Geçen hafta demiştim. Ancak, bir zamanlar “Heidi’nin çıplak ayaklarıyla yürüdüğü bu ülkede”, ben şu beynimdeki “telif” kurtçuklarıyla dolaşamam. Yazmalıyım. Sırtımı dönüp Alplere bir yerlerde, yanımda getirdiğim notlarla, kurtlarımı dökmeliyim biraz hiç değilse. Ama bu konularda emek veren BİROY’un gönderdiği çalışma yazanaklarına (raporlarına)göz atmadan, bir söyleşiden alıntılara bakmalı önce:

20 Ekim 2011. BÜ Mithat Alam Film Merkezi’nin konuğu Kadir İnanır. Söyleşiyi yönlendiren Burçak Evren, sonlara doğru izleyicilere söz veriyor. Biri soruyor: “Telif hakları konusunu merak ettim, neden filmlerden para alamıyorsunuz?”

Kadir İnanır: Yasa gereği alamıyoruz, “Filmin gerçek sahibi yapımcıdır” diyor. Biz o filmleri çekerken Türkiye’de televizyon yoktu. O madde sayesinde yapımcılar trilyoner oldular. Başka ülkelerin oyuncuları böyle bir dramla karşılaşmadılar çünkü oralarda oyuncu sendikaları var, bu işleri onlar takip ediyor. Filmleri yaratanların güçlerine göre paylaştırmayı onlar yapıyor ve asla kaçak olmuyor çünkü oralarda cezası çok ağır bunun. Feridun Çölgeçen Ağabeyimiz, bizim filmlerde karakter rolleri oynardı, Avrupa’ya gitmiş, “hello” diye kısa bir laf etmiş... Bizim sette çalışırken zarf gelirdi “beyler, bakın bakın” diye sallardı bize 100 dolar, 120 dolar, film bir yerde oynadıkça o da rolü karşılığı yıllarca para aldı...

İzleyici: Sinemamızın belki de kendi kısır döngüsü içinde kalmasının bir nedeni yapımcının kazandığı artı değerlerin hep başka alanlara gitmesi. Sinema dışındaki alanlardan da sinemaya sermaye akışı olmuyor. Bunun sebebi sinemaya güvensizlik mi?

Kadir İnanır: Bizdeki kapitalist risk sevmez. Nerede pratik para yapacaksa oraya döner... Aslında sinema ticari bir olay ve ticari kafası iyi çalışan adamların bu mesleğe devam etmesi gerekirdi. Parası olan adamların iyi bir filmi kovalayıp başarıyı yakalamak için bu mesleği seçmemelerine hayret ediyorum doğrusu... Aslında hiçbir film zarar etmez, eninde sonunda koyulan parayı bulur. Bana çıkıp da bir tanesi “Ben bu filmden zarar ettim” demesin. Belki yeni jenerasyondan söyleyen olabilir...

Konuşmanın benim için ilginç yeri: “Feridun Çölgeçen Ağabeyimiz...” Geçenlerde aynısını dinledim. Oyuncu bir arkadaşla karşılaştım yolda. Ayaküstü söyleşmemizde “işler kesat” derken sıkıştırıverdi araya: O da Avrupa’da bir filmde kısacık bir rol almış, hani Çölgeçen’in “hello”su gibi... “Banka hesap numaramı istediler. Şaşırdım. Ödememi de yapmışlardı. Başka ne olacaktı? Bir görünmüş, bir çift söz etmiştim, o kadar... Aylar sonra bir gün baktım, yabancı bir ülkeden yatırılmış hesabımda bir para... Düşünüyorum da bulup çıkaramıyorum bir türlü “ne için” bu para? Neden sonra kafamda bir ampul çaktı... Sende de çaktı mı? Evet ya, o film nerde oynasa bana telif ödediler... Burada yıllarca filmlerimiz, dizilerimiz yeniden yeniden gösterilir ama bi Allah’ın kulu çıkıp, “Alın bu sizin-yeniden gösterildiği için hakkınız-telifiniz” demez... Haa, ne olacak bu önemli mesele?”  Dalmışım gitmişim ki el ederek sesleniyor arkadaşım: “Hellooo...”