Arap dünyası, Afrika, Güney Amerika ve Asya’da kitlesel eylemlere tanıklık ediyoruz. Eylemlerin sonucu ne olacak, halen belirsiz. Fakat şu var ki, Che Guevara’nın dediği gibi, “Direnen, kaybedebilir. Direnmeyen ise çoktan kaybetmiştir”

Havada isyan kokusu var

Malia Bouattia

Yoksulluk işsizlik, devlet şiddeti, siyasi baskılar, yolsuzluk, totaliter hükümetler, iklim felaketleri, ırkçılık, yabancı düşmanlığı... Beyrut’tan Paris’e geniş coğrafyalarda insanlar yürüyor, grev yapıyor, meydanları işgal ediyor, tencere-tavalarına vuruyor. Dile getirdikleri sorunlar tüm ‘Küresel Güneyde’ de yankı buluyor, çünkü yıl 2019 ve sorunlarımız da küresel.

Daha da önemlisi, aktivistler farklı mücadeleler arasında bağlantıyı bizzat kendileri kuruyorlar.

Binlerce Arap eylemcinin, İtalyan faşizm karşıtı şarkı ‘Çav Bella’yı söyledikleri video, internette yayıldı. Bu görüntüler, şahit olduğumuz kitlesel hareketlere damga vuran ‘uluslararası’ duruşu ve uyandırdığı ümidi çok güzel özetliyor.

Özgürlük Marşı Çav Bella son dönemde Lübnan, Irak ve Filistin’deki eylemlerde işitildi. Şarkının sözleri her yerde ülkenin siyasi ve sosyal sıkıntılarını yansıtacak şekilde uyarlanıyor.

Tabii şarkının Netflix dizisi ‘La Casa Del Palel’ dizisinde duyulması da gündem oldu fakat şarkının eylemlerde söylenmesi tamamen içerdiği direniş mesajıyla ilgili.
Hong Kong’dan Lübnan’a, Bolivya’dan Şili’ye her yerde ekonomik ve siyasi sisteme yönelik paylaşılan bir öfke var. Bu hisler farklı dillerde, farklı direniş taktikleriyle ifade edilse de herkes, sosyal gereksinimlerden ziyade kazanç hırsıyla beslenen sistemin değişmesini istiyor.

Dahası, hem sokakta hem sosyal medyadaki eylemlerde dayanışma ruhunun uzak coğrafyalardaki halkları birbirine yaklaştırdığını görüyoruz.
Arap coğrafyasında, bir önceki eylemler zincirinde şahit olduğumuz devlet baskısının korkutucu etkisi sürüyor. Fakat bu örneklerde öğrenilen ortak mücadele ve direniş bilgisi Orta Doğu’yu aşıp her yere yayılıyor.

Örneğin, Sudan’da Ömer el Beşir, Cezayir’de Buteflika istifa ettikten sonra da eylemler güçlenerek sürdü. Çünkü tepedeki tekil kişilerin değişmesinin yeterli olmadığını biliyorlardı. Ekonomik ve siyasi gücün tepeden tırnağa yeniden düzenlenmesi gerekiyordu ve Cezayir eylemlerinde söylendiği gibi ‘Hepsi gitmeli’ idi.

Şili’de eylemciler sistemin topyekûn değişmesini istiyor. Eylemlere katılan kadınlardan birinin elinde şu pankart vardı: “Neoliberalizm Şili’de doğdu, Şili’de ölecek.”
Bu ifadede 1973 yılında ABD desteğiyle yapılan darbeye gönderme vardı. Agusto Pinochet ABD destekli askeri darbeyle iktidarı ele geçirdi ve Chicago’dan gelen ekonomistler ülkede ‘ekonomik reform’ sürecini başlattı. Ülke ekonomisi en yüksek teklifi verenlere (batılılara) satıldı.

Yaşananlar ‘reform’ süreçleri için model haline geldi. Küresel güneyin tamamında yenilikçi liderler ya devrildi, ya parayla satın alındı ya da yerlerine başkaları konuldu.

Dünya Bankası ve IMF güdümünde benzer reformlar hayata geçirildi.

Bilhassa bu yüzden, bir yandan bu politikalara yönelik yeni ayaklanmalar yaşanırken, bir yandan da Evo Morales hükümetini devirmeye yönelik yeni bir ABD destekli darbeye karşı Bolivya kalkının sokağa çıkması son derece önemli.

Tabii dünyanın farklı yerlerinde sokağa çıkan insanlar devlet şiddetine ve olası (hatta muhtemel) rejim baskısına yabancı değil.

Haziran ayında Sudan’da hükümet güçleri en az 100 eylemciyi öldürdü. Lübnan ve Irak’ta silahlı milisler eylemcileri hedef alıyor, oluşan güçlü sosyal hareketi parçalamaya çalışıyorlar.

Sözde insan hakları ve özgürlük ülkesi Fransa’da dahi, Sarı Yelekliler’e yönelik polis şiddeti daha fazla insanı Emmanuel Macron’un ukala iktidarına karşı sokağa çıkmaya itti. Hong Kong’da askeri polis, üniversiteleri tüm öğrenci ve personeliyle birlikte kuşatmaya aldı.

Irak’ta 1 Ekim’de başlayan hükümet karşıtı eylemlerde 300’den fazla eylemci öldürüldü ve binlercesi yaralandı. Fakat bu cinayetlere ve çatışmalara rağmen eylemciler çabalarını sürdürdü. Genel grevler ilan edildi ve insanlar kamusal alanları işgal etti.

Irak’taki eylemcilerin taşıdığı pankartlardan birinde şöyle yazıyordu. “Sizin savaşlarınıza doğan, çocukluğunu sizin terörünüzle hatırlayan, ergenliğini mezhepçiliğinizle yaşayan, gençliğini yolsuzluklarınızla geçiren nesiliz. Hayalleri çalınan ve erken yaşlanan nesiliz.”

Bu pankart mevcut sistemin her iki yüzünü de yansıtıyor: Bir yanda yolsuzluk ve yoksulluk, diğer yanda şiddet ve baskı.

Evet, zenginler daha da zenginleşiyor ve ‘refah devleti’ özelleştirmelerle yağmalanıyor. İstikrarsız, güvencesiz, kayıt dışı işlerin yaygınlaşmasıyla işsizlik daha da kötüleşiyor. Devletler gitgide askeri yöntemlere başvuruyor ve mevcut durumu sürdürmek için insanların siyasi haklarını fiziksel şiddet vasıtasıyla baskılıyor.

Bunu Ortadoğu, Doğu Asya ve Afrika’daki askeri diktatörlüklerde açıkça görsek de, Batı’da da benzer eğilimler var. “Terörle mücadele” kisvesi altında medeni haklara saldırılması, yoksulların eylemlerinin askeri polis eliyle baskılanması, Fransız banliyölerinde ya da Ferguson’daki yoksul toplulukların ırk bakımından ayrışması...

Her şeye rağmen yozlaşmış liderleri devirmeye ve onları var eden yapıları çökertmeye çalışan her halk, eski alternatifleri yeniden keşfediyor ve ortak mücadele vasıtasıyla değişime giden yeni kanallar açıyor.

Mevcut durumun sürdürülmesine vesile olan yalnızlaşma, korku ve tarihten kopmuşluk olgularını ortadan kaldırıyorlar.

Böylelikle eylemcilerin karşı durduğu sorunların tarihi kökenleri tartışmaya açılıyor. Bolivya, Şili ve Kuzey Afrika eylemlerinde yerlilerin bayrakları boşuna açılmadı. Devletlerin tehlikeli gördüğü kimlikler yeniden sahipleniliyor.

Eylemler aynı zamanda uluslararası suç ortaklarını tartışma konusu yapıyor, her halka dayatılan baskıya karşı hesap verilmesini talep ediyor. Talepler, taktikler, öğrenilen dersler eylemciler arasında paylaşılıyor.

Önümüzdeki ay İngiltere ve Fransa’da büyük grevler yapılacak. Ardından Cezayir’de yapılacak göstermelik seçim boykot edilecek. Bolivyalılar darbe girişimine karşı koyacak. Şili, Lübnan, Irak ve Hong Kong’da insanlar sokakları işgal etmeye devam edecek, grevler sürecek, hükümetlere diz çöktürmek için kampüsler işgal edilecek.
Eylemlerin sonucu ne olacak, halen belirsiz. Bu, gün geçtikçe eylemciler tarafından tanımlanıyor. Fakat şu var ki, Che Guevara’nın dediği gibi, “Direnen, kaybedebilir. Direnmeyen ise çoktan kaybetmiştir.”

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: The New Arab