Devletin özelleştirmelerle, neoliberal politikalarla eğitim ve sağlık gibi birçok temel alanda gitgide geri çekilmesi, hayırsever dernekler ve vakıflar gibi işleyen tarikat ve dini cemaat yapılanmalarını gittikçe kitleselleştirdi.

“Halk yoksullaştıkça cemaatler etkinleşiyor”
Fotoğraf: Deniz Parlak

Yusuf Tuna Koç

Geçtiğimiz günlerde tarikat lideri Mahmut Ustaosmanoğlu’nun cenazesinin ardından özellikle sosyal medyada gericilik dayatması dikkat çekti. Muhalefetin bir kısmının da aralarında bulunduğu kesimler taziye sırasına girdi. Ancak bu bütün ülkeyi kapsayan bir gerçek değildi. Üst üste gelen tarikat cemaat güzellemelerinin yanında sayısız istismar haberi de geldi. Biz de tarikatların nasıl palazlandığını, neden varlıklarını sürdürdüklerin, geldikleri boyutu Akademisyen ve Yazar Deniz Parlak ile konuştuk.

Türkiye'de AKP ve tarikatlar arasındaki bağ herkesin malumu. Cumhuriyet tarihinde tarikat-siyaset ilişkilerine baktığımız zaman bu dönemi sizce ayrıcalıklı kılan en önemli noktalar hangileri?Tarikatların Türkiye'nin değişen toplum yapısında oynadığı rol ne boyuta geldi?

Her şeyden önce şunu vurgulamak gerek, tarikatlar ve dini cemaatler ne yalnızca Türkiye’de varlığını bildiğimiz örgütler ne de AKP döneminde ortaya çıktılar. Cumhuriyet tarihi boyunca dini cemaatler ve tarikatlar varlıklarını devam ettirdi. 1925 yılında her ne kadar tekke ve zaviyeler yasaklanmış olsa ve bugün hâlâ bu yasa geçerli olsa da fiili olarak toplumsal, siyasalve iktisadi hayatın içerisinde varlıklarını güçlenerek sürdürüyorlar. Erken cumhuriyet döneminin radikal laikleşme sürecinden vazgeçildiği,tek partili hayatın sona erdiği Demokrat Parti dönemi ile birlikte aslında Türkiye’de tarikatlar vedini cemaatlerde İslamcılık yeni bir boyut kazandı demek abartılı bir yorum olmaz. Tarihsel olarak da bu süreç DP döneminde Menderes ile birlikte İslam’ın siyasal hayata dahil edildiği (bunun öncesinde aslında erken cumhuriyet döneminde de İslam siyasal hayatın bizzat içindeydi hiçbir zaman keskin bir ayrılıktan ve tarafsızlıktan söz etmiyoruz) popülist politikalara konu edildiği bir dönemdir. 70’lere vardığımızda Erbakan’ın önderliğinde Milli Nizam Partisi ve Milli Selamet Partisi döneminde siyasal İslam’ın artık kamusal hayata çıktığı dönemde tarikat ve cemaatler de siyasal partilerle ve devlet aygıtıyla çok daha iç içe örgütlenmeler haline geldi.Nihayetinde siyasetten bağımsız, “sivil toplum” örgütlerinden söz etmiyoruz. Neden, çünkü aslına bakarsanız tarikat ve cemaatler toplumsal sınıflar ve güç ilişkileri içinde kendilerine yer edinen yapılanmalardır.Bugün baktığınızda küçük esnaf, orta ölçekli işletme sahibi, ama diğer yandan artık holdingleşmiş yapılardan söz ediyoruz. Dolayısıyla devlet aygıtıyla ve siyasal iktidarla tahmin edilenin çok ötesinde çıkar birliği söz konusu. Nihayetinde siyasal partiler de tarikatlar da yine bu sınıfsal çıkarlarla iç içe bir ilişki içerisindeler. Türkiye tarikat şeyhlerini ziyaret eden, onlardan icazet alan siyasal parti liderlerinin haberlerine 90’lı yıllardan beri alışkın.Öyle ki en son tanık olduğumuz İsmailağa şeyhi Mahmut Ustaosmanoğlu’nun cenazesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın,pek çok siyasetçi ve bürokratın yer alması, hatta onların önünde şeyh ataması yapılması bu ilişkilerin iç içeliğiniaçık biçimde ortaya koyuyor. 1980 Darbesi’nden sonra devletin resmi bir ideoloji olarak benimsediği Türk-İslam sentezi,neoliberal dönüşümün başlamasıyla sermaye birikim stratejisinin değişimi, kamusal temel eğitim ve sağlık gibi hizmet alanlarının özelleştirilmesi, sosyal devletin peyderpey tasfiyesi tarikat ve dini cemaatlere bekledikleri alanı açan tarihsel fırsatı sundu. AKP döneminde bu sınıfsal ve dolayısıyla toplumsal ilişkiler gittikçe derinleşti. Bir yandan derinleşen eşitsizlikle birlikte kent yoksulları holdingleşen tarikat ve dini cemaatlerin sundukları eğitim, sağlık gibi en temel kamusal hizmetlere daha fazla ihtiyaç duydu. Diğer yandan kamu kurumlarında işe ve aynı zamanda itibara ihtiyaç duyan emekçi sınıflarve kent yoksulları için bu yapılar birer örgütlenme, cemaate dahil olma alanına dönüştü. Diğer bir deyişle, devletin özelleştirmelerle, neoliberal politikalarla eğitim ve sağlık gibi birçok temel alanda gitgide geri çekilmesi, hayırsever dernekler ve vakıflar gibi işleyen tarikat ve dini cemaat yapılanmalarını gittikçe kitleselleştirdi. Fakat elbette AKP iktidarıyla 20 yıldırtoplumsal sınıflar arasında açılan makasın, sınıf çatışmasının derinleşmesiyle birlikte siyasal iktidar sahiplerinin çıkar birliği bakımından tarikatlar daha büyük bir işlevi yerine getirmeye başladılar. Gülen Cemaati zaten AKP’nin kuruluş döneminde bu işlevi yerine getiren esas örgütlenme ağına sahipti.

Tarikatların devlet içerisindeki yapılanmalarının bugün ve gelecek süreçlerdeki etkileri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Tarikatların devlet içerisindeki yapılanması elbette yine sözünü ettiğim gibi bu döneme özgü bir süreç değil yalnızca, Osmanlı devletinden devralınan mirasla cumhuriyet tarihi boyunca tarikatlar ve dini cemaatler varlıklarını sürdürdü. Tam da sözünü ettiğim gibi tarikatlar ve cemaatler sınıf ve güç ilişkileri içinde zaten önemli bir konuma sahiplerdi. 2018’de yapılan bir araştırmaya göre Türkiye’de 30’un üzerinde tarikat, 400’ün üzerinde kolu olduğunu biliyoruz. Aynı araştırma, 2 milyon 600 bin kişinin tarikatlarla ilişki içerisinde olduğunu gösteriyor.İstatistiklerve toplumsal gerçeklik arasında bir mesafe söz konusu olabilir ancak önümüze bir tabloyu koyuyor. Tarikatların bu kadar kitleselleşmesi sınıf çıkarları ve sermaye birikim süreci içerisinde yükselen yapılanmalarıdevlet aygıtı içerisinde rahatlıkla yer edinmelerine imkân verdi. Bugün Türkiye’de pek çok tarikatın ve dini cemaatin aslında kamu kurumlarında örgütlendiklerini biliyoruz. En azından tanık olduğumuz kadarıyla Gülen Cemaati’nden boşalan sağlık, jandarma ve emniyetgibi yerlerde Menzil Cemaati’nin güçlendiğini biliyoruz. İskenderpaşaCemaati’nin yargıda yer edindiği biliniyor. Bunun gibi pek çok örnek sıralanabilir. Dolayısıyla Türkiye’nin değişen toplum yapısında, siyasal iktidar sahipleri tarikatlar ve dini cemaatlerle sınıfsal çıkar birliğine sahip olduğu ölçüde karşılıklı destek bulmaya devam ediyor. Dolayısıyla bu etkileri hafife alınamaz tam tersine oldukça önemli ve oldukça kritik bir noktada işlevliler. Tam da devletin temel hizmet alanına giren eğitim, sağlık gibi alanlarda yapılanmaları, pek çok kamu kurumunda hegemonik güç ilişkilerinin odağında olmaları, pek çoğunun siyasal iktidar ile çıkar birliğine sahip olmalarıbu örgütlenmelerin edindikleri rolü ortaya koymaya imkân veriyor.

Gülencilerin tasfiyesi sonrası oluşan boşlukta benzer bir politik ve bürokratik rolü oynayan tarikatlardan söz edilebilir mi?

Türkiye’de Gülen Cemaati AKP iktidarının kuruluş sürecinde hegemonik güç ilişkileri içerisinde öncüydü. Ancak ne zaman ki bu çıkar birliği bozuldu, Gülen Cemaati yerinden edildi. Bugün Gülen Cemaati’nin gittiği yerde boşluğunu dolduranların en öne çıkanları arasında Süleymancılar, İskenderpaşaCemaati, Erenköy Cemaati, Menzilciler, İsmailağa Cemaati sayılabilir. Zaten varlardı ancak Gülen Cemaati’nin yerinden edilmesinin ardındanöne çıktıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.

AKP'nin son dönemde tabanının zayıflamasının, destekleyen tarikatlarla arasındaki ilişkiye herhangi bir etkisi oldu mu?

AKP’nin sınıf çıkarları ile örtüşen dini cemaatlerin ve tarikatlarıntabanı arasında bir soyutlanma etkisinin olmadığını düşünüyorum. Nihayetinde siyasal iktidarın gücünden söz ediyorsak, onunla birlikte bu sınıfsal çıkar birliği içerisinde olan ve o güç ilişkileri içerisinde yer edinmeye çalışan tarikat ve dini cemaatlerde bir taban zayıflaması çok mümkün değil. Dolayısıyla bu sınıfsal çıkar birliği sürdüğü müddetçe o tabanın çok zayıflaması mümkün değil.

İktidar kadar ana muhalefetin de tarikatlar konusunda popülist bir yaklaşıma sahip olduğu noktada, tarikatlaşmalara karşı mücadele sizce nasıl, nereden yürütülebilir?

Bugün tanık olduğumuzgibi,hukuki olarak yasaklanmış olmalarına karşın tarikatların ve dini cemaatlerin fiili olarak güçlenen varlıkları yasaklamanın yeterli olmadığı açıkça gösteriyor. Öyle ki, bugün Cumhurbaşkanı ve İçişleri Bakanının ve onlarca siyasinin katıldığı bir cenaze töreninde şeyh atamasının yapıldığı bir Türkiye’den söz ediyoruz. Dolayısıyla bu örgütlenmelere karşı mücadelenin hukuki alanda verilmesinin yeterli olmadığını düşünüyorum. Tarikatların ve dini cemaatlerin denetlenmesi de bu anlamda herhangi bir çözüm üretmeyecektir. Çünkü denetleyecek kurum yine devlet kurumu olacak, oysaki başından beri bu örgütlenmelerin siyasetle iç içeliğinden söz ediyoruz. Örneğin Diyanetin cemaatleri ve tarikatları denetlediği bir mekanizmanın kurulması tarafsızlığı sağlayacak mı? Diyanet’in siyasal iktidardan ayrı, özerk bir kurum olduğu iddia edilebilir mi? Daha açık bir ifadeyle, düşünün ki, holdingleşen ve şirketleşen gittikçe sermaye birikimine sahip olan bir yapılanmanın iktidar bloğundanve bu örgütlenmelerin sunduğu hizmetlere ihtiyaç duyan kitlesel toplumsal bir tabandan söz ediyoruz. Tam da bu noktada aslında tarikatların ve cemaatlerin sivil toplumcu görünüm ile sundukları hizmetleri karşılamak ve bunlara olan ihtiyacı ortadan kaldırmak gerekir. Tarikatların kitlesel bağının kopması için örneğin kent yoksulu bir ailenin çocuğunu üniversite kazandıktan sonra bir cemaat yurduna göndermek zorunda kalmaması gerekir.Bu ilişkinin kesilmesi cemaatlere olan ihtiyacı zayıflatacaktır, her şeyden önce bunu ortaya koymak lazım. Diğer yandan, sözünü ettiğimiz gibi, bu cemaatlerin siyasal iktidarlarla iç içe geçen ilişkilerinde kamusal alanda edindikleri iktidar ve bununla birlikte kamu kurumlarında yer edinmelerini sağlayan hegemonik güç ilişkileri var.Bu bağların kesilmesi, cemaate dahil olmanın sağlayacağı “avantajlardan” da mahrum bırakacaktır. Nihayetinde insanların neden tarikatlar ve dini cemaatlerle ilişki kurdukları düşüncesi yalnızca “İslamcılık” bağlamında ele alınamayacak kadar sınıfsal çatışmayı ve çıkar birliğini görmemizi sağlamalı. Tarikatların ve dini cemaatlerin varlığı yalnızca dindarlık ya da İslamcılıkile ele alınamayacak kadar yakıcı bir sorun olarak da karşımızda duruyor. Bununla birlikte elbette tarikat ve cemaatlerin iç ilişkilerinde de var olan toplumsal, sınıfsal çatışmaların yani bir yanıyla tarikat şeyhlerinin lüks içerisinde yaşadığı bir dünyada cemaat üyesinin gittikçe yoksullaştığı bir dünyayı resmetmek de temel görev olmalı. Elbette tüm bunların dışında yani daha doğrusu bu çözümleri ortaya koyabilmeyi temel olarak gösteren ve sağlayan şey de laikleşme talebi olmalı. Dini otoritenin diğer toplumsal kurumlardan ayrışması ve farklılaşması toplumsal bir ihtiyaç olarak ortaya konmalı.