Redaksiyon dergisi tarafından düzenlenen Haziran '13 Direniş ve Gelecek Sempozyumu tek günlük söyleşi dizisi ile sürüyor.

#Haziran13: Bizim yaralarımız bizi güzelleştirir

Redaksiyon dergisi tarafından düzenlenen Haziran '13 Direniş ve Gelecek Sempozyumu tek günlük söyleşi dizisi ile sürüyor. 25 Mayıs'ta 45'likler dizisi ile başlayan söyleşilerde Handan Koç, Evren Hoşgör, Serdal Bahçe, Tarık Şengül ve Alper Taş yer almıştı.

11.00 Ercan Kesal - En Uzun Koşu
Bizim yaralarımız bizi güzelleştirir. Herkesin hissettiği ama kimsenin açıklayamadığı o esrarengiz güç. Gezi'de ya da başka bir yerde pervasızca sokağa çıkan çocukların duygularındaki şeydir, ihtiyacımız olan. Türkiye'nin gömülü ruhu Gezi'dir. Tüm bunlar bir başka kelimeyi aklamı getiriyor. Aynı yaprak üzerindeki bir metnin başka bir metne eklediği, ama eski metni de gizlemeyen bir parşömen kağıt. Bu yüzden en yeni metin bile daha önce yazılmış bir metne dayanır. Her metin başka metinlerden izler taşır. Gezi'de yazılan her şey bir palamseste yazılır gibi insanların geçmişine yazıldı.

12.16 Hayri Kozanoğlu
Ortadoğu coğrafyasında, isyan hareketlerinden Tunus dışında sahip çıkılacak bir damar kalmamış görünüyor. Ama en azından, 5 yıl önce konuşsak yaygın medyada Arapların miskin bir halk olduğu söylenirdi. Bu hava dağılmış durumda. Evet, burada Kobane'den söz etmek gerekir. IŞİD'e karşı bu onurlu direnişten. Ama burada Suriye'de diğer direnme güçlerine haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Amerikadan beslenen cihadist çetelere karşı direnen Alevilerden, Hristiyanlardan kimse bahsetmiyor. Çünkü onları yıkılmaya çalışılan rejimin parçası olarak görüyorlar.

Bu mücadelelerinin bir yönü kimlik ve tanınma ekseninde ortaya çıkıyor. Bir diğer eksen de dünyanın lanetlileri diyebileceğimiz evsizlerin, seyyar satıcıların, yoksulların mücadeleleri olarak biçimleniyor. Üçüncüsü örgütlü emekçi kesimlerini bu kapsamda değerlendirebiliriz. Zaman zaman işçi sınıfının toplumsal muhalefetin önemli bir gücü olmaktan çıktığından söz edilir. Ama en son metal işçilerinin direnişinde olduğu gibi, toplumsal muhalefetin çok önemli bir dinamiği olmaya devam ediyor. Geçmişe bakarsak Tekel direnişi ki, üretimden gelen bir gücü kullanmamasına rağmen toplumun değişik kesimleri de direnişe katması bakımından önemliydi. Bunun yanına mutlaka öğrencileri de eklemeliyiz. Öğrenci hareketi İngiltere'de, Şili'de ve başka coğrafyalarda önemli direnişler geliştiriyor. Bize düşen bunları birleşik bir zeminde ilerletebilmek.

Syriza, kapitalizmin içinde girdiği kriz karşısında en fazla faturayı ödeyen coğrafyaların başında Avrupa'da Yunanistan geliyordu. Syriza, kendi açısından iyi bir manevra yaparak kendi dışındaki sol partileri, hareketleri ortak bir çatı etrafında toplayabildi. Syriza'nın talepleri Keyneysen talepleriydi. Mülkiyet ve güç ilişkilerini değiştirmeyi öngörmeyen, uygulanabilir bir anlamda Avrupa burjuvazisinin akil adamlarının da önerdiği bir gelişme içinde çıktı. Avrupa'da Syriza'ya karşı önüne kapatmaya çalıştı ancak halkın iradesini Syrizayı iktidara taşıdı. İkinci baskı da seçilmesinin ardından gündeme getirildi. Syriza sıkıştırıldı.

Podemos, meydanlardaki isyan hareketinin içinde gelişti. Ancak, şu görüldü ki meydanlarda kurulan her şey anlamlıydı ancak bunun çok uzun sürmesi rasyonel değildi. Hayatın aktığı yerlerde etkin olmak gerekiyordu. İspanya, ev alırken borçlanan ancak bunu ödeyemediğinde çok acımasız biçimde hacizler gerçekleştiriliyordu buna karşı gelişen eylemler, ikinci olarak eğitim ve sağlık alanında yaşananlara karşı örgütlenen dalga muhalefetler Podemos'un siyasal bir seçeneğe dönüşmesinde etkili oldu. Podemos, kendisini radikal demokrat olarak görüyor. Ancak burada biz radikal demokrat derken daha çok Türkiye'deki sol liberallerin tanımını kabul ederiz. Onlar muhalefeti daha çok parçalı olarak ekoloji, kadın mücadelesi gibi alanlar üzerinden muhalefeti tanımlamaya çalışıyor.

Bu anlamda Podemos'un radikal demokrasisiyle HDP içindeki bu kesimlerin radikal demokrasi pek de birbirine benzemiyor. HDP, bir bakıma buralardaki merkez sağa ve sola karşı gelişen tepkilere benziyor. HDP bir anlamda sol liberal politikalara yakın, kamuculuğu savunamyan, aydınlanmayla ilişkilenmeyen ama baskıcı bir hükümete karşı duranların bir koalisyonu gibi. Bunları seçimlere ilişkin bir tutum ekseninde söylemiyorum. Ama 7 Haziran ve sonrasında Birleşik Haziran Hareketi daha ilkeli davranan, toplumun güç ve mülkiyet ilişkilerini değiştirmeye çalışan bir harekete ne kadar ihtiyaç olduğunu ifade etmek için söyledim.

12.52 Güven Gürkan Öztan
Bardağın boş tarafına bakmaya çalışacağım. Bir yılı aşkın süredir ama daha öncesinde de Haziran direnişinden bu yana hatta Birleşik Haziran Hareketi'nden evvel de bu dinamizmi nereye taşıyacağız diye konuşuyorduk. Bir seçim gündemi geldi ve bu seçim gündemi hiç de tartışmalarının önünü açıcı bir zemin sunmadı. 7 Haziran'dan sonra politik olarak daha nitelikli tartışmalar yapabileceğiz. Haziran'ın önemi da daha iyi görünecek. Ama daha zorlu bir dönemde sorumlulukları da artacak, yani asıl Haziran'ın sınavı şimdi başlayacak.

Bir yandan toplumsal tabandaki ayrışmaların ve sınıfsal mücadelenin yerine ikame edilmeye çalışılan -etnik, dini ve kimlik temelli- çatışma alanları devletin yeni mücadele biçimi olarak karşımıza çıkıyor. Coğrafi olarak baktığımızda radikal sağ hareketlere devrimci güçlerle arasındaki denge ne durumda. Hayri hocaya bir kaç ek yapmak mümkün. Doğu Avrupa çok konuştuğumuz bir yer değil. Buralarda özellikle 3-5 yıldır gelişen sol muhalif hareketler var.

Parçalı ve reaksiyon hareketler. Buralarda aynı zamanda sağ örgütlenmeler de gelişiyor. Syriza ve Podemos'tan farklı olarak Doğu Avrupa'nın toplumsal hafızasında sağ baskıcı iktidarlara karşı direnme tarihi var. Fakat o kadar parçalı ve reaksiyoner ki o pratiklere baktığımızda enternasyonel mücadeleye eklemlenemediği için bizim ajandımız dışında. Aynı zamanda buralarda sağ, paramileter örgütlenmeler de var. Avrupa'da pek çok noktada sağ faşist güçlerin devrimci güçler karşısında etkinlik kazandığı bir durum var. Bu devletin yeni tip örgütlenmesinin bir sonucu.

Türkiye'deki duruma bakarken, dünyadaki durumla benzerlik ve farklılıkların ayırdına varmak gerekir. Genel olarak Podemos ve Syriza başardı, benzer bir dinamik bu şekilde ve bu yöntemlerle oluşturulabilir diye bir fikir var. Ve bu başarılı olma Türkiye'nin savrulduğu yerden hızla sola doğru yöneltebilir, yönünde bir fikir var. Mesela HDP desteğini de biraz buralarda aramak gerekir. Elbette dünyadaki gelişmeler önemli ve bizim mücadelemizin de bir parçası. Fakat bütün bu mücadelelerin yanı sıra her ülkelenin kendi iç dinamikleri var. Bunları bir kenara koyduğunuzda, aslında bir mücadelenin kendi iç dinamiklerini gözden kaçırmış oluyoruz.

Sol, sosyalist ve muhalif kesimde Haziran direnişine ilişkin iki temel yaklaşım var. Birincisi Haziran nostaljisi yapmak. Anı dondurmak, güzel şeyleri yeniden çıkarmak. Ama onu yaparken bir daha gerçekleşme imkanın ortadan kaldırmak. O ana hapsetmek. Diğeri bütün direniş hareketlerinden bir Haziran çıkartmaya çalışmak, renodan çıkar mı petkimden çıkarmı diye düşünmek. Bu da kabul edersiniz ki pek farklak değil. Diğeri de Haziran'da olmayan ama ondan nemalanan bir yaklaşım. Bütün bu denklemi bozacak, yeni bir pozisyona geçecek bir dile ihtiyaç var. Burada benim tehdit olarak altını çizmeye çalıştığım aşırı bir mezhepçiliğe karşı, iktidara karşı ama bir şekilde ona eklemlenmiş bir liberal eksen var. Bir de daha tabandaki etkin olarak gelşine faşist bir gelişme var.

Burada ne yapılabilir. Radikal demokrasi meselesi var, bununda altını çizmek gerekir. Sosyalist olmak bir kimlik meselesi değil. Bu kazanılan, uğruna mücadele edilen bir kimlik. Kimliğinin üzerinden bir hat açmakla sosyalistliği bununla eş değer kılmak bir strateji olamaz. Dolayısıyla mücadele edilerek kazanılmış kimlikleri eksenindeki bir mücadeleyi nasıl örgütleriz, buna bakmalıyız. Haziran Hareketi'nin 13 Şubat boykutu bu anlamda önemli. Somut taleplerle, geniş kesimlerin birlikte eylemini mümkün kıldığı için önemli. Bu radikal demokrasinin kimlikler çokluğuyla ilişkisi olmayan başka biçimde halkın farklı kesimlerinin taleplerinin içerebilen bir çokluktu.

14.23 Yasin Durak
Haziran'ı kimse tahmin edememiştir. Beklenmedik, umulmadık, her şeyin kötü olduğunun düşünüldüğünü anda ortaya çıktı. Planlı, programlı birikimsel bir süreç burjuvazi tarafından da gözlemlenebilir, tedbir alınabilirdir. Haziran'da gördüğümüz bir şey var, benim gibiler Haneke filmleriyle eleştiriler yaparken 19 yaşındaki gençler popüler filmlerle düzeni eleştiriyordu.

14.47 Selçuk Candansayar
Gezi'den sonra kimi riskler üzerine de düşünmek gerekir. Bunlardan birisi tarihsizlik ve her şeyi şimdiden ibaret görmek. Zaten bizzatihi göçebe durumdayız. Aynı yerde olsak bile, aynı mekanda uzan süre duramıyoruz. Bir kere kendiliğinden sürekli hareket eden, bir yerde kökleşemeyen bir nüfus yapısına sahibiz. Bununla taşeronlaşmayı eşleştirelim. Nasıl eşleştirelim, güvencesi olmayan, sürekli işini değiştiren, hareket eden insanlar aynı zamandada bir yerde duramıyorlar. Bu ana değişen çerçeveyi en temele alırsak, ortak özelliklerinin tarihsizleşme olduğunu görürüz. Geçmiş-şimdi ve gelecek dizgesinde bir tarihim var ve bir mekanım var algısının ortadan kalktığı bir dünyadayız. Bu da eskiyle bağını kopartan yaklaşımları üretiyor. Bir diğer noktada güç arzusu. Gezi'ye yönelik de kimsenin sahibi olmadığı, öncesinde asla olmamış ve bir daha olmayacak bir güç atfetme durumu var. Bu da önemli bir risk.