İlke KAMAR Hayvanat bahçesinde uzun yıllar kafeste hapsedilmiş bir gorilin yaşamını düşünün. ‘Esaret endüstrisinin’ parçası olması bir yana, tüm duyusal mekanizması ve davranışsal dengesi bozulmuş olarak yıllar boyunca onu seyreden bakışların merkezinde yer alır. Hayvanat bahçesinde onu ve diğer canlıları görmek için ödeme yapan ziyaretçinin seyirlik bir anının öznesi olur. Artık bir eşyadan farksız olan […]

Hayvana dair kuramsal yaklaşımlar
İlke KAMAR

Hayvanat bahçesinde uzun yıllar kafeste hapsedilmiş bir gorilin yaşamını düşünün. ‘Esaret endüstrisinin’ parçası olması bir yana, tüm duyusal mekanizması ve davranışsal dengesi bozulmuş olarak yıllar boyunca onu seyreden bakışların merkezinde yer alır. Hayvanat bahçesinde onu ve diğer canlıları görmek için ödeme yapan ziyaretçinin seyirlik bir anının öznesi olur.

Artık bir eşyadan farksız olan hapsedilmiş ‘hayvan’, duygusal dünyamızda bağlantı kurduğumuz ‘şeye’ dönüşür. Dahası, ondan fazlasını isteriz. Donmuş, kımıltısız, karşılıksız bir halde görmek pek mutlu etmez bizi. Tüm uyarılarımıza cevap vermesini bekleriz. Ve daha da kötüsü o goril artık ‘seyirlik’ olarak önümüzdedir. Hissettikleri, acıyı, mutsuzluğu, korkuyu bilmeyiz, düşünmeyiz de… Gördükleri kötü muameleleri de…  John Berger,  ‘Hayvanlara Niçin Bakarız’ kitabında, insanla hayvan arasındaki ilişkinin geldiği noktayı hayvanat bahçesindeki karşılaşmada ‘göremediklerimiz’ üzerinden anlatır: “Bu hayvanlara nasıl bakıyor olursanız olun, hayvan ister parmaklıkların tam karşısında dursun ister sizden bir adımdan daha az mesafede olsun, isterse insanların olduğu yere, dışarı doğru bakıyor olsun, mutlak olarak marjinal kılınmış bir şeye bakıyorsunuzdur ve ne kadar yoğunlaşırsanız yoğunlaşın, bu onu merkezlemeye asla yetmeyecektir.” Berger’e göre bir kafese kıstırılan hayvan olsa da insanın kendisini de kapana ittiğini söyler. İki türün birbirine yabancılaşmasının sonuçları sadece hayvanat bahçeleri değil tabii. Tarihsel süreçte insanın hayvana bakış açısının değişimi, hayvanlar üzerindeki birçok sadistçe uygulamaları da beraberinde getirdi.

GIDA İÇİN ÖLDÜRMEK

Örneğin birçok ülkede yumurta endüstrisi, genel tarım politikalarına göre horozları kuluçkalama döneminden sonra yumurtlamadıkları için öğütme makinesinden geçirebiliyor. Bu vahşi uygulamanın yasal olması ise oldukça düşündürücü. Ya da uyuşturulmuş bir aslanla fotoğraf çektirmenin zavallı hazzı! Bir tarafta sevip, sahiplendiğimiz ve birlikte aynı evde yaşadığımız hayvanlar ama diğer tarafta ötekiler. Tavuk, balık, domuz, inek, koyun, keçi, ördek, kaz gibi hayvanlar sadece tepkileriyle sempatimizi kazanırken, onların ‘yenilebilir hayvanlar’ kategorisine alınması çok da üzerinde düşündüğümüz bir konu olmuyor. Gıda için bazı hayvanların öldürülebiliyor olması! Son yıllarda kültürel çalışmalar disiplini ırkı, sınıfları, toplumsal cinsiyeti, cinsellikle ilgili tartışmaları ve bu konudaki önyargıları, tahakkümü, eşitsizliği, sömürüyü değerlendirse de insan dışındaki türlere karşı özgürleştirici yeterli bir yaklaşım getirdiği söylenemez. Genellikle çalışmalarda insan merkezli kavramların tartışıldığını görüyoruz. Bu açıdan İngiltere Kent Üniversitesi Modernist Edebiyat Bölümü öğretim görevlisi Derek Ryan’ın ‘Hayvan Kuramı- Eleştirel Bir Bakış’ adlı kitabı önemli bir çalışma. Ryan, ‘hayvan’ ve ‘hayvanlık’ kavramlarına dair teorik tartışmaları tarihsel bir süreçte ele alırken kitabın merkezine insanın hayvana karşı bakış açısının nasıl değiştiğini konumlandırır. Bunu yaparken insanın düşünce dünyasında hayvanlarla karşılaşma anına odaklanır. Çünkü Ryan’a göre modern dünyada insanın hayvanlarla karşılaşmasıyla oluşan düşünce en kritik konu. Kitap, hayvanların, hayvanlık durumunun kuramsallaşmasının iki dönemine yoğunlaşır. Birincisi klasik felsefecilerin hayvan hayatını sistematik olarak ele almaya başladığı Eski Yunan diğeri ise Aydınlanma’yı etkilemiş olan 17. yüzyıl Avrupası. Bu iki dönemin önemi antroposantrik olmayan marjinal yaklaşımları da barındırması. Bunun sonucu olarak da yazar çalışmasının başında okuru binlerce yıl önceye taşır. Aristoteles, Descartes ve Plutarhos’tan yani Antik Çağlardan başlatıyor kuramsal tartışmaları. Ryan, hayvanların insan temsilleri olarak değerlendirilmesi, insanın hayvanlığının tartışılması konularına giriş yapmakla kalmıyor, kapsayıcı bir çağrıda bulunuyor.

AKADEMİDEKİ HAYVAN KURAMLARI

Aynı zamanda çalışma, hayvanların gündelik hayatları ve dünyalarının araştırılması, onlara etik yaklaşımları da kapsıyor. Coral Adams’ın ‘kadınları hayvanlaştıran, hayvanları da cinselleştirip dişilleştiren bir davranışlar bütünü olarak’ tanımlanan, ‘Etin Cinsel Politikası’ gibi burada saymakla bitiremeyeceğimiz birçok tartışma sayfalarda yer bulur. Ryan, çağdaş yazın metinlerinin yanı sıra, genel olarak literatürde hayvanlarla ilgili edebi okuma örneklerini de metne dahil eder. Özellikle, hayvan figürlerinin metinlerde çoğunlukla metaforik, sembolik veya alegorik şekilde ele alınmasına dikkat çeker.

Bununla birlikte kitapta, Friedrich Nietzsche’nin materyalist ontolojisinden Donna Haraway’in feminist felsefesine uzanan metin çeşitliliği var. Ryan, psikanalitik kuramda Sigmund Freud ve Jacques Lacan’ın çalışmalarını da araştırır, bu konudaki tartışma ve soruları gündeme taşıyacak bir sorgulama sunar. Özellikle psikanalitik kuramda hayvanlar hakkındaki kuramsal metinlerin simge ve metaforlara sıklıkla dönüştüklerini tartışırken, bu metaforların insani çıkara nasıl evrildiğini sorgular. Kitapta sunulan her bölümde farklı bir konu ve tartışma mevcut. Birinci bölüm hayvanlar hakkında belirli düşünme yollarına odaklanırken, ikinci bölümde ise ‘insanları hayvanlar’ olarak düşünmeyi ele alır. ‘Hayvan Ontolojisi’ adı verilen bu bölüm Nietzsche, Deleuze ile Guattari ve Haraway’in temel çalışmalarına odaklanır. ‘Hayvan Hayatını’ anlattığı üçüncü bölümde yazar, insanların gündelik hayatta hayvanlarla nasıl ilişkilendirildiğini anlatır. Son bölüm ise ‘Hayvan Etiği’ başlığını taşıyor. Bu bölümde hayvan ıstırabı ve sömürüsü sert bir şekilde karşımıza çıkar. Etik yaklaşımlardan Singer’ın faydacılığı, Regan’ın hayvan hakları kuramı, Nussbaum’un yapabilirlikler yaklaşımının incelenmesiyle sonlanıyor. Yazar bilinenin aksine İlk Çağlar da bile hayvanların suistimal edildiğini ve onları yememek gerektiğini savunan hatırı sayılır düşünür olduğuna dikkat çekerek o günden bugüne nasıl gelindiğini anlatmaya çalışıyor. Gerçekten de nasıl geldik!