Ülkenin toplam geliri artarken, kişilere düşen gelirin pek değişmemesi...

Ülkenin toplam geliri artarken, kişilere düşen gelirin pek değişmemesi, zenginleşmenin kişilerin hayatına yansımaması sadece körfezdeki petrol zengini ülkelerde olmuyor; hızlı zenginleşen ülkemizin de aralarında olduğu birçok G-20 ülkesinde gelir dağılımındaki eşitsizlikler hızla artıyor. ABD’de Warren Buffet (‘finans dehası’) ya da Bill Gates (Microsoft) gibi ABD’nin en zenginlerinden bilinenler kendilerinden daha fazla vergi alınması için harekete geçiyor. Hem toplumsal dokuda kutuplaşmayı önlemek, hem de ekonominin hareketlenmesini sağlamak gibi gerekçeleri var. Gelir dağılımındaki adaletsizliğin yarattığı, yaratabileceği duyguları incelememizi sağlayacak bir deneyden söz edeyim.

Size havadan 100 TL vereceğim, desem, ama bir şartla. Verdiğim paranın bir miktarını yanınızdaki kişiye vereceksiniz. Bu miktarı yanınızdaki kabul edip alırsa, para sizin. Yanınızdaki kabul etmez ise, 100 TL’yi geri alacağım. Yanınızdaki ne kadarını verirsiniz? Eh, bir 10 TL veririm artık diyorsanız, 100 TL’yi unutun gitsin. Bu deneyin yapıldığı değişik kültürlerin ve toplumsal sınıfların hepsinde 30 TL’den aşağısına ‘yanınızdakiler’den kimse razı olmamış. Kendisine pay olarak verilen para havadan da gelse, belli bir oranın altına düştüğünde kendisininkini de ana parayı alanınkini de yakmaktan çekinmemiş. Haksızlık hissinin nasıl doğduğunu anlamak için bu deney üzerine düşünmek ilginç oluyor. Kişi yanındakine kaç para verildiğini bilmediğinde verilen neyse onu kabul ederken, kendisine düşen payın oranını tayin edebildiğinde adalet terazisini kullanmaya başlıyor. Adaletsizlik ile karşılaştığımızda içimizde uyanan ana duygu öfke, havadan gelen 10 TL yerine sıfır alma pahasına ötekinin de kısmetini kestiriyor.

Bu deneyi duyan ülke yöneticilerinin ilk yapması gereken genel gelirlerdeki artışı devamlı söylemek, ülkeye giren paranın bolluğu ile şişinmek yerine kazanılanı gizlemek olabilir. Böylece hepimiz payımıza düşenin genel içindeki oranını bilemeyeceğimiz için, öfke duygumuz tetiklenmez, önümüze konana razı oluruz. Ne akıl ama…

Bu yaklaşımı özellikle taşra zenginlerinin bir kısmında gördüğümüz memlekette kazanıp, İstanbul’da (ya da yakındaki metropolde) harcama alışkanlığının kaynağında bulabiliriz. Insanların gözüne sokmamayı tevazuya olduğu kadar, öfke uyandırmama amaçlı bir savunma çabasına da bağlayabiliriz.  Ancak günümüzde bu alışkanlığın gösteriş meraklısı yeni zenginlerin iştahı karşısında yenik düşmesine paralel olarak ülke yöneticileri de toplumun çoğunluğuna ucundan kıyısından bir pay verdikleri bir zenginlikle şişiniyorlar. Ya toplum bu zenginleşmenin hak edilerek kazanılmış bir kazanma sürecinin ürünü olduğuna inanıyor (deneydeki para havadan gelmişti) ya da ‘ne verilirse alalım, hiç yoktan iyidir’ düşüncesini benimseyerek hareket ediyorlar. Bir bakıma rasyonel olan düşünce bu değil mi? Eğer düşünüş tarzımızda böyle bir değişiklik olduğuna inancımız yoksa, toplumun çoğunluğu zaten rasyonel değildir; adaletsizlik hissine kapıldıklarında öfkeyle kendi kazançlarını da yok ederler, sonucuna varan deneyi kendimiz için yeniden tasarlamak gerekiyor. Belki deneyde bir hata var.