Kanada’nın Toronto kentinden bildirerek, “olay yeri”nde neler olup bittiği hakkında BirGün okurlarına bir fikir vermeye çalışacağım.

G20 TOPLANTISI

Anita Oğurlu Toronto

Kanada’nın Toronto kentinden bildirerek, “olay yeri”nde neler olup bittiği hakkında BirGün okurlarına bir fikir vermeye çalışacağım. Bu metin iki makalelik bir dizinin ilk parçası. Aşağıda, geçtiğimiz hafta sonu Halkın Toplantısı’nda olup bitenlerin bir özetini, katılımcıların ve kurumların kısa bir tanıtımını ve şehrin bu toplantılara nasıl hazırlandığını okuyacaksınız.
İkinci yazı ise 21-27 Haziran tarihleri arasında düzenlenmesi planlanan protesto yürüyüşlerine ve toplantının son bir analizine odaklanacak.
Halkın Toplantısı geçen cuma akşamı Kuzey ve Güney’den Hikâyeler ve Çözümler başlıklı bir açılış organizasyonu ile başladı. Konuşmacılar arasında tanıdık bir yüz, geçen sene İstanbul’daki Dünya Su Forumu’nda muhalefet kanadının başında yer alan Maude Barlow (Kanadalılar Konseyi Ulusal Başkanı), 1980’lerde Paraguay’da Stroessner diktatörlüğüne karşı savaşan ve ulusal banka işçileri sendikası lideriyken hapse de atılan, başarılı bir konuşmacı, Brezilyalı TUCA (Amerika Kıtaları Sendika Konfederasyonu) Başkanı Victor Baez; Queen’s Üniversitesi Küresel Gelişim Bölümü’nde Aborijin Araştırmaları üzerine çalışan Profesör Robert Lovelace ve birçok sanatçı ve müzisyen vardı. Halkın Toplantısı’nın ana sponsorları arasında Oxfam Kanada, Kanadalılar Konseyi ve Kanada Emek Kongresi vardı. Yönetim Komitesi üyeleri geniş bir STK’ler ve kurumlar yelpazesinden seçilmiş: Kanada Öğrenci Federasyonu, Kanada Barış Birliği, Greenpeace Kanada, Yağmur Ormanları için Eylem Ağı, Kanada Emek Kongresi, CUPE (Kanada Devlet Memurları Sendikası) Ontario ve Kanada Birleşik Kilisesi. Bu liste kulağa biraz tanıdık gelse de, çoğu şehir, eyalet hatta ülke dışından gelen sosyalist partiler ve aktivist gruplardan oluşan geniş bir konsorsiyum toplantıyı daha ilginç hale getirdi.
Hafta sonu boyunca Ryerson Üniversitesi ve Toronto Üniversitesi yerleşkelerinde 120’nin üzerinde atölye çalışması düzenlendi, bu yüksek sayı ziyaretçileri hangi atölyeye katılacakları konusunda sık sık kararsız bıraktı. İdeolojileri atölye sayısı kadar çok olsa da, ekonomistlerden solculara, hayvan hakları savunucularından çevrecilere hepsinin ortak yanı G-20 Toplantısı’na duydukları tiksintiydi. Önemli panel sunumları arasında Sömürgecilik, Kapitalizm ve Göç konulu “Kimse Yasadışı Değildir” (yüksek katılımlı bir sunum oldu), İsrail’le Bağları Koparmak, NATO Afganistan’da, İslamofobi, Devlet Kandırmacası ve Terör, Robin Hood Vergisi (şirketlerin mali işlemlerini vergilendirme önerisi hakkında), Kanada’nın Alberta bölgesindeki katranlı kum alanlarının sömürüsü, Toplumsal Hareketler içinde Kadınların Güçlendirilmesi, Karayipler, Orta ve Güney Amerika, İran’da Muhalefet, Yerel ve Küresel Toplumsal Hareketlerin Entegrasyonu, Biyoyakıtlar ve Biyoekonomi, ayrıca tutuklanması durumunda bir eylemcinin haklarının ne olduğu konulu bir atölye çalışması sayılabilir.
EYLEMCİLER İÇİN TARİFE: BİNLERCE POLİS!
Burjuva medyası tarafından neredeyse “terörist” olarak nitelenen birçok eylemci, şehri protestoculara karşı “korumak” için oluşturulacak dev güvenlik operasyonunda tutuklamalar olacağı konusunda kaygılı. Kanada hükümeti sadece G-20 toplantısının başarılı geçmesi için değil, bölgeyi iş dünyası için anahtar önemde bir alan olarak pazarlamak amacıyla 1 milyar dolarlık harcamada bulunuyor (burjuva basınına göre, iş dünyasından herhangi bir destek almadan).
Toronto Toplantı Merkezi’nde Muskoka kır evi bölgesinin (Toronto burjuvazisinin şehrin birkaç saat kuzeyindeki hafta sonu dinlenme bölgesi) havasını taklit etmek amacıyla inşa edilen yapma gölet için 57 bin dolar çöpe atılmış.
Bu boşa harcanan fonlarla çileden çıkan aktivistler G-20 toplantısının kendini beğenmiş takım elbiselilerini Ontario Gölü’ne atmaktan geri durmayacaklarını açıklıyorlar!
Ancak bu arzularını gerçekleştirmeleri hayli zor: Toronto polis kuvvetlerinin tamamına ek olarak 10 bin üniformalı polis, 1000 özel güvenlik elemanı ve açıklanmayan sayıda Kanada askeri 20 binin üzerinde protestocunun katılmasının beklendiği olaylarda güvenlik operasyonunu oluşturacaklar. Protestocuları engellemek amacıyla Toronto şehir merkezindeki anayollara, polisin “sorun başladığı anda kapatılabileceğini” açıkladığı üç metre yüksekliğinde çitler yerleştirildi.
Polis mevcudiyetinin yoğunluğu olağanüstü ve bu sene başında düzenlenen Vancouver Olimpiyatları’ndakinin çok üzerinde. Sabaha karşı 3’te devriye gezmeye başlıyorlar. Hafta boyunca burjuva basını protestoculara gözdağı vermek amacıyla bu polis kuvvetine verilen özel ad olan ‘Entegre Güvenlik Birimi’nin hazırlıklarını ön sayfalarından yayımlıyor. Henüz federal hükümetin kullanım açısından güvenliğini onaylamadığı LRAD (Uzun Menzilli Akustik Aygıt) ses silahlarının planlanan kullanımı konusunda büyük tartışmalar yaşanıyor. Basınçlı su silahlarının ve RCMP (Kanada Kraliyet Atlı Polisi) tarafından kullanımı 2007’de Vancouver Havaalanı’nda masum Polonyalı göçmen Robert Dziekanski’nin ölümüne neden olan şok silahlarının kullanılacağına hiç kuşku yok.
Globe&Mail gazetesi bu kritik dönemde ulusalcı hisleri körüklemek amacıyla “Kanada Kıskanılıyor” başlıklı, “tüm dünyanın Kanada’da yaşamak istediğine” dair dayanağı belirsiz istatistiki araştırmalar yayınlıyor. Kanada’yı en çok kıskanan 4’üncü ülke de Türkiye imiş bu arada! Daha şimdiden geçen hafta iki aktivist ve Pazartesi günü Yerli Hakları savunucusu bir eylemci kışkırtılarak tutuklandı.
Globe&Mail gazetesinden bir başka haber: “G-20 Toplantısı süresince protestocuları kışkırtmak amacıyla “ajan provokatörler”in kullanılabileceğini söyleyince Toronto Polis Örgütü Ontario Emek Federasyonu başkanı Sid Ryan’ı istifaya davet etti.” Okullar ve işyerleri kapanacak. Evsizler zorla sokaklardan sürülecek. Kısacası Torontolular korku içindeler.
Üniversite profesörleri, Kanada’nın Afganistan’daki emperyalist savaşını (Kanada askerlerini sözüm ona 2011’de geri çekecek) meşru göstermek için koz aradığı bu dönemde protestolara pekala şiddet karışabileceğini endişeyle belirtiyorlar. Ryerson Üniversitesi’ndeki görüşmelerde bir sosyalist eylemci, polisin kalabalığın üzerine ateş açmasının son derece ihtimal dahilinde olduğundan bahsetti, ve “Cenova’yı unutmayın,” diye de ekledi.
Kanada’nın neo-liberal politikaları ve ekonomik kriz sonucunda son dönemde polis etnik azınlıkların düşük kaliteli ve pahalı evlerde yaşadığı, iş olanaklarının yetersiz olduğu Toronto banliyölerinin işçi sınıfı topluluklarına yönelik baskısını arttırdı. ‘Fightback’ – Marxist Voice of Labour and Youth’ (Direniş – Emeğin ve Gençliğin Marksist Sesi) adlı dergi, Mayıs ayında York Üniversitesi yakınlarında polise hiçbir tehdit oluşturmayan ve herhangi bir yasadışı faaliyet gerçekleştirmemiş olan Junior Alejandro Manon adlı Dominik asıllı gencin polis tarafından dövülerek öldürüldüğünü yazdı. Beş öğrenci sendikası üyesi York Üniversitesi sendika protesto eylemlerine katıldıkları için dövüldüler.
MİLLİYETÇİ DUYGULAR NASIL ŞİŞİRİLİR?
İşçi sınıfına yönelik saldırılar özellikle son dört senede hızla yükseldi. 1985’ten beri Kanada’ya geçici çalışma şartıyla davet edilen, sendikalaşmamış ve vatandaşlığa kabul olasılıkları düşük göçmen işçileri işe alma yönündeki eğilim artış gösterdi. Buna paralel olarak işçi sınıfına ayrımlar getirildikçe sendikaların da gücü azaldı. Kayıpların ve öldürülenlerin listesi kabardıkça federal hükümet bu konuları araştıran avukatlara da kısıtlamalar getirdi. Yerli toplulukları üzerindeki baskı artacak gibi görünüyor.
Ontario, ekonomik krizin etkisini en ağır hisseden bölgelerden biri. Liberaller (Bolşevik Devrimi sonrasında hapsedilen Çar 2. Nikola’nın bakanlığını yapan Kont Pavel Nikolayeviç Ignatiev’in torunu Michael Ignatieff liderliğinde) ve Muhafazakârlar (Stephen Harper liderliğinde) el ele Kanada işçi sınıfını ve yoksul kesimi yıkıma uğratıyorlar.
1990’larda bütçe açıklarını kontrol altına almada örnek başarılı ülke kabul edilen Kanada, Britanya’nın yeni Başbakanı David Cameron’ın da taktik için başvurduğu örnek imiş! Bu tür propaganda faaliyetleri Kanada burjuvazisinin milliyetçi duygularını iyice şişiriyor. Alanda ise asıl manzara son derece iç karartıcı. Ontario’nun liberal başbakanı McGuinty, sokakta yaşamak zorunda olanları beslemek ve onlara sağlık hizmeti sağlamak için kurulan OCAP’ın (Ontario Yoksulluk Karşıtı Koalisyonu) Özel Diyet olarak bilinen 173 milyon dolarlık bütçesinin tamamını kesmeye karar verdi.
Bu da Toronto’nun halihazırda yoksullar ve evsizlerle dolu sokaklarındaki yoksulluk seviyesinde ani ve keskin bir artış anlamına gelecek. Kanada’nın dünyanın en zengin ülkelerinden biri olarak gösterilmesi ise bu bağlamda son derece ironik. Şu anda vergilendirilmeyen birçok ürüne yeni vergiler getirilecek. Ontario’nun bir zamanlar canlı üretim sektöründeki 1.4 milyon iş sayısı bugün 770 bine düşmüş durumda. Bu, 1930’dan yana gerçekleşen en büyük düşüş. Bunun sonucunda birçok işçi fabrikalarında işgal eylemleri gerçekleştirdi. Şu anda tüm sendikalı işçilerin maaşları dondurulmuş durumda. Harper hükümeti, bugüne kadar 45 Kolombiyalı sendika üyesini öldüren Kolombiya hükümetiyle Kanada-Kolombiya Serbest Ticaret Antlaşması çerçevesinde işbirliği yapıyor. 2006 yılında Harper hükümeti döneminde Kanada, Gazze’nin demokratik seçimle gelmiş hükümetine insani yardımı ilk kesen ülke oldu. ‘Mavi Marmara’ insani yardım gemisinde işlenen cinayetler sırasında Netanyahu’nun Ottawa’daki ev sahibi Harper’dı. Bunların hepsi yetmiyormuş gibi gazete manşetleri, “Kemer sıkma politikaları G-20 gündeminin en üst sırasında” diye bağırıyor.
PROTESTOCULARIN ÇOĞU İŞÇİ SINIFINDAN
Eylemciler cephesinde ise (Halkın Birliği) ayın 21’inde başlayacak ve bütün hafta sürecek protestolar şu konular çevresinde gerçekleştirilecek: Herkesin haklarının savunulması, cinsel kimlik alanında adalet, iklim ve çevre, yerli hakları konusunda gerçeğin söylenmesi ve emperyalist işgallere son. 25’i ile 27’si arasında planlanan kitlesel protesto eylemlerinin odağı ise “Tüm Topluluklara Adalet”, “Küresel Adalet” ve “Eğitimin Halka Açık ve Ücretsiz Olması”na vurgu.
Bu Cuma, Naomi Klein, Leo Gerard, Amy Goodman, Vandana Shiva, Pablo Solon ve Clayton Thomas-Muller küresel adalet konulu bir toplantıya ev sahipliği yapacaklar. Türkiyeli deneyimli eylemcilere bu liste karışık ve yeterli ideolojik içerikten yoksun gelebilir ama sizi temin ederim, protestocuların büyük çoğunluğu işçi sınıfından olacak. Ontario’dan ve Kanada’nın her yerinden işçiler otobüslerle geliyor, göçmen işçiler de sendikalarla birlik içerisinde hareket etmelerini sağlamak amacıyla örgütlenmiş durumdalar.
Sivil inisiyatifler “İş Dünyasında Eskiye Dönüşe Hayır” sloganıyla şunları talep ediyorlar: 1) işletmeler için mali işlem vergisinin yürürlüğe konması; 2) ana emek standartlarının ve toplumsal korumanın taahhüt altına alınması; 3) Uluslararası Emek Örgütü’nün toplu sözleşme konusundaki ilkelerinin güçlendirilmesi; 4) bankalarla ilgili küresel düzenlemelere uluslararası uyumun hızlandırılması.
Radikal sol grupların talepleri ise şöyle: 1) Tüm bankaların kamusallaştırılması, ulusal kaynakların ve fabrikaların işçiler tarafından işletilmesi; 2) dünya işçileri arasında mutlak dayanışma; 3) Afganistan, Irak ve Filistin’deki emperyalist savaşların sonlandırılması; 4) eko-sosyalizm ve sürdürülebilirlik; 5) yerli halkların haklarının reddine son.
Atölyelere katılan Kanadalıların büyük bölümü orta sınıftandı. Uluslararası Emek Örgütü’nün bir toplantısında radikal sosyalist görüşlerimin birçok diğer katılımcıda yabancılaşma hissi uyandırdığını fark edince söylemimi biraz yumuşatmak zorunda kaldım. Üzülerek şunu öğrendim: “Emperyalizm” kelimesi Brezilyalı Victor Baez tarafından telaffuz edildiğinde algı, “beyaz-Kanadalı” biri tarafından telaffuz edildiği zamankiyle aynı olmuyor.
Yine de siyasi eylemlere katılan genç insanların çeşitliliğini çok umut verici buldum. Etnik azınlıklardan birçok ikinci kuşak Kanadalı toplumsal hareketlere yeni bir nefes kazandıracak şekilde mücadeleye dahil olmuş durumdalar. Çoğu Kanada’dan siyasi iltica talep etmiş ailelerden gelen bu gençler emperyalistlerin baskısı altında yaşamanın ne anlama geldiğinin fazlasıyla farkında. Mükemmel İngilizceleri ve sağlam sosyo-ekonomik konumlarıyla bu zeki ve iyi eğitimli gençler göçmen ve işçi sınıfları arasında sınıf bilinciyle direnişin kıvılcımını çakmak adına mükemmel bir köprü oluşturabilirler. Mükemmel İngilizce konuşan iki Türk, birbiriyle çakışan konuların ana meseleyi görmemizi engellediği yolundaki görüşümü destekleyerek bir konuşmada bana yardımcı oldular. Bu gençler, ideolojinin daha temel bir odak olması ve düzenli olarak tartışılmasıyla bugün “Yerli Hakları” gibi bir kavram kadar alışıldık bir kavram haline geleceğine, ve bunun da tek bir ideolojiye duyulan ortak inanç etrafında birlik sağlayacağına dair görüşlerini dile getirdiler. Hangi ideolojiden bahsettiklerini sormaya gerek yoktu. Gözlerimiz buluşmuştu. Fazla söze ne hacet!                                        (Sürecek)