Özlem Dilber, söz konusu çocuk kitapları olunca ille de ‘masalsı’ bir dille şeker tadında hikâye sunmak gerekmediğini dahası cümleleri kurarken yetişkin dilinden de ‘çocuğa göre’ anlatım sağlanabileceğini ustalıkla gösteriyor

Hayat dediğin biteceğini  bildiğin bir pamuk şekeri!

BAHAR GEDİK

‘Ölüm’ adı geçtiğinde soğuk rüzgârlar estiren, yeryüzünü derin bir sessizliğe boğan bir kelime. Sebebi, korku mu yoksa yaşama olan bağımız mı ya da bağımlılığımız mı?

Sürekli yapmak zorunda olduğumuz işlerimiz, okul telaşı, sınav stresi, işe girme kaygısı, âşık olma heyecanı, atılması gereken maillerin gerginliği, sulanması gereken çiçekler, alınması gereken kıyafetler vs… Tüm bu işler arasında ölüm pek de aklımıza gelmiyor. Aklımıza gelip adı geçtiğinde de işte yukarda söylediğim gibi, bir sessizlik… Bu kavramı çocuklara anlatmaktan ise çoğunlukla kaçıyoruz. Ölümü çocuklara nasıl anlatmalıyız, bu kavramla çocuk kaç yaşında tanışmalı? Travma olmasın endişesiyle pedagog kapıları sırasını bekleyen ebeveynlerle dolu…

Hayatı anlatırken bunun bir parçası olan ölümü anlatmaktan bu derece çekinmek neden?

‘Mucizevi Oscar’ yetişkinlerin aksine ölümden çekinmiyor. Zaten o insanların ne zaman öleceğini bilen 395 yaşında bir sarman kedi!
Onun anlatımına göre annesi onu doğurduğunda memelerindeki süte biraz kediotu karışmış olmalı. Yoksa böyle bir özelliği nasıl olabilir ki!

395 YAŞINDA BİR SARMAN

Oscar, hayatı pamuk şekerine benzetiyor. “İkisinin de bir sonu olduğunu bilmek onlara anlam veriyor” diyor. “O şekeri ısırmaya başladıysanız eninde sonunda çubuğuna geleceksiniz. Ve bu, pamuk şekerinin harika bir şey olmasını engellemiyor. Hatta bitecek olması, onu daha da cazip kılıyor.”

Öte yandan Oscar, ölümsüzlüğe inanıyor! “Bir insan öldüğünde sadece bedeni ölür. Onun gürültülü kahkahası, mozaik pastasını çok sevdiği, sucuklu yumurtayı ağzını şapırdatarak yediği, sümbül kokusuna bayıldığı hep hatırlanır. Anlayacağınız hep hatıralarda yaşar. Bu, ölümsüzlük değil de nedir?”
İnsanların ne zaman öleceğini bilen 395 yaşında bu sarman kedinin gözüyle bizleri-çocukları ölüm kavramıyla ustalıkla tanıştıran Özlem Dilber, hikâyeye elbette biraz da heyecan katmayı ihmal etmiyor. Hastaneye yolu düşen Oscar’ın başına gelenler, Aşk ile Meşk’in kavuşma heyecanı da hayat döngüsünü bizlere bir kere daha hatırlatıyor.

Hikâyenin sonunda ise okurları bir sürpriz bekliyor. Bu romanın karakterlerine esin veren gerçek kahramanlarla tanıştırıyor Özlem Dilber bizi. 2005 yılında doğan Oscar, Amerika Birleşik Devletleri’nin Providence şehrinde, ileri düzeyde hasta olan yaşlıların kaldığı bir bakımevinde yaşıyor ve hastaların ölümünden birkaç saat önce yataklarının yanına gelip onları son yolculuğuna uğurlamadan oradan ayrılmıyor. Oscar’ın ve arkadaşlarının gerçek olması da hikâyeyi iyice benimsetiyor.

HAYATI SEVMENİN KİTABI

Pistaçyo ve Acayip Moti’nin Tuhaf Maceraları kitaplarının yazarı Özlem Dilber, anlatımıyla da ‘çocuğa görelik’ kavramını bir kere daha tartışmaya açıyor. Söz konusu çocuk kitapları olunca ille de ‘masalsı’ bir dille şeker tadında hikâye sunmak gerekmediğini dahası cümleleri kurarken yetişkin dilinden de ‘çocuğa göre’ anlatım sağlanabileceğini ustalıkla gösteriyor. Çocuk edebiyatında tartışılan çocuğa görelik kavramının 90’lardaki çocuklara göre kaldığını, bugünün çocuklarının dilinin ayrı olduğunu da hatırlatmakta yarar var. Dilber de işte tam da bu noktada bugünün çocuklarına ‘göre’ bir anlatımla çocukları hem ölüm kavramıyla tanıştırıyor hem de onlara keyifle okuyacakları bir macera sunuyor! Şunu da hatırlatmakta fayda var: ‘Mucizevi Oscar’, bir yandan da hayatı sevmenin kitabı.