Norveç’te uluslararası film festivalinde FIPRESCI jürisinde görev aldım. Ödülümüzü kazanan ‘Hayallerin Ötesi’ filminin yönetmeni Rojda Şekersöz, Türkiye’den göçen Kürt bir ailenin kızı

Hayallerin Ötesi

Geçen hafta, Norveç’in batısında yer alan Haugesund kentindeki uluslararası film festivalinde FIPRESCI jürisi olarak görev aldım. Jürimiz 3 kişiden oluşuyordu: Almanya’dan Kira Taszman, Norveç’ten Thor Joachim Haga ve ben.

FIPRESCI’nin ne olduğunu daha önce de açıklamışımdır ama tekrarlayayım. Her ülkenin kendi sinema yazarları dernekleri var. FIPRESCI bu derneklerini biraraya getiren federasyonun adı. Haugesund’aki jürimizin görevi festivalin Nordic Focus adını taşıyan ve İsveç, Norveç, Danimarka, Finlandiya ve İzlanda filmlerinin gösterildiği bölümün bize göre en iyisini seçmekti.

Ödülümüzü kazanan ‘Hayallerin Ötesi’ (Dröm Vidare) filminin yönetmeni Rojda Şekersöz, Türkiye’den göçen Kürt bir ailenin kızı. İsveç’te doğmuş ve büyümüş olmasına karşın Türkçesi de gayet iyi. Şekersöz, ilk filmini 16 yaşında çekmiş. Yolculuk (Jungfrufärd) adlı bu ilk film, 1941’de geçiyor ve iki kadının ırkçılığa karşı mücadelesini anlatıyor. Henüz izleyemedim ama bu filmi internette bulmak mümkün. Şekersöz İsveç’in önemli sinema okulu Dramaten Enstitüsü’ne giren en genç kişi olmayı da başarmış.

3 kısa film daha yöneten Şekersöz’ün oyuncu olarak rol aldığı bir filmi daha var. Hayallerin Ötesi daha önce yarıştığı Göteborg Film Festivali’nde de izleyicilerden en iyi Nordik filmi ödülünü almış.

Film, Mirja adlı genç kadının hapisten çıkmasıyla başlıyor. Kenar bir mahallede kendisi gibi yoksul ailelerin, kendilerine bir gelecek görmeyen kızlarıyla takılan Mirja, annesi ve kız kardeşiyle yaşamaktadır. Annesinin ağır bir akciğer hastalığı yaşıyor olmasının da etkisiyle Mirja kendisine suçtan uzak bir yaşam çizmeye çalışır. Bu durum, çevresiyle ilişkilerinde derin bir çatlak açar. Mirja işinde gayet başarılı olur ama...

Mirja’yı canlandıran Irak ve Suriye Kürdü bir ailenin kızı olan Evin Ahmad çok başarılı. Filmin en büyük özelliğinin fırsat eşitsizliği altında yaşayan gençliğin enerji ve öfkesini iyi yansıtması ama bu duygulara hapsolmayı da reddetmesi denilebilir.

Festivalin en çok ilgi gören filmi ise Joachim Trier’in ilk kez burada seyirci karşısına çıkan filmi Thelma’ydı. Bu filmi, izleyeceğim seansta altyazı sorunu yaşanınca, kaçırdım. Ama film çok beğenildi ve Toronto’da çok ses getirmesi bekleniyor. Thelma, Norveçli eleştirmenlerin oluşturduğu jürinin birinciliğini aldı.

Finlandiyalı grafiker Touko Valio Laaksonen, Tom of Finland takma adıyla yaptığı ve eşcinsel pornografisi denilebilecek resimleriyle büyük bir üne sahip oldu. Laaksonen’in hayatını anlatan ‘Tom of Finland’ adlı belgesel de ilginçti. Bu filmin de bir FIPRESCI ödülü var. İyi çekilmiş ve iyi oynanmış bir biyografi olsa da film yüzeyde dolaşıyor. Film, Touko’nun, ne savaş travmasıyla ne de ideolojisiyle, yarattığı estetik arasındaki bağları irdelemeye çalışıyor. Susan Sontag, Tom of Finland’in estetiği üzerine yazmış mı bilmiyorum ama bana kalırsa bu estetiği faşizan diye nitelendirirdi. Tom’un erkekleri genellikle üniformalı ya da deri giysiler içindeler. Daracık belleri, son derece geniş omuzları, kaslı vücutları ve devasa erkeklik organlarıyla şiddet dolu bir cinsellik yaşıyor bu erkekler.

Öte yandan Laaksonen’in son derece baskıcı bir dönemde, bir yol açıcı olarak rol alması da gözden gelinemez. Sonuçta Tom of Finland bıraktığı boşlukla olsa da en çok soru uyandıran filmlerden biriydi.

Norveç dünyanın en güzel coğrafyasına sahip sanırım. Hayallerimin ötesinde bir doğası var. Bir de bu kadar pahalı olmasa...