Aşk Artık Burada Oturmuyor kitabını yeniden okurla buluşturan Nazlı Eray, “Muhteşem bir çocukluk yaşadım ama gençliğimi tam yaşayamamışım. Hayattan istediğim bir 15 yılım var” diyor.

"Hayattan 15 yıl daha istiyorum"

Eda Köprü YILMAYAN

Edebiyatımızın sihirli kalemi o. Bazen sizi ıssız sokaklarda dolaştırır bazen de Ahmet Hamdi Tanpınar’la Narmanlı Han’da soluklanırken buluverirseniz kendinizi. Bir başka gün de Arkeoloji Müzesi’nde güzeller güzeli Venüs’ü dinlerken ya da yıllardır bir köşkün bahçesinde sessiz sedasız yaşayan bir kargayla dertleşirken…

Edebiyatımızda büyülü gerçekliğin öncüsü Nazlı Eray’ın metinlerini okumak unuttuğumuz çocukluğumuzu anımsamak gibidir. Yazarın sınırsız hayal dünyası içinizdeki çocuğu uyandırabilir. Eray’ın Everest Yayınları tarafından yeniden yayımlanan ‘Aşk Artık Burada Oturmuyor’ kitabında geçen öyküler tam da böyle.

Pandemiden bu yana Bodrum’da yaşayan Nazlı Eray’a ulaştık, büyülü gerçeklik ve engin hayal dünyasını konuştuk. Sohbetimiz sırasında Eray’ın yazarak sıkıntılarını dile getirdiğini, sakin bir insan olduğunu, kolay kolay da kızmadığını öğrendik ama yazarın bir sitemi var. “Bir insanın yanına gidip ondan agresif olmayı öğrenmek istiyorum. İsteyenler, alanlar, elde edenler, koparanlar ortada bir şey de yok. Hepsini öğrenmek isterdim. Yazı dünyasında bir çocuk olarak kaldım. Minik bir deniz dalgası gibi” diyor. 

‘Aşk Artık Burada Oturmuyor’ kitabınız Everest Yayınları tarafından yeniden yayımlandı. Kitapta 1988 yılında yazdığınız öyküler yer alıyor. Birbirinden ayrı gibi gözükse de birbirine bağlı metinler. Kitabın yeni baskısı için öykülerinizi yeniden gözden geçirdiniz mi? Yıllar önce yazdıklarınızı okuduğunuzda neler hissettiniz?

‘Aşk Artık Burada Oturmuyor’ çok sevdiğim bir kitabım. Bir neslin başucu kitabıydı. Daha önce birkaç kez okumuştum. Kitap 1990’larda çok sevilmişti. Bu kitaptaki mizah gücümü beğenirim. Acıtmayan bir acı var. Sesli olarak da okudum kitabımı. O zaman da gözden geçirmiş oldum. Yıllanmış bir kitap. Eskilik görmedim. Gayet güncel buldum ama acaba hâlâ o duyguları duyanlar var mı? Bir başka kitabım Kalbin Güney Batısı da bir aşk kitabı. Orada da acı, gece, elektronik dünyanın karmaşası var ama çok duygu yoğun. Demek ki ben böyle duyguları yoğun yaşıyorum, yaşatıyorum. Aşk Artık Burada Oturmuyor kitabımı da okuyanlar onu iyileştirme kitabı olarak tanımlar. İtalyanlar kitapta yer alan öykülerimden ikisini tiyatroya uyarladılar. 20 yıla yakındır Floransa’da kapalı gişe oynuyor.

“HAYATIN TADINI ÇIKARAN BİR ÇOCUKTUM”

Kitabın adı aşka dair olsa da sadece tutkulu aşklar yok öykülerde. Hücre Mühendisi, Mutluluk Kliniği gibi muzip hikâyeler de var. Nazlı Eray içindeki çocuğu kaybetmeyen bir yazar benim için. Yazarken siz de eğleniyor olmalısınız. 

Çok mutlu oluyorum. Çocukken de ciddiyetimin altında fırlamalığım vardı. Mutlu bir çocuktum. O çocukluk benim temelimdir. Beni seven bir anneanne ve babaannem vardı. Şişhane Yokuşu’nda külüstür eski bir ev. Kasımpaşa sırtlarına inişim, Frej Apartmanı’nın karşısı… Gökten mini minicik yağan cüceler, periler… Bu büyülü gerçekçilik. Frej Apartmanı’ndaki madam, köşedeki turşucu, okul… Hayatın tadını çıkaran bir çocuktum. Mahalleden en son evine dönen, sokak arasında seksek oynayan bir çocuk. Geceyi, şehri seviyormuşum. Bir şeye dikkat ettim, bunu da yeni buldum. Hep evde eğitildim, köşkte hocalarla, çok sıkıcıydı. Beni okula yolladıklarında bir mutluluk patlaması yaşadım. Simitçi, macuncu, her şey beni çok etkilemişti. Arkadaşlarımla konuşurken onların çocukluğunun daha mutlu geçtiğini fark ettim. Benim çocukluğumda pek bir şey yok aslında. Kapıcı Mösyö Hristo’yu kuş yapıp uçurmuştum. Vişneli gazoz çıkmıştı, harçlığımla onu alıp içer Frej Apartmanı’na derin derin bakardım. Mahalledeki tüm madamlar kitaplarımda yer aldı. İşte bu büyülü gerçekçilik öyle görüyorsun. 12-13 yaşında dünyanın bana ait olduğunu hissettim işte o anı hissettiğinde büyüyorsun. Her şey daha başka türlü görülüyor. İnsan olduğunu anladığın an Şişhane Yokuşu’ndan yürürken bunu hissettim. Bütün çocuklar bunu yaşıyordur.

Torunlarınız olduğunu biliyorum. Nasıl bir anneanne Nazlı Eray? 

İki erkek bir kız torunum var. Anneanne eğleniyor, heyecanlanıyor. Garip bir dünya. Torunum yanımdaydı şaşırdı kaldı, daima bambaşka şeyler düşünüyor. Bahçedeki dut ağacı, kediler, gece…Torunumla bir sesli kitap yaptım. Bilgisayarı yanındaydı. Yazı yok, trans halinde 35 bölümlük ‘Hayatımın Müsveddesi’ diye sesli bir kitap. Torunum Akça bunu gördü çok şaşırdı. Aslında yaratış sürecini gördü. Torunlarım kitaplarımı da okuyor. 

En çok hangi kitabınızı seviyorlar?

‘El Yazması Rüyalar’ kitabımı. Gülmekten katılmış Akça. Otobiyografik bir kitaptır. Yazmaya en çok meraklı olan torunumsa Fırat, 13 yaşında. Okulda hiç söylemezler benim adımı. Çok sonra duyar öğretmenleri. Fırat öğretmenlerine koşup “Benim anneannem Nazlı Eray” demiş. Fırat’ın okulunda online bir toplantı yaptık. En önde Fırat, öğrencilerle sohbet ettik. 

Kitabınızda Rüya Sokağı isimli bir öykünüz var. Bir düş sokağı. Bu sokak başka öykülerde de karşımıza çıkıyor. Umberto Eco’nun bir sözü var: Rüya bir yazıdır ve pek çok yazı da rüyadan başka bir şey değildir. Katılır mısınız?

Rüya Sokağı Ankara’da Gaziosmanpaşa’da bir sokak. Belki hayat bir rüya ya da rüya bir hayat. Yazmak bir rüya, bir serüven, bilinmedik bir denizde açılmak, bilmediğin bir dağa çıkmak ya da bilmediğin bir mağaraya inmek, bir kuyunun dibinde yol almak gibi. 

“DÜŞ SANSÜRÜ UYGULAMAM”

Kitaplarınızı okumak sizi de tanımak gibi bir anlamda. Çünkü siz yazdıklarınızda yaşamınızı da anlatıyorsunuz. Kendinizi saklamıyorsunuz. 

Açığım okuruma. Sansür de kullanmıyorum. Özellikle çocuk kitaplarımda bütün hayal gücümü açarım okura. Düş sansürü uygulamam. 

Bir söyleşinizde “Ben bir yolcuyum, oradan oraya giden” diye anlatıyorsunuz kendinizi. Bazen Niagara Şelalesi gibi bazen de çok sakin bir insanım, sakinliğimle şaşırtan, insanları hayrete düşüren, sessiz, kendi dünyasıyla barışık. Fakat yazar iç dünyam bir fırtına, freni patlamış bir kamyon, kontrol edilemeyen bir araba… En iyi romanlarımı kendimi kontrol edemediğim zaman yazarım” diyorsunuz.

Ben hiç kızmam yılda belki bir defa şimdi bakıyorum herkes çok öfkeli kızgın. Derviş gibi bir şey, aslında hiç memnun değilim bu halimden. 

İnsanların bu kadar agresif olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir insanın yanına gidip ondan agresif olmayı öğrenmek istiyorum. İsteyenler, alanlar, elde edenler, koparanlar ortada bir şey de yok. Kadın bir şey yapmıyor, üretmiyor. Nasıl agresif olduklarını öğrenmek isterdim. Yazı dünyasında bir çocuk olarak kaldım. Minik bir deniz dalgası gibi.

Yazma süreci bittiğinde daha sakin bir şekilde yazdıklarınızı okuduğunuzda kendi kendinize şaşırdığınız oluyor mu?

Olduğu gibi yazıyorum düzeltmiyorlar. Süratle yazıyorum. Gece kalkıp bakarım şuraya bir şey ekleyeyim diye düşünürüm ama olmuyor. İçimden aktığı gibi yazıyorum. Çok eski bir kitabımı okuduğumda parlak zekâ gördüğüm olur. Hiç yontulmamış halimi görürüm. O yaşta bunu nasıl düşünmüşüm diye düşünürüm.

Çocukluğunuzu korumak kolay oldu mu sizin için?

Kolay değil yine ben bir çocuğum. Birisi bir söz söyler gözlerim dolar. Bir şeyi mesele yapabilirim içimde ama göstermem. Bir şey yazarım. Beni yazdıran belki o içimdeki hüzünlü deniz. Bir gece olur, gecenin ışıkları yanar, yollar çıkar. Müzikholler çıkar. Her şey olabilir. Unuturum o üzüntüyü. O kadar uçmama, pikeler yapmama rağmen gayet mantık çizgisi içinde yürüyen biriyim ama aşırılıklarım da vardır. Şimdikileri görünce ama normalmiş diyorum. Belirli yaştayım ama ben yine çocukluğumu ve gençliği yaşıyorum. Muhteşem bir çocukluk yaşadım ama gençliğimi tam yaşayamamışım. Fotoğrafım bile yok. Hayattan istediğim bir 15 yılım var. Tekrar yaşamak aynaya bakınca o gözleri, o saçları görmek, o kahkahayı atabilmek. İnsan yaş aldıkça gençliğin ne olduğunu anlıyor. 17-18 yaş olağanüstü bir şey ve söylediğim 12 yaş. Bir eşik. Farkına varıyorsun ama gençliğinin farkına varmıyorsun. Şimdi durmadan plastik ameliyat yaptırıyorlar ama gençlik çok dokunulmaması gereken bir şey. Ekin tarlasında esen bir rüzgâr gibi. Ankara Eymir gölünde başlayan bir aşk gibi.

Öykülerinizi Ankara’da yazmışsınız. Şehirlerin yaşamınızdaki izleri neler? Her biri sizin için ne ifade ediyor? 

İstanbul-Ankara arası kanlı bir mendil benim için. Hayatım bu. Şimdi Bodrum’dayım. Bodrum’da İstanbul’u düşünüyorum. 18-19 yaşımda Ankara’dan bir haftalığına çıktım şehre 35 yıl sonra döndüm. Bodrum’a da 10 günlüğüne geldim 3,5 yıldır buradayım. Bodrum’u da seviyorum ama büyük şehri özledim. İstanbul’u, Chicago’yu, New York’u özledim. Bodrum’da kışı seviyorum. Yağmur yağıyor kış denizi lacivert, sokaklarda in cin yok. Resim yapacak olsan boyayı bulamıyorsun. Sürgünde gibisin ama çok güzel. Beni İspanya’ya götür şimdi roman yazayım. Hayal kuruyorum, kurguluyorum. Yeni bir kitap planım da var ama gençlere ulaşabilmek için sesli mi yapayım diye düşünüyorum. 

Neden öyle düşünüyorsunuz?

Çoğu okurum olan kişiye rastlıyorum 10 yıldır okumuyorum diyorlar. Japonya’da, Fransa’da, İngiltere’de insanlar okur.