Hakikat, 540 metrekarelik bir perde

Semiha Durak

"Jose Arcadio Segundo kendine geldiği zaman, karanlıkta sırtüstü yatıyordu. Sessiz bir trende sonu gelmez bir yolculuk yaptığını sezinledi. Başında kan pıhtıları kurumuştu. Bütün kemikleri sızlıyordu. Önüne geçilmez bir uyku isteği duyuyordu. O dehşet ve terör havasından uzakta, saatlerce uyumaya hazırlanarak, en az acı veren yanına dönüp yerleşti ve yan döndüğü anda ölüler arasında yattığını anladı."

Büyülü gerçekçiliğin öncülerinden Gabriel Garcia Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık romanında anlattıkları, büyüsü çoktan bozulmuş bu dünyadan, şiddetin en acımasız tarihine sahip, gerçek hikâyelerin kurgu kadar tuhaf ve inanılmaz olduğu Latin Amerika’daki Kolombiya’dan gerçeklerdi. Roman, tarihe Muz İşçileri Katliamı olarak geçen olayı, United Fruit Company çalışanlarının katledilmesini anlatıyordu.

Köle gibi çalıştırıldıkları şirkete, insanca çalışma koşulları için dokuz talepte bulunan işçiler, 1928 yılının kasım ayında greve başladı. Grev, o zamana kadar ülkede görülen en büyük işçi hareketine dönüştü. Kontrolü kaybetmekten korkan Kolombiya ordusu, meydanda toplanmış işçilerin üzerine ateş açtı, dehşet verici bir katliam yaşandı. Sayıları üç binin üzerinde olduğu söylenen ‘Ölüler’ tren vagonlarına yüklenerek kimilerine göre denize, kimilerine göre de toplu mezarlara gömüldü. Gün ağardığında meydanda ‘sadece’ dokuz ceset vardı. İşçilerin yaptığı dokuz talebe karşılık, dokuz ceset...

United Fruit Company, Latin Amerika’da muz ticareti yapan bir ABD şirketiydi. Bölgede devasa arazilere sahip olan şirketin, geniş arazilerde mülkiyet hâkimiyetini sürdürmesi için her zaman ve her yerde olduğu gibi devlet imtiyazlarına sahip olması gerekiyordu. Bu da birçok Latin Amerika ülkesinin ekonomisi ve politikası üzerinde etkin olması demekti. Muz şirketinin yolsuzluklarla yozlaşmış Latin Amerika hükümetleri üzerindeki etkisi, ABD’ye bağımlı köle diktatörlükler haline dönüşen «muz cumhuriyetleri”ni yaratmıştı. Yıllar içinde, muz ticaret yolları aynı zamanda uyuşturucu rotaları da olacaktı.

“Muz Cumhuriyeti” tanımını ilk kullanan, Amerikalı yazar O. Henry’miş. Çocukken en çok Armağan öyküsünü sevmiştim onun; saç tokası ve saatin birbirine geç kaldığı, yine de, her şeye rağmen hayata ters köşe yapan bir aşkın hikâyesini anlatıyordu. Muz Cumhuriyeti terimini, yine kısa öykülerden oluşan Lahanalar ve Krallar kitabında, bir süre yaşadığı Honduras’tan etkilenerek kurguladığı bir ülke için kullanıyor. Kitaptaki başlıca karakterler de Amerikalı işadamları ve hükümet yetkilileri oluyor.

Marquez’den O. Henry’ye, hikâyeler, gerçekler ve büyülü bağlantılar arasındayken kendimi bir anda Alice Harikalar Diyarı’nda buldum. Lahanalar ve Krallar, ismini Lewis Caroll’un Alice’in maceralarını anlattığı Aynanın İçinden romanındaki bir şiirden alıyormuş. Alice Harikalar Diyarı’nın uyuşturucu referanslarıyla dolu olduğu yönündeki yorumları düşününce, Alice’le karşılaşmak gerçekten ironik oldu. O. Henry’ye ilham verdiği şiir şöyle:

Zaman geldi, dedi Mors,

Birçok şeyden bahsetmek gerekirse:

Ayakkabıların—ve gemilerin—ve mühür mumunun—

Lahanaların—ve kralların—

Ve denizin neden sıcak kaynadığı—

Ve domuzların kanatlarının olup olmadığı

İlk okuyuşta kulağa saçma gelen şiir, istiridyeleri yemek için onları kandırmaya uğraşan Mors ve Marangoz’u, daha derinlerde ise politikacıları körü körüne takip etmemek, sorgulamak gerektiğini anlatıyor. Peki, tam burada fonda çalmaya başlayan Beatles şarkısını duyan var mı? John Lennon, I’m The Walrus şarkısını bu şiirden ilhamla yazmış. Domuzların kanatlanıp uçtuğu Animals albümünden de önce. Hayat değilse de, sanatın büyülü olduğu ve tesadüfleri sevdiği kesin!

Geçenlerde bir sabah, Londra’daki bankalar caddesindeki kafelerden birine girdim. Kahvemi hazırlayan barista Kolombiyalı çıktı. Ülkesinde yeni sonuçlanan seçimleri kastederek ve gülümseyerek “ tarihi bir dönüşüm yaşıyorsunuz, ne güzel” dedim. Gülüşüm karşılığını bulamadı. Barista yüzünü buruşturarak “Petro’yu mu söylüyorsunuz? Eski mafya” dedi. “Eski gerilla” dedim, itiraz ederek. Baktı pek aynı fikirde değiliz; “Politikacılar işte, hepsi aynı” diye geçiştirdi. Ben de uzatmadım, kahvemi aldım; Venezuela altınlarının el konulup saklandığı dehlizler üzerinde yükselen kaldırımda yürürken kahveciyi değil, körü körüne olmasa bile Petro’ya ve değişimin nihayet geleceğine inanan insanların sayılarının epey fazla olduğunu düşündüm. Kolombiya’da ve dünyanın her yerinde…

Aynı gün gazetede Kolombiya’dan bir haberle karşılaştım. Ülkenin Hakikat Komisyonu, 800 sayfalık bir rapor yayınlamıştı. “Hakikat varsa gelecek var” başlıklı rapor, 2016 yılında imzalanan ateşkes anlaşmasının ardından kurulan komisyonun yıllardır beklenen raporuydu. Gecikmeli raporun, seçimlerin hemen ardından yayınlanmasının tesadüf olmadığını düşünüyorum. Raporla birlikte tarihi olayları, tanıklıkları ve transkriptleri detaylandıran dokuz ek cilt yayınlamış. Buradaki dokuz sayısı tamamen tesadüf de olsa, çarptı geçti. İçinden ölülerin, kan revan içinde tutulan yasların geçtiği hikâyeleri hatırlayıp içim cız etti. En az acıyan yanımıza da dönsek, her yanda ölüler yatıyordu.

Haberde raporun hazırlandığı ve açıklandığı komisyon binasının bir fotoğrafı vardı. Dikişlerle birbirine tutturulmuş rengârenk kumaşlardan oluşan 540 metrekarelik dev bir perde bütün binayı sarmalıyordu. Perdenin hikâyesini merak edip baktım. Hafıza Terzileri adındaki organizasyon kadınları, erkekleri ve çocukları bir araya getirerek “binlerce kilometrelik bir direnişin” hikâyesinin iplerle ve kumaşlarla dokunarak anlatılmasını sağlamış. Anlatmanın, anlatarak paylaşmanın iyileştirici gücüyle geride kalanlar hem ayakta durup yürümeye devam etmiş hem de üreterek dayanışma içinde bir arada durmayı başarmış.

Bu bir aradalık hali, hatırlayarak, anlatarak ve paylaşarak ayakta durmayı başarmak onları gerçekten güçlü ve cesaretli kılmış. Geçen yıl tam bu vakitler sokaklarda ölümüne bir mücadelenin içindeydiler ve “Kaybedecek bir şeyimiz yok. Bizden her şeyi aldılar. Korkuyu bile” diyorlardı. Seçim sonuçları, her şeye rağmen geleceği geri kazanma cesaretinin, kararlılığın, inancın ve sonunda hayata ters köşe yapan aşkın ve direnişin kanıtı gibi. Kolombiya’daki seçim sonuçlarının Latin Amerika ve dünya için tarihi bir dönemeç olduğunu söylemek hiç de abartılı değil. Bütün bir kıtaya yayılan köklü değişimler zaten Kolombiya’dan önce de başlamıştı. Yakın zamanda Şili ve Honduras’ta kazanılan zaferlerin ardından Brezilya’da da benzer sonuçlar bekleniyor.

Yeni başkan eski gerilla Gustavo Petro, başkan yardımcısı ve toprak savunucusu Francia Márquez ile birlikte “yaşam politikası” dedikleri değişimler, yenilikler, devrimlerle yıllardır Kolombiya halkını perişan eden ekonomik ve ekolojik sorunları çözmeyi hedefliyor. Bunun için de yolsuzluk ve uyuşturucuyla mücadele politikalarının yeniden düzenlenmesi öncelikleri olacak. Hakikat Komisyonu’nun raporu açıklanırken, henüz göreve başlamamış olsa da, Petro’da orada, komisyon binasında hazır bulunuyor. Raporun söylediği belki de en önemli şey, uyuşturucu ve yolsuzluklarda Kolombiya silahlı kuvvetlerinin ve onu finanse eden ABD’nin, suç örgütü şemasındaki rolü. Rapor, son 20 yıl boyunca ABD’nin Kolombiya silahlı kuvvetlerine aktardığı paranın, 8 milyar doların üzerinde olduğunu söylüyor. Latin Amerika’yı yüzlerce yıllardır sömürerek köle, muz ve uyuşturucu cumhuriyeti haline dönüştüren ABD’yi geri püskürtmeden, yani “Yankee go home” demeden kurtuluş yok. Başkan Petro yeni kuracağı ilk sol hükümetle, tarım politikalarını yeniden düzenleyerek ve üretimi canlandırarak uyuşturucuya bağımlı ekonomiden kurtulmayı planlıyor. Her şeye ağustosta başlıyorlar. Yani hemen, şimdi. 540 metrekareye sığdırılmış acılar, ölümler ve kayıplardan oluşan hakikat perdesi aralanıyor. Hakikatle yüzleşen ve usul usul sızmaya başlayan ışıkla kucaklaşan Latin Amerikalıların topraklarında yeni bir gelecek kuruluyor.

Belki de zaman geldi. Domuzların kanatlanıp uçtuğu -çünkü imkânsız sözcüğünün olmadığı- büyülü ama gerçekçi, yeni bir dünya belki nihayet doğuyordur. Her şeye rağmen, usul usul ve bütün distopyalara ters köşe yaparak...