Dinçer Demirkent’in kitabı her ne kadar 1920 ile 1924 arasında TBMM çatısı altında sürdürülen tartışmaları merkezine alsa da, aslında bütün cumhuriyet tarihi hatta daha güncel siyasal gündemler açısından bile besleyici fikirler sunuyor

Halkın Cumhuriyeti vs Milletin Cumhuriyeti

MUTLU ARSLAN

Türkiye tarihinin en büyük akademik tasfiye hareketi yaşanıyor. Geçen yılın eylül ayından bu yana neredeyse her ay çıkan Kanun Hükmünde Kararnamelerle görevlerinden ihraç edilen yüz binin üzerindeki kamu emekçisi arasında çok sayıda akademisyen de yer alıyor. Yaşanan bu büyük akademik kıyım, ihraç edilenlerin hayatında derin kişisel yaralar açarken, ihraç edildikleri üniversitelerde de daha şimdiden onarılması imkansız tahribatlar yarattı. Bir yanda, tüm hayatlarını adadıkları üniversitelerinden koparılan, akademik faaliyetlerini başka kurumlarda ya da yurt dışında sürdürmesi engellenen akademisyenler, diğer yanda ise onlarca yıllık bilimsel birikimleri ve akademik gelenekleri ortadan kaybolan bölümler… Her şeye rağmen akademide kalanların ihraçlarla dayanışma iradesinin ve ihraç edilenlerin akademik faaliyetlerini sürdürme çabasının bu sürecin çok daha yıkıcı gelişmesini engellediği söylenebilir. Bu açıdan bakıldığında belki de ihraç edilen kamu emekçileri arasında mesleki dayanışma ve yardımlaşmanın en ileri düzeyde olduğu kesim akademisyenlerdir.

Akademide yaşanan tasfiyenin en önemli hedeflerinden birisi Ankara Üniversitesi oldu. Son birkaç yıldır yandaş basın tarafından sistematik biçimde hedef gösterilen, ders içeriklerinden sınav sorularına kadar her konuda soruşturmalara tabi tutulan, akademik faaliyetleri sudan gerekçelerle engellenmeye çalışan, tamamına yakını ‘Bu Suça Ortak Olmayacağız’ metni imzacısı 91 akademisyen Ankara Üniversitesi’nden ihraç edildi. Ülkenin en köklü üniversitelerinden birinde bu kadar fazla sayıda akademisyenin atılması ihraçlar konusunda kamusal bir duyarlılığın oluşmasına da yol açtı. Etkisini az çok hissettirmeye devam eden bu kamusal duyarlılık bir yandan ihraç edilenlere moral aşılarken, diğer yandan da yıllarca kampüslere sıkışmış akademik bilgi ve birikimin daha geniş kitlelerle paylaşılması için cesaret verdi. Akademisyenlerin kendine has sinizminin duvarlarını da yıkan bu süreç sayesinde gazete sayfalarında, internet sitelerinde ve sosyal medyada eskisinden çok daha fazla sayıda akademik görüşe rastlayabiliyoruz. Geçmişte belirli isimlerle ve belirli görüşlerle sınırlı olan akademik temsil, çeşitlenerek zenginleşmiş oldu.
Bu süreçte Cebeci’nin yarı açık akademik sınırlarından çıkıp birikimlerini daha geniş kesimlerle paylaşma konusunda en üretken isimlerden birisi de Dinçer Demirkent. Kaderin garip bir cilvesiyle, Murat Sevinç’le birlikte hazırladıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası: 1921 Anayasası ve Tutanakları kitabı yayınlandığı gün akademiden ihraç edilen Dinçer Demirkent, aradan geçen kısa zamanda yeni bir kitapla daha aramızda. Demirkent’in doktora çalışmasına dayanan Bir Devlet İki Cumhuriyet başlıklı kitap, hâlâ gündemdeki yerini koruyan anayasa tartışmaları açısından önemli ve zihin açıcı bir katkı sunuyor.

Hangi Cumhuriyet?
Kitabın adından da anlaşılacağı üzere Demirkent’in çalışması çok temel bir ayrım üzerine kurulu: Demirkent’e göre, Kurtuluş Savaşı yıllarından itibaren yeşeren ve yeni devletin yönetim biçimi olacak Cumhuriyet, birbirinden farklı hatta birbirine karşıt iki ayrı fikrin ve pratiğin mücadelesi olarak gelişmiş ve kurumsallaşmıştır. İlki, Kongre Hareketlerinde şekillenmeye başlayarak 1921 Anayasası’nda ifadesini bulan halk egemenliğine dayalı, etnik-sınıfsal ve cinsiyet çatışmaları görmezden gelmeyen bir topluluğun siyasal birliğini sağlamayı amaçlayan; ikincisi ise, 1922 yılı sonundan itibaren şekillenmeye başlayarak 1924 Anayasası’nda ifadesini bulan, ulus egemenliğine dayalı, etnik-sınıfsal ve cinsiyet ayrılıklarını yok sayan bir topluluğun siyasal birliğini sağlamayı amaçlayan iki karşıt Cumhuriyet.
Üç ana bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde siyaset biliminin ve Cumhuriyet fikrinin temellerini oluşturan ‘egemenlik’, ‘temsil’ ve ‘kurucu iktidar’ kavramlar üzerine yürütülen zengin tartışmalar ele alınıyor. Bu bölümde özellikle, modern iktidarın ilk siyasal biçimi olan monarşinin getirdiği ‘birlik’ ilkesinden, cumhuriyetin gerektirdiği ‘çokluk’ ilkesine geçişin imkânları ve yöntemleri üzerine sürdürülen tartışmalar kitabın kuramsal çerçevesi bakımından bir hayli önemli.
Kitabın ikinci ve belki de en heyecan verici bölümü, Kongre İktidarlarından 1921 Anayasası’nın kabulüne kadar geçen kısa döneme odaklanıyor. Cumhuriyetin Birinci Kuruluşu olarak adlandırılan bu dönemde ortaya çıkan ‘Kongre İktidarları’, ‘Birinci Meclis’ ve ‘1921 Anayasası’ hakkındaki doyurucu tartışmaları okumak, son yıllarda farklı siyasal kesimlerin bu döneme atıfla yürüttükleri tartışmaları gerçek bağlamıyla anlamak açısından eşi bulunmaz bir kaynak sunuyor. Demirkent’e göre yöneten-yönetilen özdeşliği ile cisimleşen Cumhuriyetin bu birinci kuruluşu, halk egemenliği fikri, parçalı-çatışmalı çokluk ilkesi ve doğrudan yönetim anlayışıyla bugünkünden çok daha farklı ve daha demokratik bir gelişim olanağını da bünyesinde taşımaktadır.
Kitabın son bölümü Demirkent’in ‘Uzun 1923’ diye tanımladığı ve tarihsel olarak Aralık 1922 ile Nisan 1924 arasını kapsayan döneme odaklanıyor. Bu dönem Cumhuriyetin birinci kuruluş döneminde öne çıkan ilkelerin ters yüz edildiği, halk egemenliği yerine soyutlaşmış bir ulus egemenliğinin, parçalı-çatışmalı çokluk ilkesi yerine türdeş-homojen bir birlik anlayışının ve nihayet doğrudan yönetim yerine saf bir siyasal temsilin yerleştirildiği dönem olarak gelişiyor. Yaşanan bu köklü dönüşüm Kürtleri, Gayri-Müslimleri, farklı sınıfları ve tabi siyasallaşmış kadın hareketini cumhuriyetin dışında bırakmış, antidemokratik ve dışlayıcı bir Cumhuriyet pratiğinin gelişmesine neden olmuştur. 1961 ve 1982 Anayasaları farklı içeriklerine rağmen bu temel dışlayıcı özü konsolide ederek devam ettirmiştir.

Güncel müdahale
Görüleceği üzere Dinçer Demirkent’in kitabı her ne kadar 1920 ile 1924 yılları arasında TBMM çatısı altında sürdürülen tartışmaları merkezine alsa da, aslında bütün bir Cumhuriyet tarihi hatta çok daha güncel siyasal gündemler açısından bile besleyici fikirler sunuyor. Nitekim, Demirkent’in Dinamik Cumhuriyet Kavrayışı olarak dile getirdiği anlayış, Cumhuriyet ve Anayasa tartışmalarını geçmişe ve verili hukuk çerçevesine sıkıştırmayan bir siyasallık ve zamansallık ile ele almamıza olanak sağlamaktadır. Cumhuriyet fikrini, devam eden bir mücadele pratiğinin parçası olarak görmemize olanak sağlayan bu kavrayış, kitabın sonunda da dile getirildiği gibi, 1920’lerin başlarındaki ‘şura’ tartışmalarını Fatsa deneyimi ve direniş komiteleriyle ilişkilendirebilmemizin, ‘doğrudan yönetim’ tartışmalarını Gezi Direnişine ve park forumlarına bağlayabilmemizin ve elbette yarının Cumhuriyetini bugünden kurabilmemizin de yegâne yoludur.

halkin-cumhuriyeti-vs-milletin-cumhuriyeti-306146-1.

BİR DEVLET İKİ CUMHURİYET

Dinçer Demirkent
Yayınevi: Ayrıntı, 2017