Hayat Tuhaf!*

AHMET BÜKE

Elimde sarı zarf öylece ayakta duruyordum. Görevli Arif Bey karşıdan geliyordu, belli ki bana bakmamak için zınk diye durdu ardından yere eğilip uzun teneffüste çocukların buruşturup attıkları süt kutularını toplamaya başladı. Elindekilerle doğruldu, uzanıp sertçe çöpe attı. Yürüyüp gitti. Kapının önündeki açıklığa güneş düşüyordu. İki serçe zıplaya zıplaya yerdeki susamları yediler. Neden sonra -galiba- beni fark ettiler pır kayboldular. Arif Bey yine göründü. Dönüşte de birkaç çöp attı kutuya. Yanımdan geçerken tıraş kolonyasının kokusunu bile duyum bu defa.

Derin bir nefes alıp okuldan çıktım. Bahçeyi aştım. Açık pencerelerden konuşan öğretmenlerin, gülen çocukların sesi geliyordu.

Yolu geçip doğruca Yeni Hayat Bakkaliyesine yürüdüm.

Leyla Hanım her zamanki gibi tezgâhın ardında meşguldü.

“Leyla Hanım,” dedim. “Size bir sırrımı açmak istiyorum. Biliyorum şaşıracaksınız. Belki kızacaksınız bana ama artık bu yükü daha fazla taşıyamayacağım. Ben sizi deli gibi seviyorum. Her akşam mesai bitimi gelip midye ve deniz börülcesi salatası bazen de pilaki siparişi veriyorum ya, hani haftada bir de ufak rakı sardırıyorum size. Biliyor musunuz ben tek yudum içki bile içemem. Alkole alerjim var benim. Hatta limon kolonyası kokusundan bile burnum kabarır. Sigara tamam. Severim ama onu da günde bir paket içecek kıvama gelmedim hiç. Evet, ders aralarında gelip paket paket alıyordum. Neden, anlamışsınızdır herhalde. Başınızdan iki evliliğin geçmesi, benden büyük olmanız inanın önemli değil. Böyle şeyleri hiç dert etmem kendime… Hayır, ne münasebet aramızda o kadar da yaş farkı yok. Lütfen beni dinleyin. Sonra hiç konuşmayacağım inanın. Küçük bir evim var Patlıcan Yokuşu’nda. Hayır, benim değil elbette. Fakat kirası çok uygun. Kutu gibi. Her şey yerli yerinde. Bahçesi harikadır. Tam üç nar ağacı var. İnanabiliyor musunuz üçü de yüklü. Kışın büyük şenlik olur siz de gelirseniz bana. Yatağı tam pencerenin önüne çektim sizi düşünerek. Evet, nar kokusunu nasıl sevdiğinizi biliyorum. Parfümünüz kokusu narçiçeği. Sabah uyandığımızda pencereyi açar açmaz odaya nar dalları dolacak. Leyla Hanım üç yıldır sizi tanıyorum ve bir kez bile şu bakkalı kapatıp tatil yapmadınız. Şimdi benimle gelseniz, ne olur? Bakkallar Odası sorun mu yapar? Ha?”

Diyemedim.

Onun yerinde elimde sarı zarfla öylece durdum kapıda. Leyla Hanım kötü bir şey olduğunu anladı. Tezgâhın kapağını kaldırıp benden yana geçti. Bir tabure aldı. Ellerimden tutarak oturttu beni.

Zarfı aldı elimden.

Açtı, okudu.

Bana baktı.

“Ah ah, Allah kahretsin. Siz de mi?” dedi.

“Leyla Hanım,” dedim. “Bakın bunların hiç önemi yok. Ben sizi tayin olup şu okula atandığım günden beri…”
Dudaklarımı aralamıştım ama hiç ses çıkaramadım.

“Neyse çok üzülmeyin. Zaten burada kesin bir şey yok demişler. Hep aklımıza kötü şeyler getirmeyelim.”
Sonra büyü bir perde düştü üzerime. Hafif hafif ağırlıklar omzuma kondu. Bulut sardı etrafımı.

Gözlerimi açtığımda yumuşak bir yataktaydım. Üzerimde çiçekli, mis gibi kokan çarşaf vardı.

Doğruldum.

Karşımda koltuğa oturmuş elma soyuyordu. Bakkalın üst katındaki dairesinde olmalıydık.

“Böyle bayılma huyunuz var mı sizin, kuzum,” dedi.

Doğruldum.

“Evet, çok heyecanlanınca oluyor bazen.”

Bıçağın ucuna elmayı takıp uzattı.

Sarı, buz gibi güz elmasıydı.

“Bence siz…”

Bu kez boş bıçağın ucunu doğrultmuştu.

“Yani bir süre eve gitmeseniz daha iyi olur. Pekiyi görünmüyorsunuz. Bir de memleketin hali fena bu günlerde. Ne gerek var, değil mi?”

Annem felaket felaketi çeker, derdi.

Annelerin her dediği çıkmaz. Yoksa hayat böyle tuhaf ve güzel olmazdı.

“Leyla Hanım, yanıma gelip uzansanız,” diyemedim.

“Leyla Hanım, daha elma var mı?”

Güldü.

Kalkarken eteklerinin arasından narçiçeği kokusu dağıldı ortalığa.

Ah yine bir fena oldum ki, o kadar olur!

*: Ahmet Büke’nin yeni çıkacak kitabı Varamayan’dan bir öykü