad, sonrasındaysa Rojava’ya karşı baskı oluşturmak olduğu meselenin tüm taraflarınca biliniyor) kendi içinde bir fasit daireye dönüştü. Söylem düzeyinde, Türkiye içindeki hedeflere yapılacak eylemler korkusuyla IŞİD örgütlenmeleriyle ilgili eylemsizlik politikası, örgütlenme alanlarının hem niceliksel hem de niteliksel olarak büyümesine, öte yandan başka bölgelere de sıçrayarak yayılmasına yol açtı. Eylemsizlikle beslenen örgütün alanları ve örgütlediği kişi sayısı arttıkça, doğal olarak Türkiye’deki hedeflere yönelik eylem riski de yükseldi. Diğer bir deyişle, fasit dairenin işlediği her an, eylemsizlikten vazgeçmenin bedelini ağırlaştırdı.