“Geçmişin salgın hastalıkları; cüzzam, tüberküloz, vebaydı. 20-21. yüzyılların, kapitalist uygarlığın damgasını vurdğu bir dönemin temel, yaygın hastalığı nedir? Akıl hastalığı. Ruh hastalığını bu kadar yaygınlaştıran, dünyanın bir numaralı hastalığı haline getiren nedir? Mekanik, ruhsuz, kapitalist uygarlık

“Hatırlamak” ve “hatırlatmak” için İnziva Diyalogları

TÜREY KÖSE

Cengiz Türüdü’nün hikayesi 78 kuşağından “Mülkiyeli” bir devrimcinin hikayesi. Bu kuşağın hapishaneli, işkenceli hikayelerine bir de “delilik” eklenmiş onun kişisel tarihinde. 34 yıl tedavi görmüş. İyileşip, zihni canlanınca Siyasal’dan devrimci arkadaşı Naim Kandemir’le memleket ve solun halleri üzerine uzun sohbetlere başlamışlar. Türüdü’nün izniyle internet ortamında paylaşılan bu diyaloglar, şimdi İnziva Diyalogları/Hayat üzerine Konuşmalar adıyla kitaplaştı. Kitap “vicdanını yitirmeyenlere” ithaf edilmiş.

Cengiz Türüdü, 1959 Giresun ili Çal köyü doğumlu. 1978’te Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girdiğinde en çok okulun kütüphanesine şaşırmış, ömründe bu kadar kitabı birarada görmemiş çünkü. Siyasal’a Kurtuluş Sosyalist Dergi’nin görüşleri etrafında birleşen grubun içinde olarak gelmiş, eylemlere katılmış, en çok da okumuş. 12 Eylül darbesinden sonra günde 8-10-12 saate kadar çıkarmış okumalarını. Elbette “okuduğunu anlaması devletin dikkatinden de kaçmamış.” Bundan sonrası hapishane, işkence ve çıldırıp akıl hastanesine düşme yılları. Şizofreni teşhisi konulmuş, konuşamamış, okuyamamış, dünyanın gerçekliğinden kopmuş. Öyle ki, 16 yıl evden dışarı çıkmamış. Cengiz Türüdü “Toplamda 7 yıl düzensiz, 27 yıl düzenli olmak üzere tam 34 yıllık tedavi gördüm. 34 yıl sonra tekrar kendim oldum” diye özetliyor hayatının bu dönemini.

Diyalogların diğer tarafındaki isim Naim Kandemir de bir 78’li. 1976 yılında “çalışkan” dört arkadaş “Karadeniz Dev-Genç’in yolunu tutup, sonrasında da müdavimi olmuşlar.” Cengiz Türüdü’yle Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde tanışıp arkadaş olmuşlar. Şiir ve anlatı kitapları var. “Biz, hatırlama ve hatırlatma takıntısı olan bir kuşağın çocuklarıyız. Cengiz’le bu diyaloglarda biraz da unuttuklarımızın sağlamasını da yapmaya çalıştık” diyor.

Kitabın başında yer alan psikiyatri uzmanı Dr.M.Sezai Berber’in yazısı ile son KHK ile Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden ihraç edilenler arasında yer alan Prof. Dr. Ahmet Haşim Köse’nin “Devrimci bir rapsodi” başlıklı yazısı okurun diyalogların anlam ve önemini kavrayışını kolaylaştırıyor. Prof.Dr. Ahmet Haşim Köse, Cengiz Türüdü’nün inzivasını şöyle değerlendiriyor: “Bu bir inziva mı? Biçimsel açıdan belki öyle. Ama öyle bir uzaklaşma ki herşeyin içinde olduğunu sananlara ‘körlüğü’ hatırlatan cinsten bir uzak duruş bu. Öyle bir uzaklaşma ki herşeyin içinde olduğunu sananların unuttuklarını hatırlatan bir bellek, bir entelektüel kapasite. Buna sahip olanlar bu iki dost gibi ya deli, ya gerçek devrimcidirler.”

“Teslim olmadık, aklımızı yitirdik”
Diyaloglarda aklını kaybetmiş ve sonra yeniden bulmuş bir devrimcinin entelektüel birikimi, sağlam tahlilleri, insancıl yaklaşımı birçok “akıllı” “akil” “kanaat önderi” geçinen kişiyi yaya bırakıyor. Anımsanan ve anımsatılanların ayrıntıları; Althusser’den Lenin’e, Marquez’den Nazım Hikmet’e, Maksim Gorki’den İsmail Beşikçi’ye, Herbert Marcuse’dan Simone de Beauvoir’e, Adarno’dan Troçki’ye referans verilen kitapların, yazarların zenginliği dikkat çekici. Bu konuşmalar “sohbet sırasında telefon kaydıyla yapılan, kendiliğinden, doğaçlama” diyaloglar oldukları dikkate alınarak okunduğunda, entelektüel değeri ve düzeyi daha iyi değerlendirilebilir belki. Ne de olsa Cengiz Türüdü, yazar Orhan Gökdemir’in ifadesiyle “Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin kütüphanesini de kafasında depolamıştır.” 12 Eylül darbesinden sonra işkence tezgahında “unutmayı unutmuştur”, “okuduğu tüm kitapları hatırlamakta, unutamadığı için yeni kitap okuyamamaktadır.” Diyaloglarda o günlerden “Teslim olmadık, aklımızı yitirdik” diye sözediyor Cengiz Türüdü. Sonra kültürel şizofreniden sözediyor, sonra Fellini’den, “Türkiye artık bir Amarcord platosu oldu” diye ekleyerek.

İnziva Diyalogları’nda “12 Eylül’ün asıl programı neydi” “Herkesin ortalama hayatına boyun eğecek miyiz?” “Solun Türkiye tasarımı ne üzerine kurulu?”, “12 Eylül’den önce birçok kesimle bağ kuran sol şimdi neden kuramıyor?”, “Cerattepe’de kimlerin gölgesi var?”, “Siyasal İslam derinleştirdiği çürümeyi ve pragmatizmi topluma nasıl yaydı?”, “Yetmez ama evet’çilerle Kürt haraketi aynı kaderi mi paylaştı?”, “Kürt hareketinde bulanıklık mı yaşanıyor?”, “Kapitalizm karşısında sosyalist uygarlık nasıl savunulacak?”, “Sosyalizm mücadelesi sadece iktidar mücadelesi midir?”, “Kadın sorunu nerede ve nasıl çözülür” v.b. başlıklar, sorularla konuşmalar derinleşiyor. Bazen “politik dilin şiirselleştirilmesi” üzerinde duruluyor, bazen Cemal Süreya’nın “Anadolu kavimler kapısı” sözünden yola çıkılarak etnik, inançsal zenginlik üzerine, bazen “çağdan kaçan aşırı dinci radikal örgütler” üzerine, bazen “Latin Amerika’daki Don Kişot dili üzerine”, bazen “solda ve Türkiye aydınında ayna korkusu” üzerine...

Cengiz Türüdü’nün kapitalizmin ahlak kriziyle ilgili bölümdeki bazı değerlendirmelerini paylaşalım:

“Geçmişin salgın hastalıkları; cüzzam, tüberküloz, vebaydı. 20-21. yüzyılların, kapitalist uygarlığın damgasını vurdğu bir dönemin temel, yaygın hastalığı nedir? Akıl hastalığı. Ruh hastalığını bu kadar yaygınlaştıran, dünyanın bir numaralı hastalığı haline getiren nedir? Mekanik, ruhsuz, kapitalist uygarlık. Garaudy şunu söylüyor: Kapitalizm, çıldırttığı milyonlarca insanı sakinleştirmek için milyar dolarlık trankilizan (anti depresif) ilaçlar kullanıyor.(…)İnsanın görevi sadece kapitalizmi, sistemi değiştirmek değil: Yeni bir uygarlık inşa etmek. Kapitalizmden farklı, kapitalizmi aşan, kapitalizmin mekanikliğini, ruhsuzluğunu, sevgisizliğini, yabancılaşmasını aşan yeni bir uygarlık. Sosyalizm, uygarlık alternatifiyle çıkmalı. İktidar alternatifi olmak, dar bir hedef. Devrimciler yeni bir hayat tarzıyla, yeni bir toplum seçeneğiyle, yeni bir uygarlık seçeneğiyle çıkmalı.”

Cengiz Türüdü, “yeşil faşizm”le ilgili değerlendirmeler yaparken “Bunlar solcuları, devrimcileri bırak, artık laiklerin üzerine gidiyor. Cumhuriyeti hedef alıyor. Bunlar Gezi’den sonra panik halinde cumhuriyeti hedef almaya başladılar” diyor. “Solun faşizmle imtihanı” üzerine konuşurken, devrimcilerin bir zamanlar verdiği mücadeleleri selamlıyor: “Cerattepe’yi çevresiyle, Rize’yle, HES direnişleriyle, hatta Fatsa’yla birlikte düşünmek gerek. 12 Eylül öncesinde yapılan hiçbir şey boşa gitmedi, ölenler boşa ölmedi; hepsinin gölgesi var Cerattepe’de.” Tüm yaşadıklarına/yaşananlara karşın iyimser. “Sonsöz” niyetine “Kaybetmiş gibi görünüyoruz ama bak göreceksin büyük kazanacağız. Bütünsel açıdan düşün bak; büyük kazanmanın fırsatları doğuyor. Büyük oynayacağız ve büyük kazanacağız” sözlerinin altını çizelim.