İsmi Arapça güneş anlamına gelen Şemse’nin gözlerden uzak hikâyesi en az Bahar’ınki kadar umut verici ve parlak. 8 çocuklu tarım işçisi bir ailenin 7’nci çocuğu olan Şemse’nin kendi hayatının başrolüne geçiş hikâyesi.

Hayatın başrolüne geçmek
Fotoğraf: BirGün

Havva GÜMÜŞKAYA

Kadınlar kendilerine yüklenen roller nedeniyle çoğu zaman kendi hayatının başrol oyuncusu olamıyor. Evlenmeden önce baba, ağabey, evlendikten sonra da eşin yazdığı senaryonun sadece figüranı olma rolü düşüyor kadınlara... Bugünlerde popüler bir dizi olan Bahar’da da hayatına yeniden başlayan ve başrolü kapan bir kadının hikâyesi anlatılıyor. Bahar’ın mesleğine tutunarak çizdiği yeni yolundaki maceralarını milyonlar takip ediyor, ismi Arapça Güneş anlamına gelen Şemsenin gözlerden ırak hikâyesi de en az Bahar’ınki kadar umut verici, Bahar’ınki kadar parlak...

Kendisini yeniden inşa öyküsünü hayranlıkla dinlediğimiz Şemse, Hatay’da 8 çocuklu mevsimlik tarım işçisi bir ailenin 7’nci çocuğu olarak dünyaya gelmiş. 

Şemse’nin üçe ayırdığı yaşamının en kısa dönemi çocukluğu... Amik Ovası’ndaki tarlalarda büyümeye çalışan Şemse, mevsimlik tarım işçisi ailesi ile birlikte yılın büyük bölümünü çadırda geçiriyor. İlkokul diplomasını almaya giderken parmağında nişan yüzüğü var. Çocukluğunun nerede başlayıp bittiğini kestirmek kolay değil… Şemse, bu yıllarını şöyle anlatıyor:

“İçi içine sığmayan bir çocuktum. Okul çağında olup da okula gönderilmeyen çocukları kontrol için gelen görevlilerden gizlemek için annem beni evden kovdukça direndim, kendimi gösterdim. Dayak yediğim halde okula kendimi zorla yazdırdım. Eylülde açılıyordu okul ama biz tarlada oluyorduk. Eylül, ekim, kasım biz Amik Ovası’ndayız. Ocakta okula gittiğimi hatırlıyorum. Sonra şubat tatili giriyor. Marta kadar okul oluyordu. Sonra nisan, mayıs, hazirana kadar yine tarlada oluyorduk. Beş yıllı toplasan bir dönem ancak eder her halde. Ablalarım erken evlenmişlerdi. Dört erkek içinde büyüdüm. El arabasına taze nohut koyup kardeşlerimle birlikte satardık. Hiç boş durmak yoktu. Tarlada 7-8 yaşlarında sac ekmeği yapmayı öğrendim. Tandıra boyum yetmezdi annem, ayağımın altına taş koyardı da öyle yapıştırırdım ekmeği.”

Okul anısından çok tarla anısıyla dolu kısa bir çocukluk. 12 yaşında dayısının oğlu ile nişanlıyorlar Şemse’yi. Hatay’da akraba evliliklerinin çok yaygın olduğunu özellikle vurguluyor. O yaşta dayısının evine iş yapmaya gittiğini söylüyor. 10 yıl boyunca parmağına takılı kalıyor yüzük. Kendisinden bir yaş büyük nişanlısının okumasına engel olmayan yüzük, ona sürekli yetişkin biri olduğunu hatırlatıyor.

10 yıl nişanlısının okumasını bekliyor. Fakat sonunda üniversiteden mezun olmadan evleniyorlar. İlk kez Hatay’ın dışına çıkarak kocasının öğrencilik hayatına katılıyor. Bu dönemlerde kendisini sürekli aşağıda gördüğünü anlatıyor: “Ben onun hayatını yaşıyordum. Öğrencilik hayatı yaşadım onunla. Kendimi ona yakışır biri olmaya zorluyordum. Hep küçük, ezik, yetersiz gördüm kendimi. Oraya gidince benim ne kadar küçük bir dünyam olduğunu gördüm. Kendimi yetiştirmeye çalışıyordum. Şu an dönüp bakıyorum o günlere kendimi zorla onun hayatına dâhil etmeye çalışıyormuşum. Oradaki Güneş hep bir ispatın peşinde koşuyordu.”

Şemse’nin hikâyesinde hep azim var, hırs var. Asla olduğu yeri kendi için yeterli görmeyen bir kadın var. Yarım kalan okul hayatına dönme çabası var. Bu konu da kocasından da destek gördüğünü anlatıyor:

“Beni teşvik etti. Ortaokula yazılmaya birlikte gittik. Ben ilk çocuğuma hamile kaldım. Sonra dışardan ortaokulu bitirdim. İkinci çocuğum oldu. Bu kez liseyi bitirmek istedim. Açık liseye yazıldım. Öğretmen olduğu için başka illerde gezdik. Sonra döndük memlekete. Evin altında bir internet kafe açtık. İlk kez para kazandım. Yani aileme destek oluyordum.”

Şemse’nin hayatının en büyük dönüm noktası boşanma oluyor. 12 yaşında nişan yüzüğü taktığı, 10 yıl boyunca beklediği, 25 yıl evli kaldığı kocasıyla bir gün yolları ayrılıyor. Bu bölüme geçerken “Ben hayata onunla başlamıştım”, “Sudan çıkmış balığa döndüm”, “Başka türlü nasıl olurdu” diye sorduğunu anlatıyor. Boşanmak istemediğini söylüyor:

“Çekişmeli boşanma dönemi geçirdik. Onsuz yaşayamayacağımı düşünüyordum. Ben boşanmak istemiyordum. Çünkü boşanan bir kadının hayatı nasıl olur bilmiyordum. Korkuyordum. ‘Hayatını feda ettiğin insan yok, yalnız başına kaldın’, diyordum. Ekonomik özgürlüğüm yoktu. Mesleğim yoktu. Ne yapacağımı bilmiyordum.”

Sarsıldığını, yüzleştiğini ve ayağa kalktığını anlatıyor:

“Büyük oğlum üniversitede, küçük oğlum lisedeydi. Halk eğitim kurslarına gittim, çocuk bakım, hasta bakım sertifikası aldım. İŞKUR’a gittim. İlk önerilen ailenin yanına bakıcı olarak girdim. 7 yıl çocuk baktım. Hayatım alt üst olmuştu ama çocuklarımın benim gibi olmasını istemedim. Bir yandan ayağa kalkmaya çalışıyordum diğer yandan boşanan ailelerin çocuklarının yaşadığı olumsuzlukları yaşamasınlar istiyor, babalarının boşluğunu doldurmaya çalışıyordum. Güçlü anne misyonu üstlendim. Küçük oğlum bu durumdan etkilenmesin, yanlış yollara sapmasın diye çabaladım. Bulup buluşturup onu müziğe yönlendirdim. Benim en büyük başarım bu oldu.”

Şemse, “İlk başta ben istememiştim boşanmayı ama en sonunda ben onu bıraktım” diyor ve ekliyor: “Boşanmak hayatın sonu değilmiş.”

Kendi ayaklarının üzerinde durup mücadele etmek gerektiğini söylüyor: “Kabuğa çekilmemeli kimse. Güç alacak bir şey bulunur. Aynaya bakıp güç alabilir insan. Bu hayat bana onu gösterdi.”

Şemse, kadınların hayatlarının başrolüne geçmesini ve hikâyesinin kadınlara güç vermesini istiyor:

“Halen üretiyorum. Yöresel yemeklerimizi yapıp satıyorum. Deprem oldu hayatım bu kez tümüyle değişti. Terk edildiğim ev yıkıldı. Başka şehirde hayat kurmaya çalışıyorum. Üretken bir insanım kendimle gurur duyuyorum. Hiçbir zaman içime kapanmadım… Belki yüksekokul okumadım ama üretkenim. Yokluğun ne olduğunu çok iyi biliyorum. Çocukluğum, gençliğim hep yoklukla geçti. Kadınlara şunu söylemek isterim; kendilerini sevsinler, kimsenin onlar adına karar vermesine izin vermesinler. Ben kendi şansımı kendim yarattım. Ailemden hiç destek görmedim. Şimdi dönüp bakıyorum. Hep başkasının yanına yakışmaya çalışmışım, önce kocamın yanına, sonra çocuklarımın yanına… Şimdi kendi ayaklarımın üzerinde duruyorum. Güçlü bir kadınım ve bununla gurur duyuyorum. Kendimi sadece kendime ispatladım.”