En temiz gömlekleri giyinip, en temiz türküleri söyleyelim. Korkuyorsun, kendin, çoluğun çocuğun için endişelenmekte haklısın. Ama o da azar azar azalır, karanlık aralanır, çıkarız elbet aydınlığa. Hâlâ umut edebilen yerlerimden bildiriyorum.

Hâlâ umut edebilen yerlerimden bildiriyorum*
Fotoğraf: Pexels

Nesli ZAĞLI

Bugün hiçbir şey olmamış gibi mi yaşayacağız?
Her şey yolundaymış, kimse ölmemiş gibi mi davranacağız?
Mutluymuş gibi mi güleceğiz?
İnsan olan yerlerim çok ağrıyor

Birhan Keskin

Hayat bazı tekrarlardan hiç vazgeçmiyor. Sanki sıfır noktasından uğraşıp, didinip bir sığınak oluşturmuşsun ama sığınsan da felaketin gelişini engelleyememişsin gibi. İstiklal Caddesi patlamasını telefonumdan haber aldığım bildirim sesinden o günden beri tedirgin oluyorum. Bu felaketi daha önce defalarca yaşamış olmanın yanıltıcı bilgisi. Çünkü her seferinde yeni kurbanlar var. Her yaşadığımız yeni felaket hem önceki hepsi gibi, hem önceki her şeyden farklı. Terörist saldırıların 21. yüzyılın ilk çeyreğinin bitmesine doğru katlarca daha fazla arttığı söyleniyor. Evet terörizm evrensel; ama nedense bizim coğrafyada daha bir yerel ve hep birtakım kötücül erk sahiplerinin ellerini güçlendiriyor, ve maşalarını. Ülkede kötülüğüyle nam salan kim varsa kenarından köşesinden ruh ikizi çıkıyor terörist kimliklerle. Şöyle düşünün: Kötülükle aynı fotoğraf karesine sığacak kadar iç içe olup; “Ay ben kendisini hiç tanımam ki” demeleri gibi. Kötülük bilhassa bu ülkede, sinir hücreleri arasındaki bağlar gibi kötüleri bağlıyor birbirine. Bizlere de bu kötücüllüğün ayazında, tam ve bütün kalmak düşüyor. Oysa ki terör zaten normal olanı, doğal olarak akanı, bütüncül olanı un ufak etmektir. Bu yazıda terörün psikososyal etkilerini ve yarattığı korku ve dehşeti nasıl aşabileceğimiz üzerine düşünmeye çalıştım.

Terörist saldırıların psikososyal boyutunu inceleyen araştırmalar ve kuramsal yazılar 9/11 İkiz Kuleler saldırısından sonra ciddi derecede artıyor. Baktığınız zaman literatür özellikle Amerika ve Avrupa menşeli. Bu literatürde, intihar bombacılarının psikodinamiklerine, expatların yaşadıkları ülkelerde terör korkusuyla baş etme yollarından kılavuz ve protokollere her konu var. “Hiç de merak etmiyorum” diyebilirsiniz ancak teröriste dair psikodinamiklerin bilinmesi ne yaşadığımızı anlamlandırmak açısından önemli. Bir teröristin gelişimsel öyküsü, kırılganlığı, yoksunlukları, ihmal ve istismarları kriminal bir grup aidiyeti geliştirmek konusunda etkili. Peki bu psikodinamik açıdan “sakıncalı” birinin potansiyel olarak terörist olabileceği anlamına mı geliyor? Tabii ki hayır, sadece ve sadece bir maşa olmanın gerekliliklerine yaklaşmış olması anlamına geliyor. Terörizmde yılanın başı “sakıncalı”, “kırılgan”, “ruhsal olarak sorunlu” olan değil; köktendinci olan, çıkarcı olan, kötücül olan. Bu zihinler işte gelip hayatın tam kalbine yerleştiriyorlar bombayı. Kimi zaman tüm kurbanlarla birlikte ölüyor, kimi zaman da sıyrılıp kaçıyorlar olay mahalinden. Bir yerde terörün, ‘kırılgan olanın kırılganlar yaratması’ olduğunu okumuştum. Belki siz katılmayabilirsiniz ama terör tarihsel de olsa, sanrısal da olsa bir mağduriyetin intikamını almanın antisosyal yolu.

Terör kiminle kimin arasındaki intikamın, hangi tarihsel ve psiko-politik sürecin sonucudur, konunun araştırmacısı veya kuramcısı olmayan bizleri hiç ilgilendirmiyor. Taraflar kim olursa olsun biz zarar gören ve hatta kaybedilen canlara odaklanıyoruz. İnsan eliyle insana verilen zararı bünyemizde sindiremiyoruz. Farkına varsak da varmasak da derin yaslar yaşıyoruz Suruçların, 10 Ekimlerin, İstiklallerin ardından. Sadece yas mı? Ya korkumuz, dehşetimiz, hiçbir yerlere sığamayışımız, altüst olan düzenimiz? Korku aslında en temel ve evrimsel duygulardan biri. ‘Bak burada bir tehdit var’ alarmı. Ama terör, o alarmın yüzlerce kez çaldığı ve bizim uzanıp kapatamadığımız bir hal ve işte tam da böyle olay mahalinin kapsamını genişletir: korkutarak ve yaşamları bozarak. Eğer bu korkuya teslim olur, kaçınır, yaşamın yan yollarına saparsak terörü yaka iğnesi gibi taşımaya başlarız üstümüzde. Ama tam da burada terörizmin psikolojik etkileriyle baş etmenin hiç de psikolojik olamadığını belirtmek isterim. Terör saldırıları sonrası buna izleyici bırakılanlar olarak neyi yapıp, neyi yapmayacağımızı konuşmak, bize dair olmayan bir sorunu bireyselleştirmek istemiyorum. Elbette ki bir ruh sağlığı uzmanı olarak terör saldırısı sonra yaşanan korku ve stresin azaltılmasında etkin birtakım bireysel yöntemleri konuşmak isterim. Ama öncelikle terör etkisinin toplumsal sağaltımından devletin ve yöneticilerin sorumlu olduğunu vurgulamak istiyorum.

Her ülkenin olmasa da başta Amerika ve Avrupa ülkeleri olmak üzere birçok ülkede yaşanan terör olaylarıyla baş etmeye yönelik kurumlar, komisyonlar ve kılavuzlar var. Dikkatinizi çekmek isterim ki bunlar olay sonrası değil her daim aktif olarak var. Olası bir terör saldırısında toplumsal dengeyi sağlayabilmek için gerekli önlemleri almak ve hazırlıkları yapmak üzere çalışıyorlar. Bir olay gerçekleştiğinde acil eylem planı çok belli, her şey protokolüne göre. Bu noktada en fazla önemsenen, olay olduktan sonraki ilk yarım saat (mümkünse de ilk “altın saat”) içinde sorumluların (bilinen, güvenilir olan, hırsız, çakal, kötücül olmayan) net ve anlaşılır bir açıklama yapması. Pek çok kaynak bu durumla ilgili “iletişim” diyor, “kapsayıcı olunsun” diyor, “ötekileştirici, kutuplaştırıcı olunmasın (ağzında çarşaf var gibi mır mır konuşup uçağına atlayıp ülkeyi temsile gitmesin)” diyor. Velhasıl net, “gerçek ve dolaysız bilgiye ihtiyaç” diye bas bas bağırılıyor. Dikkat ederseniz “yayın yasağı” demiyor, “interneti yavaşlat” demiyor. Olaydan sonraki ilk bir ay ve ilk bir yıl önem taşıyor psikolojik yükler açısından. Sosyal medya ve diğer iletişim kanalları yaşanan olayı anlamlandırma, zihinde tamamlama ve bir yargı oluşturmada rol oynuyor. Yani hayatta her şeyin olduğu gibi terörist eylemlerin olumsuz etkisiyle baş etmenin bir yolu ve yordamı var. Duyanlara, duymayanlara…

İçinde bulunduğumuz dinci-gerici-baskıcı düzende yaşanan terör olaylarından bambaşka etkilendiğimizi düşünüyorum. Şimdi bana diyebilirsiniz ki; “Sen psikologsun, travmatik deneyim sonrası yaşananların evrensel niteliğini nasıl göz ardı edersin?” İnanın ben de Charles Hebdo patlaması sonrası yaşanan insancıl gözyaşından farklı bir gözyaşıyla ağlamadım İstanbul saldırısı için. Ama bu ülkede farkımız şu: Biz zaten büyük çoğunluğumuza düşman bir yönetimin korku ikliminde yaşıyoruz. Biz her insanca talep ve isyan karşısında copla, TOMA’yla, biber gazıyla cezalandırılıyoruz. Teröristten gelenle zaten her gün soluduğumuzu ayırt etmek bir noktada çok zorlaşıyor… Bir Batılı ülke ile Ortadoğu cehenneminin farkı gibi bizim patlamalarımızın da rengi, sesi, dokusu farklı. Dolayısıyla bizde korkular, kaygılar, acılar daha bir perçinleniyor.

Ama elbette kurtuluş var. Doğrudan, haklıdan, eşitlikten sapmadan en insancıl yanımızdan örgütlenip tomurcuklanarak. Çok zorluklardan geçtik dostlarım, hakikaten canımız çok azaldı. Birhan’ın dediği gibi “İnsan olan yerlerimiz ağrıyor”. Yaralı, yaslı ruhlarımız için en iyisi hayatın tam merkezinde kalmak, kıyılara köşelere sığınmadan… Yaşadıklarımızı, zorluklarımızı birbirimizle paylaşıp dertleşelim. Hayata dair olana, insana, doğaya, hayvana temas edelim. En temiz gömlekleri giyinip, en temiz türküleri söyleyelim. Korkuyorsun, kendin, çoluğun çocuğun için endişelenmekte haklısın. Ama o da azar azar azalır, karanlık aralanır, çıkarız elbet aydınlığa. Hâlâ umut edebilen yerlerimden bildiriyorum.