Referandumun gerçekleştiği 16 Nisan gününün akşamı, “Hayır” diyenler için sonuç çok açık. Sonucun iki yüzü var. Diğer bir deyişle, sonuç Janus yüzlü. Bir yüzü sağa, bir yüzü sola bakan iki yüzlü tanrı Janus sol/sosyalist siyaset açısından bir yol haritasına işaret ediyor

“Hayır” sesleri, kuraklık sonrası nisan yağmurlarıdır

Gamze Yücesan Özdemir

OHAL koşullarında zor, baskı ve şiddetin hüküm sürdüğü günlerde memleketine ve memleketinin yarınına sahip çıkanlar inadı, iradeyi ve umudu yoktan var ettiler. Anayasa değişikliğine “Hayır” diyenlerle buluşmak için kapı kapı, mahalle mahalle büyük bir seferberlik ortaya kondu. Herkes kendi “Hayır”ını büyütmeye çabaladı. Tüm “Hayır” çalışmasına rengini veren ise karanlık bir gökyüzü altında halk sınıflarının umutlu sözleri ve coşkulu eylemliliği idi.


Referandumun gerçekleştiği 16 Nisan gününün akşamı, “Hayır” diyenler için sonuç çok açık. Sonucun iki yüzü var. Diğer bir deyişle, sonuç Janus yüzlü. Bir yüzü sağa, bir yüzü sola bakan iki yüzlü tanrı Janus sol/sosyalist siyaset açısından bir yol haritasına işaret ediyor.

Janus’un sola bakan yüzü, memleketin çoğunluğunun “Hayır” dediğini görüyor. 14 yıldır süren siyasal iktidara, yasama, yürütme ve yargının tek elde toplanmasına ve siyasal iktidarın sahip olduğu tüm olanaklara rağmen demokratik kültüre sahip çıkanları, ilericiliği ve Anadolu aydınlanmacılığını yok edemediler. 14 yıllık bitmez tükenmez çabaya rağmen bu topraklardaki cumhuriyetçi ve ilerici birikimi silip süpüremediler.

Janus’un sağa bakan yüzü ise, yönetenlerin gönülsüz bir “Evet” eşliğinde “Hayır”ı kabul etmediğini görüyor. Görünen o ki, Yüksek Seçim Kurulu (YSK)’nun mühürsüz oy pusulalarını geçerli sayması, «Hayır”ın sandıktan çıkmasını engelledi. Sandıktan “Evet” çıkaracak bir YSK’nın olması, siyasal iktidarın ve yönetenlerin tüm kurumsal ve yasal yapıları eline geçirdiğini gösteriyor. Siyasal iktidar karşısında hiçbir kurumsal ve yasal fren kalmadığı ortaya çıkıyor.

Bu manzara karşısında sol/sosyalist siyaset için yol haritası da belirginleşiyor. “Hayır” çağrısı, halk sınıflarının çağrısıdır. Bugün ilerici kazanımları savunacak ve yarına taşıyacak mücadelenin öznesi onlardır. Bu ülke insanının temsili siyasete emanet edebilecekleri bir şey kalmamıştır. Her emanetin ihanetle cevaplanacağına olan inançları artmıştır. Dolayısıyla, baskıya ve gericiliğe karşı durabilmek, halk sınıflarının burjuva parlamenter sisteminin içinde sıkışıp kalmadan, demokratik katılım haklarını kullanarak siyaset yapabilmeleri ile mümkündür. Katılımı artırmanın yolu, “Hayır” çalışmasının önemli bir parçası olan Haziran Meclisleri tarzı özörgütlülüklerdir. Memlekette ilerici ve cumhuriyetçi birikimin savunusu ancak solun yeniden bir halk hareketi olarak örgütlenmesi ile gerçekleşebilir.

“Solu yeniden bir halk hareketi olarak örgütlemek” diyorsak, referandum öncesini, sonuçlarını ve sonrasını doğru kuramsal ve kavramsal araçlarla okuyabilmeliyiz. Tam da bu noktada, sol içi tartışmalara büyük ölçüde sızan burjuva bilme ve kavrama biçimlerinden haberdar olmak gerekiyor. Nedir bu sızmalar? İlki “seçmen” kavramıdır. “Seçmen ne dedi?”, “MHP seçmeni nasıl tavır aldı?” gibi sorular etrafında dönen tartışmalarda özne olan “seçmen”, burjuva siyasal alanında yer alan ve kendi tercihlerini ortaya koyan bir birey olarak tarif edilir. “Seçmen”e yüklenen bu “bireysel tercih” kavrayışı yerine, seçmenleri sınıfsal ve tarihsel olarak belirlenen toplum kesimleri olarak analiz etmeliyiz. Toplum kesimlerinin tarihsel ve kültürel kodları ile içinde bulundukları yapısal bütünlüğü tartışmak esas olmalıdır.

İkincisi, siyasi alanın, siyasal olanın özerkliği meselesidir. Siyasal alanı özerk kılan analizler, burjuva temsil sisteminin sorunlarına, muhafazakarlığa, cumhuriyetçiliğe ve kültürel çatışmalara sıkışmaktadır. Azgelişmiş ülkelere mahsus kapitalizmin en iyi başardığı şey iktisadi ve siyasi alanı muhalifler için ayırıp, muktedirler için birleştirmektir. Buradaki başarı, iktisat ile siyasetin kapitalizmdeki özsel birlikteliğine karşı, bu alanların biçimsel ayrımının muhalefete kabul ettirilmesidir. Oysa kapitalist toplumsal yapı bu iki alanın hiç olmadığı kadar birbirine bağlandığı bir yapısal nitelik sergiler.
Referandum sürecini sınıf ilişkileri üzerinden okumak, burjuva bilme ve kavrama biçimlerinin sol içi sızmalarına karşı bize tarihsel ve toplumsal bir analiz imkanı sunar. Referanduma ilişkin anketler, raporlar da ancak bu çerçeve içerisinden yorumlandığında toplumsal gerçekliğin üzerindeki sır perdesini kaldırabilir.

“Hayır”a sınıfsal bakış
lpsos Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nün “16 Nisan Anayasa Değişikliği Referandumu Sandık Sonrası Araştırması”nın verilerine bu çerçeveden baktığımızda referandum tercihlerinin görünmez ama belirleyici unsurlarının kapitalist üretim ilişkilerine eklemlenme düzeyi ve emek piyasasına dahil olma biçimi olduğunu görürüz.

Kapitalizme eklemlenme düzeyleri arasındaki farkın en belirgin göründüğü alan kent ve kır ayrımı. Kentlerde yaşayanların yüzde 51’i “Hayır”, kırda yaşayanların yüzde 62›si ise “Evet” diyor. Kentlerde yoğunlaşan sermaye birikimi, vasıflı/eğitimli işgücü ve kurumsallaşmış kapitalist üretim ilişkileri, siyasal tercihleri çoğunlukla “Hayır” yönünde şekillendiriyor. Diğer yandan, son dönemde kır radikal biçimde dönüşmüştür. Yoksuldur. Kendi kendine yetememekte ve kentlerden buralara akan destek mekanizmaları ile ayakta durmaktadır. Kırın bağımlılık ilişkileri derinleşiyor. Kırdaki emekçilerin büyük çoğunluğunun eğitim olanaklarının sınırlılığı ve vasıfsız işlerde istihdamı, kırın yalnız iktisadi değil, sosyal, kültürel ve ideolojik alanlarını da kısırlaştırıyor. Bu durumda siyasal tercihler de, çoğunlukla “Evet” yönünde oluyor.

Emek piyasasına dahil olma biçimi de tercihleri şekillendiren bir başka boyut olarak karşımıza çıkıyor. Emek piyasası, üretim ilişkilerinin yaşam bulduğu bir ortam olmanın yanı sıra kişilerin toplumdaki gerçek yerlerini ve sınıfsal konumlarını da belirliyor. Emek piyasasında bir şekilde var olan (yarı zamanlı işçi-öğrenci, emekli, işsiz, çalışan) tüm kesimlerde “Hayır” yüzde 50’nin üzerinde. İşsizlerin yüzde 58’inin tercihi “Hayır.” Kurumsallaşmış emek piyasası ilişkilerini deneyimleyen kesimler “Hayır”a yönelirken, paternalist ilişki ağlarına hapsolmuş olanlar çoğunlukla “Evet”e yöneliyor. Bu paternalist deneyimler, ev kadınlarının yüzde 65’inin “Evet” tercihini de açıklıyor.

Emek piyasasına dahil olma düzeyleri ve biçimleri eğitim ile de doğrudan ilişkili. İlkokul mezunlarının yüzde 70’i “Evet” derken, üniversite mezunlarının yüzde 61’i tercihini “Hayır”dan yana kullanıyor. Bu durum, vasıflı ve nitelikli emek gücünün konumunu ortaya koyuyor.

Emek piyasasındaki herkes için geçerli olan ve referandum sürecinde belirleyici olan bir diğer konu: Borçluluk. Son yıllarda ücretlerin milli gelir içindeki payı düşerken emekçiler gündelik hayatlarını ciddi oranda borçlanarak sürdürüyor. Son zamanlarda, ekonominin genel istikrarsızlığı, borçlanmayı ve borç ödemelerini kontrol edilemez hale getiriyor. Borçlanma emekçiler için ikili bir sonuç doğuruyor. Bir yandan bağımlılıktan kopuş eğilimi güçlenirken, diğer yandan belirsizlik ve korku bağımlılığı sürdürmeyi güçlendiriyor. Referandumda emekçilerden gelen kesin ve güçlü itiraz, bağımlılığı sürdürme değil kopuş eğiliminin güçlendiğini gösteriyor.

“Sınıf ile neyi ne kadar açıklayabilirsiniz” diyerek sınıf analizini küçümseyen yaklaşımlara inat, “Hayır” sınıfsaldır. “Hayır” toplumsal emek gücümüzün büyük bir çoğunluğudur. “Hayır” kurumsallaşmış kapitalist üretim ilişkilerine hizmet sektöründe, sanayi sektöründe ve/veya bilişim sektöründe emeğini satarak ya da satamayarak dahil olanlardır.

Nisan yağmurları ve Nisan Tezleri
Referandumda yükselen “Hayır” sesleri, uzun bir kuraklıktan sonraki Nisan yağmurları gibiydi. Nisan yağmurlarını hazırlayan unsurlardan biri de “Hayır” çalışmasında öne çıkan Haziran Meclisleri tarzı özörgütlülük deneyimleriydi. Haziran Meclisleri’nde, halk sınıfları sözüne/geleceğine sahip çıkma enerji ve yaratıcılığı sergiledi. Haziran Meclisleri, geniş toplum kesimlerinin özlemlerini dile getirebilecekleri ve demokratik özyönetimin oluşabileceği yapılar olarak önemli potansiyellere ve hayal gücüne sahip olduklarını gösterdiler. Dolayısıyla, meclis çalışmalarını ve buralarda üretilen söz ve eylemliliği hayatın bütün alanlarına yayarak yarına taşımak önemlidir. Solu yeniden bir halk hareketi olarak örgütlerken, meclis birikimi değerlidir.
Meclislerin sınıf bilincinin ve toplumsal bilincin gelişmesi sürecinde üzerinde durabileceği iki konu öne çıkıyor: Emekçilerin adalet arayışı ve yurttaş olarak kabul edilme talebi. Bu direnme ve talep noktalarını açığa çıkarmak, gelecek dönemin önemli mücadele başlıkları. Zira bir sosyal bilimcinin sözleriyle, “toplumsal bilincin gelişmesi, bir şairin kafasının gelişmesi gibi, son tahlilde, hiçbir zaman planlanamaz.”

Nisan yağmurlarını yarına taşıma arayışında Lenin’in Nisan Tezleri’nin eleştirel ve yaratıcı gücünü de hatırlayalım. Nisan yağmurları için çabalayan meclislerden, Nisan Tezleri’nde öne çıkan konseylere selam olsun!