İnsan elbette internetten gelen bilgiye pek güvenemiyor ancak Che yine de fena bir sonuç sayılmazdı

Hangi tarihi karaktersiniz?

> ZİHNİ BAŞSAYAR zihnibassaray@gmail.com

Agota Kristof, gerçeğin sınırlarını çizer
Macar edebiyatçı Agota Kristof’u okurken, güçlü bir elin yakamdan tuttuğunu ve duvara yapıştırdığını hissetmiştim. Kitaplarında Instagram’a koyulacak ya da tweet atılacak herhangi bir cümleye rastlamadığım bu yazar, kitabın sonuna doğru beni duvardan ayırıp tam karşısındaki duvara doğru fırlatmıştı. Gerçekliğin sınırlarınız çiziyordu. O sınırlar içerisinde anlattığı her duygunun, içimde korkutucu bir yansıması olduğunu görüyordum.

Her ne kadar Agota Kristof’un kitaplarına -eğer o gün şanslıysak- ancak sahaflardan ulaşabiliyor olsak da gerçeklik duygusu her an yaşamın bir köşesinde bizi bekliyor. Yaşamımızın büyük bir bölümünü ise bu gerçeklerden kaçış oluşturuyor. Çünkü gerçeklik, insanın omzuna sorumluluk yükler. Bizler bu sorumluluktan kaçıyoruz. Farkında olmak, teşhis etmek, kabul etmek harekete geçmeyi gerektirir. Bir “dilencinin” yanından geçerken tepkisiz kalabiliriz ancak canı süt çeken ve süt alacak parası olmayan bir çocuğun yanından öylesine geçip gidemeyiz. Gerçek budur. Devletin, toplumun, genel kabullerin “gerçek” diye dayattıkları şeyler sistemin devamlılığını sağlamak adına birer basit argümandır.

Gerçek, özgürleştirir
Sanıyorum ki yaşamın hem bize dair olan hem de bizden geriye kalan kısımlarındaki gerçekliğini görmek için tanımlamak pek de doğru bir yol sayılmaz. Hele ki biz henüz kendimizi tanıyamamışken, başkalarının tanımlamalarını sahiplenmek ancak bizi kendimizden uzaklaştırır. Ve ne yazık ki insan, bir yabancının güvenli saklanma alanını, gerçeğin özgürlüğüne tercih eder.

Varoluşsal sıkıntılarımın yine depreştiği bir dönemde bütün yakın çevremle buluşuyor ve beni bana anlatmalarını istiyordum. Bunu doğrudan sormasam da, lafı “beni tanımlamalarını gerektirecek” noktaya getiriyordum. Ben, kendimle iyi geçinebilmek adına kendi gerçekliğimden kaçıyordum. Dostlarım benimle iyi geçinebilmek adına benim gerçekliğimiz görmezden geliyordu. Bunun farkındaydım ancak gerçek bir dostum olup olmadığını sorgulayacak haddi kendimde bulamadım. Ben kendimden kaçarken, bir başkasının kendimle aramda aracı olmasını beklemek haksızlık olurdu. Ben de buna bir son verdim. Çünkü ben Che’ydim ve Che asla insanlara haksızlık etmezdi.

Che olduğumu nasıl öğrendim?
Bir internet sitesi üzerinden 10 soru cevapladım. 10 soru bittiğinde ise yazılım benim profilimi detaylı şekilde analiz edip beni bir tarihsel kişilikle eşleştireceğini söylemişti. Öyle de oldu. “Aşağıdaki şapkalardan hangisi size daha uygun?” tipi 10 soruya verdiğim cevabın ve profil analizim bana bahşettiği karakter Che idi. Bunu sosyal medyada paylaşıp, kendim hakkında takipçilerime verdiğim mesajla kendimi inşa etme yolunda bir adım daha atmıştım. İnsan elbette internetten gelen bilgiye pek güvenemiyor ancak Che yine de fena bir sonuç sayılmazdı.

Gelecekteki çocuğuma karşı olan merakımı giderdiğimde ise çok daha etkileyici bir durumla karşılaştım. Yine profilimi detaylı inceleyen (!) bir internet sitesi üzerinden gelecekteki çocuğum hakkında bilgi edinmiştim. Arkadaşlarımın çok büyük bir bölümü de aynı çocukla eşleşmişlerdi. Aynı çocuğa sahip olacak gibi duruyorduk. Sonradan anladım ki test sonucu olarak zaten yalnızca 3 farklı çocuk alternatifi vardı.

Bu testlerin ardı arkası gelmedi. Bu testlerin ardı arkası gelmez. Çünkü bunca karmaşa içinde, 10 soruluk algoritmaların bizlere vereceği o kimliğe bile ihtiyacımız var. Birileri bize “zengin olacaksın”, “mutlu olacaksın” desin istiyoruz. Kaçtığımız gerçekliği, benliğimizi ve kendimizi inşa sürecini tanımlayamayacak kadar yorgunuz. Yaşadığımız hayatın kendimize yakıştırdığımız kimlikleri doldurmadığını anladıkça aradaki boşluğa egolarımızı koyuyoruz. Bu egolar sararıp solmasın diye de her türlü suni gübreye ihtiyacımız var.

İyilik, kötülük, güzellik gibi göreceli tanımlara sahip kavramlar üzerinden kurduğumuz yaşam, yaptığımız herşeyi meşrulaştırmamıza izin veriyor. “Ben de eksik kalmak istemedim :)” notuyla sakinleştirdiğimiz testler de, “Kedimle birbirimizi pek sevdiğimiz doğrudur” notuyla sergilediğimiz yalnızlıklarımız da birer ihtiyacın sonucu. Agota Kristof’un ‘Büyük Defter’inde “Biz size iyilik yapmadık. Bunları size, çok ihtiyacınız olduğu için getirdik. Yalnızca bu kadar.” diye bir pasaj bulunur. Her ne yapıyorsak, aslında çıplak bir ihtiyacın sonucudur. Bu ihtiyaçları yaratan eksik taraflarımızla yüzleştiğimizde, umarım başkalarının bize atadığı kimliklere olan ihtiyacımızdan kurtuluruz.